Tebliğin dili ve üslubu
Ailede annenin ve babanın, okulda öğretmenin ve idarecinin, toplumda aydının ve yöneticinin; hayata dair iyi ve güzel, doğru ve değerli olan şeyleri "tebliğ" (yani bildirme, beyan etme) ve "temsil" (yani yaparak, yaşayarak gösterme) görevleri var. Şimdilerde buna, "rol model olma" özelliği yahut sorumluluğu diyorlar.
Sevdiğimiz, değer verdiğimiz, örnek aldığımız, öncü saydığımız kimselerin dili ve üslubu; bizi, olumlu ya da olumsuz yönde etkiliyor. Kendi kimliklerinin ve kişiliklerinin ötesine geçip; tebliğ ve temsil ettikleri değerlerin, dışavurumu haline geliyor.
İşte bu yüzden; ağızlarından çıkacak her kelimeye, azami derecede dikkat etmeliler. Duygularını, düşüncelerini, davranışlarını ince eleklerden geçirerek yansıtmalı; gözlere ve kulaklara hoş gelmeyecek, akıllarda ve gönüllerde hüsnü kabul görmeyecek olanlarını kontrol altında tutmalı, perde arkasına atmalılar.
Eskiler; dilin, kılıçtan daha keskin olduğunu beyan etmişler. Hal ile göstermenin de dil ile söylemekten daha etkili olduğunu, olacağını belirtmişler.
Muhatabı her kim olursa olsun, sözün maksadına ulaşabilmesi için; doğru, güzel, etkili, hikmetli, adaletli, anlaşılır, inandırıcı, dengeli, tutarlı, samimi, sevecen, gönülden olması gerekir. Bizim ne söyleyeceğimizle ve nasıl söyleyeceğimizle birlikte; muhataplarımızın ne anlayacağı ve nasıl anlayacağı da hesap edilmelidir.
Herhangi bir sebeple, "dil kazası" yapmışsak; onu, uygun bir şekilde telafi etmeliyiz. Eksikse tamamlayıp "tavzih" etme, yanlışsa düzeltip "tashih" etme yoluna gitmeliyiz.
Allah (CC), İbrahim suresi ayet 24'te; doğru ve güzel sözü, kökü yerin altında sabit duran ve dalları yerin üstünde sallanan bir ağaca benzetiyor. Aynı surenin 25. ayetinde ise; "O ağaç, Rabbinin izniyle her mevsim meyve verir" diyor.
Nahl suresi ayet 125'te, Hz. Muhammed'e (SAV) ve ümmetine; "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et" emri verilmiş. Lokman suresi ayet 18'de, "İnsanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde şımarıklıkla yürüme" uyarısı yapılıp; "Allah'ın böbürlenen ve büyüklük taslayan kimseleri sevmediği" belirtilmiş.
İsrâ suresi ayet 53, "tartışma" usulüne ve üslubuna ayrılmış. "Kullarıma söyle, (tartışırken karşılarında olan kimselere) sözün en güzelini söylesinler ve güzelce tartışsınlar" beyanından sonra; "aksi takdirde, insanın en büyük düşmanı olan şeytanın araya girip fitne çıkaracağı" hatırlatılmış.
Meşhur Uhud savaşı sırasında; Peygamberin (SAV) uyarısına rağmen okçular tepesini terk edip, Müslümanların mağlubiyetine sebep olanlar var. Onlar bile; kaba, sert, rencide edici bir dille ve üslupla muhatap olmamışlar.
Allah (CC), Âl-i İmran suresi ayet 159'da bu konuya temas ediyor. Resulüne, "Onlara karşı kaba, katı yürekli olsaydın ve yumuşak davranmasaydın, etrafından dağılıp giderlerdi" diyor.
Ankebut suresi ayet 46'da; "kitap ehli" olanlara (Yahudilere ve Hıristiyanlara) karşı kullanılacak dilin ve üslubun çerçevesi çizilmiş. Aralarından zulmedenler hariç olmak üzere, onlarla en güzel şekilde mücadele edilmesi ve "Bize indirilene de size indirilenlere de iman ettik. Bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir. Biz ancak ona teslim olanlarız" denilmesi istenmiş.
Taha suresi ayet 42, 43, 44'de; Firavun örneğinden hareketle, kâfirlere yapılacak tebliğin yolu, yordamı gösterilmiş. Hz. Musa'ya; "Kardeşi Harun'la birlikte ona gitmesi, Allah'ın ayetlerini anlatıp açıklaması, yumuşak bir dille konuşması" tenbih edilmiş.
En'am suresi ayet 108'de, "Allah'tan başkalarını ilah edinenlere bile sövmeyin" uyarısı yapılıyor. Biz onların ilahlarına söversek, onların da dönüp bizim ilahımıza sövebilecekleri ihtimali hatırlatılıyor.
Peygamber Efendimiz (SAV), Mekke'nin fethi sırasında; kendisine ve ashabına karşı her türlü kötülüğü yapıp, yurtlarını-yuvalarını terk etmek zorunda bırakanlara karşı bile şefkatle ve merhametle muamele etmişti. Küçük istisnalar dışında, genel af ilan edip; "Yaptıklarınızdan dolayı sizi kınamayacağım ve cezalandırmayacağım, hepiniz serbestsiniz" demişti.
O, güzel sözü sadaka sayıyordu. Karşısında korku ya da telaştan titreyen birine; "Sakin ol. Ben kral değilim. Güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum" diyordu.
İnsanların hatalarını düzeltme konusunda, harika bir usulü ve üslubu vardı. Olayları kişiselleştirmeden ve kimseyi başkalarının yanında rencide etmeden, "İçinizden bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyorlar" diyor; ilgililer, kendilerini ilgilendiren mesajları alıyorlardı.
Yakın dostlarının ve arkadaşlarının beyanına göre; insanların en cömert ve gönlü en geniş olanı, en doğru konuşanı ve en iyi anlaşılanı idi. Gıyabında korkanlar, çekinenler; yüz yüze gelip sohbet ettiklerinde rahatlar, severler ve sevinirlerdi.
Her birimiz, içinde bulunduğumuz çevrelerde ve ortamlarda, işgal ettiğimiz mevkilerde ve makamlarda; dinimizin, dünya görüşümüzün, kültür ve medeniyet mirasımızın tebliğcileri, temsilcileriyiz. Ağzımızdan çıkan her sözün, muhataplarımıza ulaşan her halin ya da hareketin; bir değer kaybına ya da kazancına vesile olacağını bilmeliyiz.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Asım’ın annesi, babası olur musunuz? (17.03.2022)
- Biz ne için savaşmıştık? (12.03.2022)
- Savaşın kartalı, barışın güvercini (09.03.2022)
- Hangi dala tutunalım? (06.03.2022)
- Halil İbrahim Sofrası (27.02.2022)
- Vasiyetler ve varisler (25.02.2022)
- Hangi seçim selamete götürür? (16.02.2022)
- Çocuk deyip geçmeyin (08.02.2022)