Zekeriya Erdim

Helalleşmenin hiyerarşisi

Son günlerde, siyasetin gündemine yeni bir kavram girdi. Kişisel, kurumsal, toplumsal ölçekli "helalleşme"; toplumda, tartışma konusu haline getirildi.

Dargınlıkları, kırgınlıkları bir kenara bırakıp; barışacakmışız. Birbirimize haklarımızı helal edip; kucaklaşacakmışız.

Şüphesiz, genel doğrular ve değerler açısından; bu, iyi bir şeydir. Ancak; hemen bütün işlerde ve işleyişlerde olduğu gibi, usulüne ve esasına uygun yapılması gerekir.

Sözlükler, "hiyerarşi" kelimesini; "aşama gözetilerek sınıflandırma, öncelik ve önem derecesine göre sıralama" şeklinde tarif ediyorlar. Bu anlama ve açılıma göre; helalleşmenin de bir hiyerarşisi var.

Her şeyden önce; tevhit dinlerinin tamamında görülen ve bilinen bir uygulamadır. Allah ve kul, dünya ve ahiret, helal ve haram, günah ve sevap, cennet ve cehennem, ceza ve mükâfat inancına ve ilişkisine dayanır.

Allah'a karşı yaptığımız hatalar ve haksızlıklar için, pişmanlık duyup "tövbe" eder; kullara karşı yaptığımız hatalar ve haksızlıklar için, özür dileyip "helallik" isteriz. Ayrıca; mümkünse aldıklarımızı geri verme, çaldıklarımızı iade etme yoluna gideriz.

Olması gereken; tarafların, hayatta iken helalleşmesidir. Öldükten sonra; hak alan ile hakkı olan ayrı ayrı değerlendirilir.

Yaşayanlar hakkı olanlar, ölenler hak alanlar ise; yakınları tarafından hak iadesi yapılarak yahut bağışlama talep edilerek, helalleşme sağlanması mümkündür. Yaşayanlar hak alanlar, ölenler hakkı olanlar ise; o zaman, hesapları ahiret âleminde görülür.

Çünkü; her türlü maddi ve manevi hak kişinin kendisine aittir, varisleri tarafından helal edilemez. Borcu ödenebilir ama alacağından asla vaz geçilemez.

Ayrıca; helalleşmek, haram olan fiilin helal hale gelmesi gibi bir sonuç doğurmaz. Hatayı kabul edip, pişmanlık duymadan; hakkı iade edip, yerine koymadan helalleşme olmaz.

Peygamber Efendimiz(sav); borçlu ölen kimselerin cenaze namazını kılmamıştır. Malını, mülkünü, mirasını sorarak; yakınlarından yahut dostlarından taahhüt alarak; önce borcun ödenmesini sağlamıştır.

Ayrıca, bir hadis rivayetinde; "Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa; altının ve gümüşün bulunmadığı kıyamet günü gelmeden önce, o kimse ile helalleşsin" dediği beyan edilmiştir. Devamında ise; "Aksi taktirde; kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınıp hak sahibine verilir. Şayet salih amelleri yoksa, zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınıp ona yazılır" diye açıklama yaptığı belirtilmiştir.

Sonuç olarak; helalleşmek, hayırlı bir eylemdir. Ancak; zalime hakkımızı helal etmek, mazluma haksızlık etmek anlamına gelir.

Bugün, milletle helalleşmekten söz edenler; eğer samimi iseler, önce yaptıkları zulümlerin ve haksızlıkların listesini çıkarıp, pişmanlıklarını beyan etsinler. Arkasından, hak iadesi yahut telafisi için kolları sıvayıp; siyaset, bürokrasi ve sivil toplum kuruluşları nezdinde bunun mücadelesini versinler.

Mesela; Millî Mücadele yıllarının ruhunu esas alıp, yeniden canlandırsınlar. Kurucu Meclis'in fabrika ayarlarına geri dönüp; Anayasa'ya, ilk metinde olduğu gibi, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dini İslâm, dili Türkçedir" ifadesini yazdırsınlar.

Alfabemizi değiştirip dinimizle, tarihimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle bağlarımızı kopararak toplumsal hafızayı felce uğratmanın; hiçbir ülkede ve toplumda görülmemiş bir hata olduğunu, açıkça söylesinler. "Biz, kütük kovuğundan çıkmış, soyu sopu belirsiz bir millet değiliz. Hafızamızı geri kazanıp, kimliğimizi bulalım. Önce köklerimize inelim, sonra göklere yükselip payidar olalım" desinler.

İnsanını ve toplumun refahını, mutluluğunu, barışını, güvenini Batı Medeniyetinin bataklıklarında aramanın; gaflet ve hatta ihanet olduğunu anlasınlar. Varlığımıza kasteden çevre ve unsurların kölesi, temsilcisi, taşeronu olmadıklarını; dinimize, devletimize, vatanımıza, milletimize karşı kin ve nefret, düşmanlık ve ihanet içinde bulunmadıklarını açıklasınlar.

Bizimle barışmak isteyenler; önce, değerlerimizle barışsınlar. Kaybettirdikleri değerleri geri kazandırmanın yolunu, yordamını düşünüp; derslerine çalışsınlar.

Samimiyetlerini sınamak için; doğru odun getirinceye kadar, kapımızın önünde beklemelerini isteyebiliriz. Helalleşmeyi hak ettiklerine inandığımız zaman; yeşil ışık yakıp, "Bizim Yunus mu?" diyebiliriz.

Mevlana'nın dili ve düşüncesi ile ifade etmek gerekirse; "Ekmeğimiz, aşımız helal olsun; besmeleyle, yiyip içenlere". Ancak; "Hakkımız helal değildir; dost gibi görünüp düşmanlık edenlere".

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.