Tıpkı insanlar gibi; şehirlerin de benlik, kimlik, kişilik özellikleri var. Kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların kimliklerini; bugün adına "yaşam alanı" denilen sosyal, kültürel, fiziki çevreler oluşturuyor.
Üstünde yaşayanlarla, altında yatanlar arasında; kuvvetli bağların, bağlantıların bulunduğu biliniyor. Gidenlerin bıraktıkları maddi ve manevi miraslar; kalanlar tarafından, ya korunuyor ya da çarçur ediliyor.
Geçmişten gelenlerle, sonradan üretilenler; toplumsal varlığımızı oluşturuyor. Gövdenin göklere yükselen dalını, çiçeğini, meyvesini; köklerden gelen gıdalar besleyip büyütüyor, geliştiriyor.
Atalarımız, "aslan yatağından belli olur" demişler. Yaşanılan yerlerin hal ve gidişinin, yaşayanların hal ve gidişi ile uyumlu yahut benzeşik olduğunu ve olacağını söylemişler.
Bu anlamda; evlerimiz ve iş yerlerimiz, köylerimiz ve şehirlerimiz, bizim kim ve ne olduğumuzun aynalarıdır. İnandığımız, yaşadığımız, taşıdığımız değerlerin; ete, kemiğe bürünmüş yansımalarıdır.
Rahmetli Kadir Topbaş, Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu günlerde; "Nasılsınız?" diye soranlara, "İstanbul gibiyim" cevabını veriyordu. Böylece; "Yaşadığımız yer nasılsa, biz de öyle oluruz" diyordu.
Bünyesinde seksen bir vilayetten temsilci bulunduran, demografik dağılım açısından Türkiye'nin özü ve özeti olan İstanbul'da; iki binli yılların ortalarında, "şehir tanıtım günleri" geleneği başladı. Sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler iş birliği ve iller bazında organize edilen bu günlerde; "hemşehri buluşmaları" coşkusu ve heyecanı yaşandı.
Bu uygulama; kemiyet açısından, büyüyüp gelişerek devam ediyor. Keyfiyet açısından ise giderek çıkış amacından ve anlamından kopuk hale geliyor. Yapılması gereken şey; doyduğumuz yerlerde, doğduğumuz yerlerin tanıtılmasıdır. Dünden bugüne, bugünden yarına; temel değerlerimizin taşınacağı sosyal ve kültürel köprülerin kurulmasıdır.
Şehir tanıtım günlerinde yöresel ürünlerin ve değerlerin yer alması gerekir. Bu, aynı zamanda; farklı şehirlerin ve şehirlilerin, birbirleriyle tanıştırılıp kaynaştırılması anlamına gelir. Böylece, bağlarımız ve bağlantılarımız kuvvetlenir; "birlikte Türkiye" oluruz. Aynı kilimin, birbirini tamamlayan desenleri haline geliriz.
Ancak, maalesef bu gerçekleşmiyor. Hemen hepsi, kimliksiz ve kişiliksiz bir kültürün tekrarından ibaret hale geliyor. Yöresel ürün de, kıyafet de, örf de, âdet de unutulmuş. Kozmopolit hayat tarzının müziğinden, eğlencesinden, yemesinden, içmesinden ibaret bir model oluşturulmuş.
İstanbul'da yapılan şehir günlerinde; Anadolu'nun tadını, kokusunu alamıyoruz. Yedi bölgenin ve diğer seksen vilayetin; kendilerine has özelliklerini, güzelliklerini bulamıyoruz.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitim süreçlerinde, "ne" olacaklarına odaklanıp yatırım yaparken, "kim" olacaklarını unutup ihmal ettiğimiz gibi; şehirlerimizi inşa ederken ve koynunda yaşarken de benzeri bir gaflete ve hatta ihanete düştük. Tarihi ve kültürel yapılarını, toprak ve tabiat dokularını yaktık, yıktık, yok ettik; rantiyeci ve şantiyeci bir yaklaşımla, servete dönüştürdüğümüz arsalarını, binalarını bölüştük.
Uzun yıllar boyu; insanlar şehirleri, şehirler insanları, kimliksiz ve kişiliksiz hale getirdi. Kısa vadeli, kişisel menfaatler; uzun vadeli, toplumsal maslahatları yiyip bitirdi.
İdris Güllüce'nin Çevre ve Şehircilik Bakanı olduğu günlerde; "şehir kimliği" çalışmaları başlatılmıştı. Kaynak taramaları yapılarak, sosyal dokunun tüm paydaşları ile konuşulup tartışılarak; geçmişten gelen değerler, geleceğe dair öngörüler ortaya çıkarılmıştı.
Sonuç raporları; kamu yöneticileri, sivil toplum temsilcileri ve özel sektör yatırımcıları ile paylaşıldı. Şehirlerin büyüme ve gelişme potansiyellerini ortaya çıkarıp, katma değere dönüştürme konusunda; yönlendirmeler yapıldı, müşahhas adımlar atıldı.
İnsanlar gibi, şehirlerin de farklı kabiliyetleri ve kapasiteleri vardır. Ona göre kalkınma projeleri hazırlanıp, yatırım-üretim-tanıtım yapılırsa; her biri kendi alanlarında ve konularında gelişir, yıldızları parlar. Bu süreç, kesintisiz devam ettirilmeli. Şehirlerin kimlikleri kayıt altına alınıp; ortak bilgi ve bilinç haline getirilmeli.
Geçmişin değerleri korunarak, geleceğin temelleri atılmalı. Din, devlet, vatan, millet, kültür, medeniyet değerlerimizin hem senedi hem de sembolü olan eserler; hayatın merkezinde ve koruma altında tutulmalı.
Zekeriya Erdim