Arama

Zekeriya Erdim
Aralık 26, 2020
Sıra dışı salgın hikayeleri
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Eskiden beri, salgın hastalık süreçleri; toplumların sanat ürünlerine de yansımış, yansıtılmış. Resimleri, karikatürleri çizilmiş; fotoğrafları, videoları çekilmiş; filmleri, belgeselleri yapılmış; şiirleri, hikâyeleri, romanları, tiyatro oyunları yazılmış.

Şimdilerde; bir yıla yakın zamandır, koronavirüs salgınıyla mücadele ediyoruz. Henüz hikâyenin sonuna gelmemiş olmakla birlikte; yavaş yavaş, yaşananları sanat diliyle ve üslubuyla kayda geçme eğilimi içine giriyoruz.

Bu bağlamda; 2011 yılında gösterime giren "salgın" filminin, 2020 yılında, internetten "en çok izlenenler" arasında yer aldığı açıklandı. Ayrıca; bugün yaşananların, dokuz yıl önceden öngörülmüş olma ihtimali ile ilgili yorumlar yapıldı.

Görünen o ki; belgelere, bilgilere, haberlere, yorumlara ilave olarak; kişisel, kurumsal, toplumsal, evrensel "duygu arşivleri" de oluşacak. Salgının dünya genelinde ve ülke özelinde meydana getirdiği değişimler ve dönüşümler; "sanat eserleri" aracılığıyla, bizden sonraki asırlara ve nesillere ulaşacak.

Dünyada ve Türkiye'de; bulaşma, teşhis, tedavi ve ölüm olaylarıyla ilgili "sıra dışı hikâyeler" yaşandığını biliyoruz. Hem bu günü doğru anlama ve anlamlandırma, hem yarına ışık tutacak çıkarımlarda bulunma açısından; parçaları birleştirip, bütünü görme gereği duyuyoruz.

Bunlardan bazılarına, kuş bakışı bakalım. Genel görünüm içindeki özel örneklerin ve öykülerin altını çizip; hafıza arşivimize, özgün hatıralar bırakalım.

İZAHI ZOR OLAN DURUMLAR

Süreci yakından izleyenlerimiz; izah etmekte zorlandığımız olaylarla, durumlarla karşılaşıyoruz. Bu noktadan hareketle; uzman kişiler ve kurumlar tarafından yapılan genellemelerin; her zaman, her yerde, herkes için geçerli olmadığını anlıyoruz.

İstatistiklere, veri analizlerine bakılarak; yaş ilerledikçe risk oranının arttığı, salgın sebebiyle ölenlerin çoğunun yaşlılardan olduğu söyleniyor. Ancak, dünyada ve Türkiye'de; virüse yakalanan 67, 70, 84, 90, 93, 100, 103, 104, 106, 107, 111, 113, 116, 125 yaşlarındaki kimselerin tedavi olup kurtuldukları gözlemleniyor.

Üzerinde düşünülmeye değer bulunan, iki ilave bilgi daha var. Her birinin, kendilerine has hikâyeleri bulunan kahramanların; büyük çoğunluğunun "kadın" olduğunu ve "doğal" ortamlarda, "organik" gıdalarla beslendiklerini söylüyorlar.

Öte yandan; 18-33 yaş gurubundan olup da beklenmedik bir şekilde ölenlere şahit oluyoruz. Bunların önemli bir kısmının; önceden teşhis edilmiş kronik hastalıklarının bulunmadığını duyuyoruz, biliyoruz.

Salgının hayata olumlu ya da olumsuz yansımaları, insanların ve toplumların güçlü ya da zayıf bir şekilde karşılıyor olmaları konusunda; ehil ve güvenilir kadrolar, kurumlar tarafından; ayakları yere basan "saha çalışmaları" yapılmalı. "Bir musibet bin nasihatten yeğdir" kavline uygun olarak; sağlıklı ve güvenli yaşama biçiminin, ana ilkeleri çıkarılmalı.

