Bilindiği gibi canlı organizma özelliği taşıyan kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların; kökleri geçmişin derinliklerine doğru inen, dalları geleceğin ufuklarına doğru uzanan akılları, ruhları, bedenleri vardır. Bu temel değerler; onların, var oluşlarını devam ettiren ana taşıyıcı unsurlardır.
Tarihin inişli, çıkışlı yollarında; bu bütünlük içinde yürürler. İçlerinden birini ihmal eder yahut geride bırakırlarsa; zamanla önce hasta olur, sonra ölürler.
Son yıllarda, devlet büyüklerinin ve hükümet sözcülerinin; değişik vesilelerle gündeme getirdikleri, bir "2023 vizyonu" söylemi ve eylemi var. Yerinde bir dikkat ve hassasiyetle; zincirin birinci halkasına "1071", ikinci halkasına "1453", üçüncü halkasına "1923" ruhunu yerleştiriyorlar.
Böylece; Anadolu'nun fethine, İstanbul'un fethine, İstiklal Harbi ve Milli Mücadele dönemine birlikte vurgu yapılıyor. Bir başka ifadeyle; Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 1923'te kütük kovuğunda bulunmuş bir yetim değil, asırlar boyu üç kıta yedi denizde devletler-imparatorluklar kurmuş ve büyük medeniyetler oluşturmuş bir ecdadın varisi olduğu anlatılıyor.
Öte yandan, ana muhalefet mensupları tarafından; bir "ikinci yüzyıl" gündemi oluşturma gereği duyuldu. Giderek daha yoğun bir şekilde; bu çerçevenin içine düşecek beyanlarda bulunuldu.
Ayrıca, "Cumhuriyet'in fabrika ayarlarına dönme" vurgusunun yapıldığını görüyoruz. Ancak, biz; bu iki kesimin geçmiş örgüsü ve gelecek kurgusu arasında, büyük bir "ruh farkı" olduğunu biliyoruz.
Geleceğe, ümit ve güven içinde, emin adımlarla yürüyebilmek için; sözünü ettiğimiz ayrışmanın, olabildiğince kaynaşmaya dönüştürülmesi gerekir. Doğru ve dürüst tahlil yapılabilirse; aslında 1071, 1453 ve 1923 dönemlerini şekillendiren ruhun aynı olduğu açıkça görülecektir.
DEĞİŞMEYEN DEĞERLER EKSENİ
Bizans İmparatorluğu'nun belini kıran Malazgirt Muharebesi; dünya tarihinin dönüm noktalarından birisi olarak tarihe geçmiştir. Aynı zamanda, bugün ana yurdumuz olan Anadolu'nun kapılarını; Türk milletinin ve İslam ümmetinin kullanımına açmıştır.
Zafer öncesi, Abbasi Halifesi bir dua metni hazırlattırıp; bütün İslam ülkelerinde, "Cuma hutbesi" olarak okutturmuştur. "Ölürsem kefenim olsun" dediği beyaz elbisesiyle ordusuna hitap eden Alparslan'ın, "Ben, Müslümanların camilerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatlerde, düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşmiş olur, yenilirsek şehit olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan askerler var. Ben de içinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım. Benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler, istemeyenler serbestçe geri dönsünler" şeklinde özetlenen sözleri; 1071'in ve sonrasının ruhunu oluşturmuştur.
Çağ açıp çağ kapatan ve Alparslan'ın Malazgirt'te başlattığı yürüyüşü İstanbul'da tamamlayan büyük fethin, kaç hükümdarın hayali olduğunu cümle âlem biliyor. Sonunda Fatih'e nasip olan bu kutlu zaferin, devlet ve millet ruhunu oluşturan mayasında; meşhur bir hadis rivayeti ve işaret ettiği şerefe ulaşma ideali yer alıyor.
"Konstantiniye bir gün mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir".
İstiklal Harbi'nin ruhunu anlamak isteyenler; Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un, milletin maneviyatını terennüm eden mısralarını okusunlar. Kurtuluş destanının giriş bölümünü idrak etmek için, Çanakkale Şehitlerine şiirinin; sonuç bölümünü idrak etmek için, İstiklal Marşı'nın manasına, muhtevasına vakıf olsunlar.
Çanakkale'yi geçilmez kılan gençlere; "Asım'ın nesli" diyor. Onları, "Bedir'in aslanları" gibi tarif ve tavsif edip; şehitleri kabir yerine, Peygamber'in kucağına emanet ediyor.
Millete armağan edilen marşın, ana vurgusu; "Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl". Ebediyen devam edeceği belirtilen, fikri ve fiili bağımsızlığın işaretleri ise; minarelerden okunan "ezan" ve burçlarda dalgalanan "hilal".
BİRİLERİ TÖVBE EDECEKLER Mİ?
Bugün, süslü söylemlerle Cumhuriyet'in ikinci yüzyılına çağrıda bulunanlar; birinci yüzyılda 1071, 1453 ve 1923 ruhu ile mücadele ettiler. Sınırlarımızdan giremeyen düşmanı, sinelerimize kadar sokup; her ayağa kalkışımızda bir darbe vurarak, tekrar tekrar tökezlettiler.
Fabrika ayarlarına dönmekten söz ederken; hangi eksen üzerinde duruyorlar? Milleti kandırmak için rol mü yapıyor; aslına rücu anlamına gelebilecek, köklü bir değişimin sinyalini mi veriyorlar?
Eğer samimi iseler; önce, birinci yüzyıldaki günahları için tövbekâr olup, pişmanlıklarını ilan etsinler. Sonrasında ise; dinimizin ve devletimizin, vatanımızın ve milletimizin, kültürümüzün ve medeniyetimizin kadim "ruh iklimi" içine girsinler.
Söylemlerine, eylemlerine, bağlantılarına bakıp; kimlerin ve nelerin yanında yer aldıklarını açıkça görürüz. Geçmişin kapkara günlerini, bağışlayıcılığın bembeyaz örtüsü ile kapatıp; el ele-kol kola girerek, ikinci yüzyıla birlikte yürürüz.