Açlıktan ve tokluktan ölenlerin ortak noktası
Rızıkla ilgili ayetlerde, hadislerde, onların meallerinde ve tefsirlerinde; "yeryüzünü yaşamaya müsait bir ortam haline getiren Allah'ın, yarattığı her canlının rızkını var ettiği ve var edeceği" söyleniyor. Bu muhtevanın halk dilindeki ve düşüncesindeki karşılığı olan eski Türk Atasözlerinden birinde; "Ağılda oğlak doğduğunda, çayırda otu biter" deniyor.
Din, devlet, vatan, millet, kültür, medeniyet geleneğimizin ve genetiğimizin özü, özeti olarak; dünya nimetlerinin, tüm insanlar için de diğer canlılar için de yeterli miktarda olduğunu adımız gibi biliyoruz. Ancak, bu nimetlerin adil ve makul ölçüler içinde dengeli dağılımının yapılmaması yüzünden; "kimilerinin açlıktan, kimilerinin tokluktan" öldüklerine şahit oluyoruz.
İşte burası; yetkili ve sorumlu varlık olarak yaratılan insanın, imtihan noktası. Gücünü, imkânını, aklını, iradesini kullanma amacı ve usulü konusundaki tercih hatası.
"Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur" hikâyesi. Hayatın dengesini ve düzenini bozup, dünyayı yaşanılması zor bir yer haline getirmenin neticesi.
Dünya Sağlık Örgütü yahut Birleşmiş Milletler raporlarına göre; yeryüzünde yaşayan on kişiden biri, yetersiz beslenme ya da açlık tehlikesi ile yüz yüze gelmekte. Her yıl, milyonlarca insan; bu yüzden ölmekte.
Büyük bir çoğunluğu, az gelişmiş ülkelerin kırsal kesimlerinde yaşayan garibanlar. Giderek yetersiz beslenmenin ve açlığın alanının genişlediğine, oranının yükseldiğine dair veriler var.
Başta Avrupa ve Amerika olmak üzere, "gelişmiş" ya da "medeni" olduklarını iddia eden emperyalist ülkeler; dünyanın büyük bir bölümünü, talan ettiler. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koydular, insanlarını köle yapıp sattılar, savaşlarda ön cephelere attılar.
Bir kısmı, öz vatanında "parya" haline getirildi. Bir kısmı, kendi topraklarında, karın tokluğuna çalışmaya "mahkûm" edildi.
Kenya'nın Kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyata, bu durumu fark etmişti. Afrika'nın sömürgeleştirilme sürecini, sembolik bir ifadeyle şöyle özetlemişti:
"Misyonerler Afrika'ya geldiklerinde; bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Gözlerimizi kapattırıp dua ettirdiler; sonunda topraklarımız onların ellerine geçti, İnciller bize kaldı".
Şimdi o toprakların nimetlerini har vurup harman savurmaya devam ediyorlar. Uyananları, direnenleri, kaybettikleri değerleri geri kazanma mücadelesi verenleri; siyasi ve ekonomik ambargolar uygulayarak, terör örgütleri kurup katliamlar yaptırarak, iç savaşlarla birbirlerine kırdırarak dize getiriyorlar.
Ancak, haramzadelerin zorla aldıkları yahut sinsice çaldıkları dünya nimetleri; başlarına bela oluyor. "Yetersiz beslenme ve açlık" gibi "aşırı kilo ve obezite" de giderek büyüyen bir tehlike haline geliyor.
Her iki alanın istatistikleri arasında, eşitlik yahut benzerlik olduğunu görüyoruz. Dünya nimetlerinin bir kısmını gasp edip, insanların "aşırı açlıktan" hasta olmalarına ve ölmelerine sebep olanların; kendilerinin de "aşırı tokluktan" hasta olmakta ve ölmekte olduklarının farkına varıyoruz.
Bu durum; "Zalimin zulmü varsa, mazlumun da ahı ve Allah'ı var" sözünün canlı göstergesidir. Bir başka ifadeyle; "Edenin ayağına, doğrayanın kaşığına gelir".
Vaktiyle Niyazi-i Mısrî ne güzel söylemiş. "Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş".
Dünyanın ve insanlık âleminin açlık sorununun sebebi ile çözümü bir noktada birleşiyor. Fazla kilo ve obezite hastalığının tedavi yolu da aynı kavşakta kesişiyor.
Oburlar, açgözlüler, ihtiyaçlarından fazlasını almaktan ve çalmaktan vaz geçip yeterli beslenme ile yetinirlerse; aldıklarını geri vermek için masraf etmekten, eziyet çekmekten kurtulurlar. Fakirler de zaten kendileri için tahsis edilen gıdalara kolayca ulaşıp, açlık belasından kurtulmuş olurlar.
Böylece, doğal denge ve düzen yeniden kurulur. Yeryüzü, daha huzurlu ve güvenli bir hayat alanı haline gelir.
Rızkın çoğunu elde edip tepe tepe kullanmak için verilen mücadelelere gerek kalmaz. Adil paylaşım sayesinde, kimse mağdur ve mahrum duruma düşmez; birbirine düşman olmaz.
Anlaşılan o ki; Allah'ın kurduğu dengeyi ve düzeni bozmak, hiç kimsenin işine yaramıyor. O'nun yerine ilahlık taslamaya kalkışmak; geçici sonuçlar elde edilebilse de kalıcı ve sürdürülebilir olamıyor.
Sömürü düzeni kurmak ve yaşatmak için araştırma yapanlar yahut yaptıranlar, biraz da bu derse çalışsalar; hayat daha güzel olacak. Kişisel, kurumsal, toplumsal, evrensel açlıklar doyuma ulaşacak; obezite gibi suni hastalıklar, kendiliğinden son bulacak.
Evimizden ve ailemizden, ülkemizden ve toplumumuzdan başlayarak; bu hedefe yönelebiliriz. Yakından uzağa doğru, "adil düzen" denklemini kurabiliriz.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Gurbet duygusu ve kurbiyet kaygusu (27.06.2023)
- Önce usul ve üslup (23.06.2023)
- Önce delikleri kapatalım (17.06.2023)
- Türkiye Yüzyılı'nın Türkmen Duası (12.06.2023)
- Türkiye Yüzyılı'nın eğitim modeli (09.06.2023)
- Türkiye Yüzyılının aile kurumu (02.06.2023)
- Türkiye Yüzyılı'nın yol haritası (29.05.2023)
- Arızalı tipler, tehlikeli tripler (25.05.2023)