Arama

Zekeriya Erdim
Kasım 2, 2020
Raf ömrünüz uzun olsun
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Dünyanın ve içindekilerin, hayat serüvenlerinin; başlangıç ve bitiş noktaları var. Bu iki nokta arasındaki süreye yahut sürece; kısaca "ömür" diyorlar.

İnsanlar, hayvanlar, bitkiler; doğuyor, büyüyor, yaşıyor, ölüyor. Makine, cihaz, alet, edevat, malzeme cinsinden şeyler ise; yaratılış amacına uygun olarak kullanıldıktan sonra, miyadını doldurup devre dışı kalıyor.

Giderek daha yoğun bir şekilde; her birinin ömürlerini uzatmaya, ürünlerini-verimlerini çoğaltmaya çalışıyoruz. Bizim gözümüzdeki ve gönlümüzdeki öncelik ve önem sıralamasına göre; zararı engellemek, faydayı temin etmek için uğraşıyoruz.

Bu bağlamda; gıda maddelerinin üretim tarihi ile makul ve güvenli tüketim yahut son kullanım tarihi arasındaki süreyi, "raf ömrü" olarak tanımlıyorlar. Daha fazla korumak ve kullanılır halde bulundurmak için; her yola ve yönteme baş vuyruyorlar.

Öte yandan; hayatımızı kolaylaştırmak amacıyla üretilen alet, edevat için de benzer şeyler yapılıyor. Alınan yan tedbirlerle; "garanti süresi" biraz daha, biraz daha uzatılıyor.

Ancak yediklerimizin, içtiklerimizin, kullanmak için seçtiklerimizin raf ömrünü uzatan şeyler; insanın raf ömrünü kısaltıyor. Gıdanın ve eşyanın üretim, paketleme, nakliye, depolama, kullanma, saklama süreçlerinde devreye sokulan katkı maddeleri; bizim ekmeğimize kir, aşımıza zehir katıyor.

İşte bu noktadan hareketle; gereğine ve önemine inandığımız başka bir noktaya varmak istiyoruz. Hayat ufkunda uçan insanlık kuşunun, yaşama sürecini olumlu ve olumsuz yönde etkileyen diğer unsurlar üzerinde durmak istiyoruz.

YAŞARKEN ÖLENLER

Bilindiği gibi, hayatın merkezinde insan var. Diğer her şey; onu donatmak ve yaşatmak için yaratılmış tamamlayıcı unsurlar.

Gıdanın "raf ömrü" artsın, eşyanın "garanti süresi" uzasın diye; bilime ve teknolojiye dokuz takla attırılıyor. Peki insanların sağlıklı, olumlu, verimli, güvenli yaşamaları; var oluş süreleri içinde daha fazla salih amel işleyip, katma değer üretmeleri için neler yapılıyor..

Bedenimizi besleyen gıdalar gibi aklımızı besleyen bilgiye ve ruhumuzu besleyen inanca da kirler, zehirler karışıyor. Yeryüzünü imar etmek, dünyayı huzur ve güven içinde yaşanılabilecek bir ortam haline getirmek için görevlendirilen kullar, halifeler; ya "yaşayan ölüler" misali pasifize oluyor, ya da "öldüren canavarlar" güruhuna dönüşüyor.

Siyaset, ticaret, kültür, sanat, eğitim, sağlık, sivil toplum, dini hayat; bozulma sürecini teşvik edecek, destekleyecek hale geldi. Hak ve hakikat; renkli perdelerin, desenli duvarların arkasında kaldı.

Bilginin bilince, bilincin duyguya-düşünceye-davranışa dönüşme safhalarında; kat kat, katmer katmer arızalar var. Birileri, bütün cephelerden hücum ederek hayatımızı kuşatmış, işgal etmişler; kitleleri iradesiz kalabalıklar haline getirip, hayrımızı şerre tebdil ediyorlar.

ÖLDÜKTEN SONRA YAŞAYANLAR

Öte yandan, asırlara meydan okuyarak, nesiller boyu isimlerini ve itibarlarını koruyarak; öldükten sonra bile yaşayan din, devlet, bilim, sanat erbabı kimseler olduğunu biliyoruz. Geçmişten geleceğe uzanan hayat yolu ve yolculuğu sırasında; geceleri aydınlatan yıldızlar gibi parladıklarını görüyoruz.

Onları ölümsüz hale getiren; hak ve hakikat yolundaki ilimleri, imanları, amelleri, tavırlarıdır. İz bırakanların arkasından gidilir; bedenleri ölse bile eserleri yaşar ve yaşatır.

Yemek, içmek, giyinmek, kuşanmak, gezmek, tozmak, zevk almak, sefa sürmek için yaşayanlar; bütün bunlar bitince, fikren ve fiilen ölürler. Yemeyi yaşamak, yaşamayı yaşatmak için amaca hizmet eden araçlar gibi görenler; fiilen ölseler de, fikren ölümsüz hale gelirler.

Bu örnekler ve öncüler; dün olduğu gibi bugün ve yarın da olabilir. İçimizden birileri; "öldükten sonra yaşayanlar" haline gelebilir.

Allah, hepimize; erken ya da geç zamanda sona erecek bir ömür nimeti vermiş. Onu hangi amaçlar için ve nasıl kullanacağımızın yolunu, yöntemini göstermiş.

İçini iyi ya da kötü doldurmak, faydalı ya da zararlı şeylerin taşıyıcısı kılmak; bizim isteğimize, irademize kalıyor. Bakarsak bağ, bostan oluyor; bakmazsak bataklık haline geliyor.

Biyolojik varlığımızın sınırlarını aşarak, raf ömrümüzü uzatmak istiyorsak; bitimsiz bir gayret, tavizsiz bir hassasiyet içinde olmalıyız. Aklımız, ruhumuz, bedenimiz için; "doğru" ve "doğal" olan gıdaların peşine düşüp, kaynağını bulmalıyız.

Bilinçli ya da bilinçsiz olarak tercih ettiğimiz sosyal, kültürel, fiziki çevre; bizi, tepeden tırnağa kuşatır. Benimsediğimiz hal, tavır, hayat modeli; ya yaşarken bile öldürür, ya öldükten sonra bile yaşatır.

Suyunu içip ferahladığımız pınarlara; gölgesinde yatıp konakladığımız çınarlara dikkat edelim. Bir yıl sonrası için, buğday ekelim; on yıl sonrası için, ağaç dikelim; yüz yıl sonrası için, yaşadığı asrı aydınlatacak ve sonraki asırlara da ışık tutacak insanlar yetiştirelim.

Gıdamız ve eşyamız, ilmimiz ve imanımız, amelimiz ve tavrımız; sağlıklı, olumlu, verimli, güvenli olsun. Yapay zincirleri kıralım, suni duvarları yıkalım; dünya ve içindekiler, fıtrat çizgisinde sükun bulsun.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN