İnsanların yeraltı zenginlikleri
Bizim yazılı ve sözlü anlatım geleneğimizde, zaman zaman sembolik unsurlar kullanılır. Olaylar, durumlar, duygular, düşünceler; bir yerlerde yaşanan yahut yaşandığı var sayılan örnekler, öyküler, atasözleri, vecizeler, kıssalar, fıkralar üzerinden anlatılır.
Eksik veya yanlış anlaşılmaları önlemek için; "teşbihte hata olmaz" yahut "söz meclisten dışarı" gibi dipnotlar düşeriz. Böylece; kullanılan malzemeye değil, verilmeye çalışılan mesaja dikkat edilmesi gerektiğini ifade ederiz.
Böyle durumlarda; önemli olan "kıssa" değil, "hisse" yani derstir. Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımız için; "bir kıssadan bin hisse" bile çıkarılabilir.
Bu bağlamda; zihin arşivimize baktığımızda, bir "altın kıssası" dosyası görüyoruz. Sohbet ehli kimselerin, kısaca şöyle özetlediklerini biliyoruz;
Adamın biri, yana yakıla dua ediyormuş. "Hey Allah'ım! Ne olur, bahçemden bir küp altın çıksın da zengin olayım" diyormuş.
Bunu o kadar çok tekrar etmiş ki, melekler haline acımış. İçlerinden biri, dayanamayıp Allah'ın huzuruna çıkmış.
"Ey Rabbimiz! Bu kulunun duasını kabul etsen ne olur" demiş. Allah (cc); "O kulumun duası çoktan kabul edildi. İstediği bir küp altın, evvel zamanda bahçesine yerleştirildi. Ancak, adam sadece kavli dua ile yetiniyor. Kazmayı alıp bahçeyi kazmıyor, fiili duayı ihmal ediyor" diye cevap vermiş.
Şimdi bu kıssayı, örnek bir olayla birleştirelim. Gereken dersi alıp, hayata geçirme niyeti ve gayreti içine girelim.
Ordu'nun şehir merkezinde ikamet eden bir nine, doksan yaşında resim yapmaya başlamış. Gördüğü her nesnenin suretini çizerek, iki yıl sonra sergi açacak noktaya kadar varmış.
"Can sıkıntısını gidermek için, beyaz kâğıt ile siyah kalemi yoldaş edindiğini" söylüyormuş. "Çizdikçe çizesim geldi, çizdikçe çizesim geldi; evimin her tarafı resimlerle doldu" diyormuş.
Halk arasında, zaman zaman böyle örnekler ortaya çıkıyor. Bazı kimseler; eğitimini almadıkları, uzmanı olmadıkları alanlarda beklenmedik şeyler yapıyor.
Mesleğini hiç yapmayanlar yahut yarı yolda bırakanlar var. Başka sektörlerde çalışıp kazanmayı tercih ediyor ve daha başarılı oluyorlar.
Doktorun ressam, avukatın müzisyen, berberin şair, çiftçinin mucit olduğuna dair örnekler, öyküler biliyoruz. İlkokul mezunu bir esnafın; güzel şiirler yazdığına ve yayınladığına, uzun yıllar boyunca bir kültür sanat dergisini çıkardığına, etkin meydan yahut salon konuşmaları yaptığına, dükkânını dergâh haline getirip gençleri irşat ettiğine şahit oluyoruz.
İşin doğrusu; ülkeler ve toplumlar gibi her bir insanın da "yeraltı zenginlikleri" vardır. Kimi erken, kimi geç zamanda keşfedilip ortaya çıkarılır; kimi de hiç bulunmaz, bilinmez ve ebediyen olduğu yerde kalır.
Sebebi, bir "yetenek yönetimi" anlayışının ve işleyişinin olmaması. Akıl, ruh, beden bahçemizde bulunan "maden" yataklarının ne yahut neler olduğunun ve nerede, nasıl işe yarayacağının gündeme gelmemesi.
Bilinen gerçeklerden biri şu ki; "insanlar madenler gibidir". Her biri, farklı kabiliyet ve kapasitelerle donatılmış olarak dünyaya gelir yahut gönderilir.
Hayatın ihtiyaçları çeşitli olduğu için, insanların yetenekleri de çeşitli olur. Kendi kabiliyetlerine uygun alanlarda ve konularda eğitim görenler, istihdam edilenler; hem daha mutlu, hem de daha başarılı bireyler haline gelir.
Bunun için; "temel yetenekler" ile halen geçerliliğini koruyan "meslekler ve meşguliyetler" arasında "eşleştirme" yapmalıyız. Çocukların, gençlerin, yetişkinlerin, hatta yaşlıların yetenek alanlarının neler olduğuna ve hangi meslekte, meşguliyette daha fazla işe yarayacağına bakmalıyız.
Ülke genelinde, her yaş ve seviyedeki insanı içine alacak şekilde; çok yönlü "yetenek taraması" yapılmalı. Herkesin bahçesi kazılmalı ve "yeraltı zenginlikleri" her ne ise, bulunup ortaya çıkarılmalı.
Eğitim kadroları ve kurumları ile kamu yahut özel sektör statüsündeki çalışma ortamlarını ona göre düzenleyip; her bir ferdin, her türlü yeteneğini geliştirmeliyiz. Elimizde bulunan tüm cevherleri, işleyip mücevher kıvamına getirmeli; kabiliyetleri katma değere dönüştürmeliyiz.
Aslında, en büyük sermayemiz yahut zenginliğimiz budur. İyi değerlendirilebilirse; büyümenin, gelişmenin itici yahut taşıyıcı gücü olur.
Bu noktadan hareketle, ifade edelim ki; Türkiye Yüzyılı'nın önceliklerinden biri, "yetenek merkezli eğitim" olmalıdır. Felsefesiyle, mevzuatıyla, müfredatıyla, kadrosuyla, kurumuyla; buna uygun bir sistem kurulmalıdır.
O zaman, sarsılmaz bir özgüvenle; "biz bize yeteriz" diyebiliriz. Kısa zamanda, "büyük ve güçlü Türkiye" hedefine ulaşıp; gönül coğrafyamız için de örnek ve öncü olabiliriz.
Madeninde mevcut olan resim kabiliyetini, ahir ömründe keşfeden ve kendi imkânları içinde harekete geçiren ninenin; bize düşündürdüğü şey budur. Atalarımızın veciz ifadesiyle özetlemek gerekirse; "anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az" olur.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Açlıktan ve tokluktan ölenlerin ortak noktası (02.07.2023)
- Gurbet duygusu ve kurbiyet kaygusu (27.06.2023)
- Önce usul ve üslup (23.06.2023)
- Önce delikleri kapatalım (17.06.2023)
- Türkiye Yüzyılı'nın Türkmen Duası (12.06.2023)
- Türkiye Yüzyılı'nın eğitim modeli (09.06.2023)
- Türkiye Yüzyılının aile kurumu (02.06.2023)
- Türkiye Yüzyılı'nın yol haritası (29.05.2023)