Dünyada ve Türkiye'de; salgınla mücadele sürecinde, yeni bir safhaya girildi. Yerli ve yabancı "aşı" çalışmalarında; tünelin ucundaki ışık görüldü.
Ancak; bu konuda, göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir "sorun" var. İçeride ve dışarıda, insanların kayda değer bir kesimi; üretilen aşılara, yeteri kadar "güven" duymuyorlar.
Geçmişte, sütten dilimiz yandığı için; bugün, yoğurdu yemeye korkuyoruz. Artık herkesin askere, her şeyin silaha dönüştürüldüğü vahşi dünyada; virüslerin ve aşıların farklı amaçlar için kullanılıyor olması ihtimalini düşünüp endişe duyuyoruz.
Ümit ve güven, öyle şeyler ki; gittikleri yere geri dönmeleri, hiç kolay olmuyor. Kurulu dünya düzeninin, hâkim güçleri tarafından üretilip servis edilen malların ve hizmetlerin büyük çoğunluğundan; dertlere "deva", hastalara "şifa" gelmiyor.
Onlar, bir yandan kan kusturup; öte yandan çanak tutuyorlar. Önce, "zehir" üretip olabildiğince yayıyor; sonra, kahraman kisvesine bürünüp "ilaç" satıyorlar.
Onun için, imanın bile "tahkiki" olanını tercih eden bir millet olarak; aşı konusunu, enine boyuna tartışmalıyız. "Denize düşenin yılana sarılması" durumuna düşmeden; doğru bilgi ve bilinç seviyesine ulaşmalıyız.
Önce, ifrat ile tefrit arasında gidip gelen görüşlere göz atalım. Sonra, bizim için "çözüm" olabilecek imkânlara ve ihtimallere bakalım.
TARAFLAR NELER SÖYLÜYORLAR?
Salgının oluşturduğu büyük "tehlike"; ister istemez, ülkeleri ve toplumları "tedbir" aramaya yönlendirdi. Türkiye'nin de içinde bulunduğu pek çok ülke; eş zamanlı olarak, virüsün aşısını bulma çabası içine girdi.
Rusya, Çin, Almanya, Amerika ipi erken göğüslediler. Artık üretme, dağıtma, talep eden ülkelere satma ve kademeli olarak uygulama süreci içine girdiler.
Ancak, bilim dünyasında da aydınlar ve yöneticiler arasında da farklı yaklaşımlar var. Taraflar, birbirine yüz seksen derece zıt noktalarda duruyorlar.
Bir kesim tarafından, aşının bulunması; "bilimin ve insanlığın zaferi" olarak tanımlanıyor. Salgından kurtulmanın ilk ve tek çaresi olarak görülüp; öncelik sırasına göre, beşikten mezara kadar herkese uygulanması planlanıyor.
İleri sürdükleri temel tezlerden biri de, aşı yaptırmanın "zorunlu" hale getirilmesi. Gerekirse yasal düzenlemeler yapılarak, "genel afet" uygulamasına girilmesi.
Bu bağlamda, aşı yaptırmayanlar için cezai müeyyideler belirlenmesi ve bazı kısıtlamalar getirilerek, bir bakıma hayatın dışına itilmesi konuşuluyor. Söz konusu yaptırımların, temel insan hak ve hürriyetlerine aykırı olup olmayacağı tartışılıyor.
Başka bir kesime göre ise; virüs de aşılar da kurgusal olup, bir "savaş silahı" olarak üretildi. İnsanlar, önce hasta edilip can kaygısına düşürüldü; sonra, sorunu çıkaran mahfillerin sundukları çözümlere mahkûm edildi.
Ekinlerin ve nesillerin genetiği ile oynayıp gıda, ilaç, temizlik, kozmetik maddelerini silah gibi kullananlar; bu sefer, aşılar aracılığıyla doğrudan kanımıza girecekler. Hücrelerimize, dokularımıza, organlarımıza, organizmalarımıza yerleştirecekleri "mikro çip" ağı aracılığıyla; hayatlarımıza, istedikleri gibi şekil verecekler.
