Yakın ve uzak çevremizi oluşturan âlemde ve içindekilerde; herkesi ve her şeyi kuşatan, bir "ilâhî nizam" var. Kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar; bu ana yapıyla uyumlu ya da uyumsuz "beşerî düzenler" oluşturup, ona göre yaşıyorlar.
Uyumlu olanların; dünyaya barış, huzur, güven getirdiğini görüyoruz. Uyumsuz olanların ise; insana ve insanlığa dair her ne değer varsa, alıp götürdüğünü ve harcayıp bitirdiğini biliyoruz.
Eskiden beri, "dünya düzeni" denilen şey; sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik unsurlardan meydana gelen "güç dengesi ve dağılımı" ile gücü elinde bulunduranların şekillendirdikleri "uluslararası kurumlar ve kurallar" ekseninde oluşuyor, gelişiyor. Bu irade ve inisiyatif, el ve yer değiştirdiğinde; dünya düzeni de değişiyor.
Söz konusu değişim, genellikle; yerel, bölgesel, evrensel düzeydeki savaşlardan sonra gerçekleşmiş. Savaşın galipleri; yeni düzenin de sahipleri haline gelmiş.
Ancak; geçmiş zamanlar ile şimdiki zaman arasında, önemli bir fark var. Eskiden, sadece "devletler" arasında yapılan savaşlara; günümüzde, başka "güç odakları" da dâhil oluyorlar.
Bunların başında; çok uluslu şirketler, illegal örgütler, medya kartelleri, ar-ge ve düşünce kuruluşları geliyor. Uluslararası ilişkiler; insanın, bilginin, paranın, malın, hizmetin hızlı ve geniş kapsamlı dolaşımından derinlemesine etkileniyor.
Ayrıca; savaşların metotları, usulleri, teknikleri çok değişti. Hayatın bütün alanlarına ve konularına sirayet edebilen, "masumiyet maskesi" giydirilmiş nice "katliam silahları" gelişti.
İnsanların ve toplumların ilgi alanları içinde olan, ihtiyaç listelerinde yer alan, ulaşım ve iletişim aracı olarak kullanılan her şey; istendiğinde silaha, cephaneye dönüşebiliyor. Kamu, özel sektör, sivil toplum kadroları ve kurumları; gerektiğinde asker ve ordu kimliğine bürünüp, "işgal kuvvetleri" gibi çalışabiliyor.
BİYOLOJİK SAVAŞ SÜRECİ
Bu bağlamda; ülkeleri ve toplumları esir alan virüs salgınının, kurgusal olarak başlatılıp devam ettirilen yeni bir "dünya savaşı" olduğunu söyleyenler var. İnandırıcı belgelerle, bilgilerle; bu "biyolojik savaş" sürecinin sonunda, yeni bir "dünya düzeni" kurulacağını ifade ediyorlar.
Kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar; ona göre vaziyet alıyor. Virüs nedeniyle yaşanan çok yönlü kriz; kimileri için tehdit, kimileri için fırsat oluyor.
Her şeyden önce; yatırım, üretim, istihdam kapasiteleri olumsuz yönde etkilendi. Dünya ekonomisi küçüldü; bazı şeylerin el ve yer değiştirme ihtimali belirdi.
Sağlık sisteminin, vahşi kapitalizmin insafına bırakılamayacağı anlaşıldı. Her ülkenin ve toplumun; "kendi kendine yetme" hedefine yönelmesi gerektiği kanaatine varıldı.
Genelde medya, özelde sosyal medya üzerinden yürütülen "dijital devrim"; bu vesileyle, kesin hâkimiyet sağladı. Alınan tedbirler, yapılan kısıtlamalar; milyonları ekranlara bağladı.
Süreci iyi yönetenler, güç ve itibar kazandılar; iyi yönetemeyenler, kan kaybedip zayıf düştüler. Kendi yaralarını sarıp, başka ülkelere ve toplumlara da yardım eli uzatabilenler; dünya liginde, "küresel lider" sınıfına geçtiler.
AB ve ABD gibi birleşik devletlerin, NATO ve BM gibi çok uluslu yapıların; zannedildiği gibi büyük ve güçlü olmadıkları görüldü. Yakın geleceğin güç dengesi ve dağılımı açısından; yeni ittifakların arayışı içine girildi.
