Bazı olaylar ve durumlar vardır ki; kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların başlarına gelen en iyi şeydir. Yapanlar yahut vesile olanlar için; "dünyaya salt bunun için gelmiş olsaydı bile değerdi" denir.
Bazı olaylar ve durumlar da vardır ki; sonuçları bakımından, başa gelen en kötü şey olarak görülür. Yapanların yahut vesile olanların; "varlık sebeplerinin bu olduğu ve yapıp ettikleri her şeyi bunun için yaptıkları" düşünülür.
Bir yıla yakın zamandır devam eden salgın sürecinde; bize bunu düşündürecek durumlar yaşıyoruz. Sağlık ve güvenlik gerekçesiyle değiştirilen, dönüştürülen, belli bir kalıba dökülerek tektipleştirilen insanlara ve toplumlara bakıp; "yoksa, asıl amaç bu mudur" diye soruyor ve uykularımızı kaçıran bir endişeye düşüyoruz.
Hani, nezle ve grip için kinayeli bir söz söyleniyordu. "Tedavi olursan bir haftada, olmazsan yedi günde geçer" deniyordu.
Şimdi, corona virüs konusunda da benzeri bir durumun olduğunu gördük. Alınan bütün tedbirlere rağmen olanın olduğuna, ölenin öldüğüne, kalanın kaldığına; ayrıca, bu gerekçeyle, hayatın yeniden şekillendirildiğine şahit olduk.
Şüphesiz; konunun ve kurgunun odak noktasında eğitim var. Bu günün fideleri ve fidanları, yarının meyve verecek ağaçları olan çocuklarımız ve gençlerimiz; "dijital dünya" düzeninin oluşturduğu kablolar ve kanallar üzerinden, bilinmez bir diyara doğru savruluyorlar.
BAĞLILIKLAR, BAĞIMLILIKLAR
Son yıllarda; evlerde başlayıp, okullarda devam eden bir sorun vardı. Anneler ve babalar, öğretmenler ve idareciler; çocukları ve gençleri, "teknoloji bağımlılığı" diye özetlediğimiz gidişatın zararlarından korumak için zorlu bir mücadele veriyorlardı.
Cep telefonu ve internet kullanımı; derslerin ve ödevlerin, işlerin ve ilişkilerin önüne geçmişti. Sosyal medya bağlılığı ve bağımlılığı; giderek, tehlikeli bir hastalık haline gelmişti.
Salgın döneminde, devlet ve millet iş birliğiyle, bu eğilim teşvik edildi. Eğitim, olabildiğince dijitalleştirildi; çocuklar ve gençler, bir merkezden idare edilen "tek tip robotlar" haline getirildi.
Sosyal ve duygusal gelişim azaldı, çoklu ortamların oluşturduğu etkileşim bitti; düşünme, araştırma, soruşturma, geliştirme tabanlı öğrenme ve öğretme tarihe karıştı. Genelde tüm öğretmenler ve öğrenciler, özelde mesleğe yeni başlayanlar ile okula yeni başlayanlar; tutunacak dalı, yürünecek yolu olmayan bir boşluğa düştü.
Bu hal ve gidiş içinde; eğitimin tüm paydaşları arasında, "mutsuzluk" oranı artıyor. Yoğun ve yaygın bir şekilde pompalanan "sağlık güvenliği" sendromu; içten içe büyüyen bütün soruların ve sorunların üstünü örtüyor.
Böyle devam edilirse; günün sonunda, dijital dünyanın patronları, hayatımızı ele geçirecekler. İnsanları ve toplumları; yat deyince yatan, kalk deyince kalkan, komuta merkezinden gelen emirlere ve yasaklara göre vaziyet alan "kurşun askerler" haline getirecekler.
O zaman; ülkeleri ve toplumları ele geçirmek daha kolay olacak. İrade ve insiyatif kullanma yeteneğini kaybeden, diriliş ve direniş ruhu sökülüp cansız cesetler haline getirilen kitlelere bir merkezden hükmedilip; "sanal dünya imparatorluğu" kurulacak.
BİZE DÜŞEN SORUMLULUKLAR
Kişi, kurum, ülke, toplum düzeyinde farkındalık oluşturup; "salgın" ile mücadele ettiğimiz gibi, "sanal" ile de mücadele etmeliyiz. Anneler, babalar, öğretmenler, idereciler, aydınlar, yöneticiler olarak; bu virüse karşı da önleyici aşılar ve tedavi edici ilaçlar üretmeliyiz.
Her şeyden önce; evler ve aileler, birer mektep ve medrese haline getirilmeli. Devletin ve milletin küçük ölçekli örneği gibi; dahili ve harici tehlikelere karşı, olabildiğince iyi yönetilmeli.
Tarlada, ovada yapılamayan üretim; saksılara, seralara taşınmalı. Madem ki "hayat eve sığar" imiş; toplumda yaşanamayanlar, ailede yaşanmalı.
Duyarlı eğitim kadroları ve kurumları; "yeryüzü mektep" anlayışıyla hareket edip, hayatı okul haline getirmeliler. Sorumluluk sınırlarını genişletip, okulun dışına çıkarak; eğitim, öğretim, yönetim hizmetini insanın bulunduğu her yere götürmeliler.
Çocukların ve gençlerin benlik, kimlik, kişilik gelişimleri için; ilave metotlar, usuller, teknikler bulunmalı. İlgi ve yetenek alanlarının farklılığı, çeşitliliği göz önünde bulundurularak; açık büfe yemek menüsü misali, çoklu alternatifler sunulmalı.
İlgili sivil toplum kuruluşları; sahaya inip sorumluluk almalılar. Genelde toplumun bütünü, özelde kendi takipçileri ve taraftarları için; karanlık noktaları aydınlatan ışıklar olmalılar.
Üniversite camiasını oluşturan kadrolar ve kurumlar; bu işin sosyolojisini, psikolojisini, pedagojisini araştırıp rapor etmeli. Dünya düzeninin oluşturduğu anafora kapılmadan, sahil-i selamete çıkabilmemiz için; kendi kültür ve medeniyet değerlerimizden ilham alan, "yeni-yerli-yeterli bir eğitim modeli" üretmeli.
Sonuç olarak; evet, salgından korunalım, tedbirsizlik yüzünden telef olmayalım. Ancak; rüzgardan kaçarken fırtınaya yakalanıp, tehlikeli uçurumlara savrulmayalım.