SORUN VARSA, ÇÖZÜMÜ DE VAR
Endişeler, bir yönüyle "komplo teorileri" gibi görülse ve gösterilse de; öteki yönüyle, haklı gerekçeleri var. İnsanlar, ister istemez; geçmişin yaşanmış gerçekleri ile geleceğin muhtemel öngörülerini birlikte değerlendiriyorlar.
Biz bu ülkede, yaygın olmayan hastalıklar için de beklenmedik bir şekilde "aşı kampanyaları" düzenlendiğini; kampanyaya öncülük yapan darbe hükümetinin, onlara darbe yaptıran emperyalist güçler tarafından tebrik edildiğini gördük. Yakın geçmişte, Sağlık Bakanı'nın öncülük yaparak halkı teşvik ettiği bir kampanyada; Başbakan'ın, kamuoyu önünde "ben aşı yaptırmayacağım" diye açıklama yaptığına şahit olduk.
Ayrıca, az gelişmiş ülkelerin mağdur, mahrum ve mazlum insanlarının; zaman zaman, "kobay" olarak kullanıldıklarını biliyoruz. Dünyanın süper güçlerinin; kendi çıkarları için yaptıkları, "kitle katliamı" operasyonları ile sık sık muhatap oluyoruz.
Virüsün ilk çıktığı yer olan Çin'in erkenden ve aşı kullanmadan salgını kontrol altına alması, arkasından aşıyı ilk üretip satan ülke olması; kafaları karıştırıyor. Genelde her türlü şaibeli işin arkasında duran "küresel sermaye" çevrelerinin, özelde teknoloji devi Microsoft'un kurucusu ve bilişim dünyasının öncüsü olan Bill Gates'in bu işe ciddi paralar yatırması; aynı mahfiller tarafından, sürecin yakından takip edilmesi ve medya aracılığıyla "algı yönetimi" yapılması; aşının bulunduğunun ilan edilmesiyle birlikte, milyarlarca dolarlık hisse senetlerinin satılması; Türkiye'de Bilim Kurulu üyeliğine seçilen bazı kişilerin, ilaç firmaları ile yakın ilişki içinde bulunması gibi hususlar ciddi düzeyde soru işaretleri oluşturuyor.
Bugün ülkemizde, iş başında "muhafazakâr" bir iktidar var. Aşı, daha doğrusu aşı üreticileri konusunda endişe içinde olanların çoğunluğunu da, bu iktidarın taraftarları oluşturuyorlar.
Böyle durumlarda, "lidere güven"; gerekli olmakla birlikte, yeterli değildir. İlgili kadroların ve kurumların da güvenilirliğinden emin olunması gerekir.
Biz, çok cepheli bir kültür ve medeniyet savaşının içindeyiz. İçeride ve dışarıda; kurulmuş tezgâhları bozmanın, kurulacak tuzakları önlemenin peşindeyiz.
Virüs ve aşı sürecinin de bir "tezgâh ve tuzak" olması ihtimali; göz ardı edilmemelidir. Topluma, endişeleri bertaraf edecek şekilde, detaylı bilgi verilmelidir.
Salgınla mücadele sürecinde; Sağlık Bakanlığı'nın varlığına rağmen, bir "Bilim Kurulu" oluşturuldu. Alınması gereken tedbirler konusunda, kurul kararları büyük ölçüde etkili oldu.
Aşı konusunda da; ehil ve güvenilir kişilerden bir "Tetkik Kurulu" kurulsun. Lehte, aleyhte görüş bildirenlere eşit söz hakkı tanınıp; bütün iddialar ve ihtimaller ortaya konulsun.
Devlet, kendisi emin olsa bile; millet için bunu yapmalıdır. Tetkik sürecini özetleyerek, topluma istikamet verecek cümleler; bizzat Cumhurbaşkanı'nın ağzından çıkmalıdır.
Hz. İbrahim, Rabbinden; ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini dilemiş. "İnanmıyor musun?" sorusuna ise; "İnanıyorum ama kalbim mutmain olsun istiyorum" cevabını vermiş.
Teşbihte hata olmasın ama millet olarak, devletimizden; kalplerimizin mutmain olmasını sağlayacak bir "süreç yönetimi" bekliyoruz. Böylece; "şüyuu vukuundan beter" olan bu mesele, hiçbir şek ve şüphe kalmayacak şekilde aydınlansın istiyoruz.