Bir, krizi "üretenler ve yönetenler"; bir de derinden etkilenip "mağduru ve mazlumu olanlar" var. Tuzağı kuranlar, tezgâhın başında duranlar, vaziyetten vazife çıkarıp tehdidi fırsata dönüştürme gayretinde olanlar; kendilerine ilave güç ve imkânlar sağlayacak şekilde, çok yönlü sonuçlar elde etmeyi planlıyorlar.
Görünen o ki; salgın sürecinin sonunda ülkeler ve toplumlar, devletler ve düzenler açısından çok şey değişecek. En azından; yeni bir anlayış, işleyiş, yaşayış biçimi gelişecek.
TÜRKİYE'NİN DURUMU
Şüphesiz, dünyanın hal ve gidişi bizi yakından ilgilendirir; ancak, öncelikli meselemiz, Türkiye'nin konumu. Değişen ve gelişen şartlar altında; oluşan güç ve imkân durumu.
Son yıllarda, "darbelere dur deme" konusunda bünye direncimizi artırdık; ciddi bir bağışıklık gücü kazandık. İçimizde halen bazı virüsler, mikroplar olsa bile; büyük ölçüde, "devlet-millet birliği ve bütünlüğü" hedefini yakaladık.
Ülke ve toplum genelinde; hayatın bütün alanlarını ve konularını kapsayan, güçlü bir "altyapı" oluştu. Hukuki ve idari düzenlemelerle, suni ve yapay engeller kaldırıldı; millet, kendi tarihi ve kültürel kimliği ile buluştu.
İçeride tezgâhlar ve tuzaklar kurarak, dışarıdan sızmalar ve saldırılar yaparak yıllardır mal ve can kaybına yol açan "terör" belası; bütün türleriyle ve çeşitleriyle kontrol altına alınıp, bertaraf edildi. Sınır ötesi ülkelere ve bölgelere bile, seri operasyonlar yapılıp; yakın ve uzak çevremiz, artık güvenli hale getirildi.
Canımızla koruduğumuz, kanımızla yoğurduğumuz vatan topraklarına; "deniz ve hava sahası" unsurlarını da ekledik. Gönül coğrafyamız içinde bulunan dost ve kardeş ülkelere ve toplumlara, "yardım ve destek eli" uzattık; yurt dışında, toplam 15 bölgede "askeri varlık" bulunduracak hale geldik.
Kabul ve beyan edelim ki; halkın ihmallerine rağmen, salgın süreci de iyi yönetildi ve yönetiliyor. Türkiye, giderek dünyanın "lider" ülkelerinden biri haline geliyor.
Yeni dünya düzeni kurulurken; sahada ve masada, biz de varız. Kişisel, kurumsal, toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirerek bu gidişe destek olursak; yeryüzünü "huzur ve sükûn diyarı" haline getirme hedefinin, öncü ülkesi olma fırsatını yakalarız.
Unutmayalım ki; fırtına bittiğinde, Nuh'un gemisine binenler kurtulacak. Dünyanın hâkimleri ya da hâdimleri; "ilâhî nizam" ile "beşerî düzen" arasında sağlıklı bir denge ve uyum denklemi kurabilenler olacak.
Bizde bunun unu, şekeri, yağı var. Yeryüzünün mazlumları ve mağdurları; helva yapacak bir "ustalık" bekliyorlar.
Hem hakkımız, hem de görevimiz olan şeyi; küçük hesaplara feda etmeyelim. "Biz" olmanın ve "onlar" için yola koyulmanın rahmetini, bereketini bir kenara bırakıp; iblis gibi, "benlik davası" gütmeyelim.
Dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik ederek inanıyoruz ki; fâni olan dünya âleminden bâkî olan ahiret âlemine geçtiğimizde, Allah'ın huzuruna, amel defterimizle birlikte geleceğiz. Kurulacak âdil mahkemede; yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın kesin hesabını vereceğiz.
En azından, bu dinin ve davanın mensubu olanların; safları sıklaştırmaları gerekir. Biz, yekvücut "sefer" hâli içinde olursak; kaderin ve kalplerin sahibi olan Allah, "zafer" nimetini de ikram edecektir.