BİLGELİK ÜRÜNÜ YORUMLAR

Doğal olarak; hastalıklar ölümü çağrıştırıyor, ahiret âlemini hatırlatıyor. Kiminde, "korku" tavan yapıyor; kiminde, "bilgelik damarı" kabarıyor.

Haber bültenlerinde, sosyal medya mecralarında paylaşılan öyküler arasında; bize çok manidar gelen bir örnek vardı. Adana'da, korona virüs nedeniyle vefat eden İmam Hatip Lisesi Müdürü İsmail İnan'ın, ömrünün son günlerinde aile efradına gönderdiği metin; hem zihin, hem de gönül duvarımıza bir mıh gibi saplanıp kaldı:

Hayata ha şimdi, ha sonra başlayayım derken; bir bakıyorsun, tükenmiş ömür. Avucumuzda, son kullanma tarihi çoktan geçmiş bir yığın tecrübe kalıyor. Atsan atılmıyor, satsan satılmıyor. "Gençlik, bir kuştu; tutmak istedim, tutamadım. Yaşlılık, bir paçavra; satmak istedim, satamadım".

Bir ikindi gölgesi "ömür" dediğin. Gece olur, duramazsın; güneş vurur, kalkamazsın. Sade bir ikindilik, kısa bir dinlencelilk.

Dünyaya ait ne varsa, harcanıp gidiyor. Yiyip içmeler, gezip tozmalar, gülüp eğlenmeler. Evin, arabanın taksitleri; filanca yerde yaptığımız tatiller; almalar, vermeler, saçıp savurmalar; bizim zannederek, saklayıp durduğumuz altınlar; azıcık bile vermeye kıyamadığımız paralar. Hepsi, birer birer kaçıyor bizden; ya da, istemesek de biz onlardan ayrılmak zorunda kalıyoruz.

Bir "secde yerleri" kalıyor geriye. Alnımızda mıh gibi çakılı kalıyor. Bozulmuyor, kokmuyor, yitmiyor. Bir o bize kalıyor.

Okşanmış bir "yetim başı", öpülmüş bir "anne eli", alınmış bir "baba duası". Reyyan kapısından geçmek için, vize mahiyetinde saklanmış "oruçlar". Gizliden, şöyle kimseye çaktırmadan, bir fakirin eline tutuşturulmuş "sadakalar" kalıyor.

Masivadan sıyrılıp, vakit saat dinlemeden "açılmış eller"; tek O'ndan istemeler, tek O'na "gönderilmiş dilekçeler" kalıyor.

Yürekten söylenmiş "elhamdülillahlar"; acizce, kulca yapılmış "nasuh tövbeleri"; isyanları yıkayan gözyaşları kalıyor.

Mümince gülüşler, şeker tadında sözler. Kimsenin etini yemeden, kırıp dökmeden, gözünde yaş bırakmadan geçirilmiş günler kalıyor.

Biraz dur, bekle biraz. Arada bir arkana dön ve geriye neler bıraktığına bak. Harcanmış yıllarını seyret usulca. Bak nasıl bitiyor ömür dediğin.

Bir kapıya bir kere gidersin, ikincisinde utanırsın. Ama bir kapı var ki; her gün gidersin, gitmelere doyamazsın. Çünkü bilirsin, seni kapısından kovmayacak bir tek O vardır. Her gün, her gün içini dökersin; bir O sıkılmaz senden, bir O affeder seni, bir O yüzüne vurmaz ayıplarını.

Akıttığımız her damla gözyaşı, cehennem ateşini söndürsün inşallah. Dua ve muhabbetle. O sonsuz rahmet sahibi Allah'ıma emanet olun.

Görüldüğü gibi, hem ustaca bir "vasiyet"; hem de bilgece bir "nasihat". Ölüm, bizim de kapımızı çalacak; götürebildiklerimiz, gittiğimiz yerde azığımız olacak heyhat!

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN