Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

İslam medeniyeti yeniden doğmak zorundadır

Vahye dayalı bir medeniyet olarak ortaya çıkan ve vahyin aydınlık ve perspektifi ile şekillenen İslam medeniyeti, ilahi kaynaklı peygamber öğretilerinin temel alındığı ve beşer aklının yoğurup şekillendirdiği bir medeniyettir. Medine'de yani şehir merkezinde ortaya çıkan, vahiy kurallarına göre Kur'anî ahlak ile yapılandırılmış İslam'ın bütün ilkelerine göre şekillenmiş bir medeniyettir. Bugün yaşayan bütün medeniyetlerin temelinde etkisi olan bir medeniyettir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, düşünce, felsefe, astronomi, fizik, kimya, matematik, cebir, tıp, musiki, mimari ve estetik zevk ile karılmış öncü bir medeniyet olduğunu da ifade etmek gerekir. Bu medeniyet aynı zamanda bir telif medeniyetidir. 3. 4. ve 5. yüzyıllarda zirveye tırmanan bu medeniyet, mensuplarının yazdıkları eserlerle Avrupa'yı ve Avrupa'nın Rönesansı'nı, Aydınlanma Çağı'nı harekete geçiren ve ona kaynaklık eden bir medeniyettir. Büyük icatlar yapan, büyük devletler kuran, insanlığı maddeten ve manen donatan bir yüce medeniyettir. Çağ açıp çağ kapatan bir medeniyet olarak tarih sahnesinde zirvede yerini almış bir medeniyettir. Her yönü ile zirveye tırmanan, zirveyi asırlarca elinde tutan ve dünya ilimler tarihinde büyük yer edinen bu medeniyet zaman içinde maalesef solan bir gül gibi, içi yavaş yavaş boşalmaya yüz tutmuş bir duruma düşmüştür. Bütün duraklamalara rağmen yok olmayı asla kabullenmeyen bir çınar bir medeniyetidir. Yaprakları kısmen dökülmüş, bazı dalları kurumuş olmasına rağmen kökleri hâlâ duran ve gövdesini hâlâ koruyan bir medeniyettir. Çünkü vahiy ile beslenme imkânına sahip bir medeniyet olarak köklü bir çınar gibidir. Vahiy ile beslendiği için kökleri ve gövdesi yerinde duruyor. Belki dal ve yaprakları kurumuş olabilir, şu anda solgun gibi görünmüyor olabilir. Ama bir gerçek olarak İslam medeniyeti unutmamak gerekir ki; kökleri Hz. Âdem'e vahiy ile ilmin yeryüzüne indirilip eşyaların isimlerinin öğretildiği günden Hz. Muhammed (sallallahu Aleyunhi vesellem)'e İkra' ile başlayan hitapla vahyin devam ettiği güne ve o günden de onüçüncü asrın sonlarına kadar dayanan kadim bir medeniyettir. Ancak onikinci hicri asırdan sonra âdeta kenara çekildi ve sırayı onun eser ve köklerinden istifade eden, öğrencisi durumunda olan medeniyetlere kaptırdı. Dolayısıyla kökleri hala sağlam olup çökmeyi ve tarihten silinmeyi asla hatırına getirmeyen bir medeniyettir. Bugünkü İslam dünyasında bu medeniyetin köklerini yeniden sulamaya, yeniden canlandırmaya hazırlanan ve son elli yıldır bu gayret içinde olan bir nesil, bir anlayış, bir yorum ve bir hedef peşinde olan kitleler ve çalışmalar vardır.

Miladi yirminci yüzyılda İslam medeniyetinin durakladığını kabul etmek zorundayız. Ancak yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra ''Bu medeniyet nasıl diriltilir?'' diye zihinlerini terleten bir nesil ortaya çıktı. "Biz bu medeniyeti nasıl yeniden ihya ederiz?'' düşüncesi ve anlayışı ile son elli yıldır hep bunu konuşan ve İslam medeniyetini anlamaya, anlatmaya ve yeniden diriltmeye çalışan neslin gayretleri dikkate şayandır. İslam medeniyetini yeniden diriltmenin fikrî alt yapısı ise son yirmi yıldır oluşturulmaya çalışılmaktadır. Belki farkında değiliz; ancak küçük bir risaleden tutun köklü telif eserlere varıncaya kadar ilim ve fikir adamlarımız son yıllarda hep bunu konuşuyor ve İslam medeniyetinin nasıl diriltileceğini tartışıyorlar. Dolayısı ile "İslam medeniyetinin geleceği ne olmalı?" sorusu zihinlerimizde önemli bir yer işgal etmeye devam ediyor.

Gayet tabii olarak hep mazimizle sadece iftihar eden bir ümmet olmamalıyız. Mazimizin ve medeniyetimizin çok güçlü olduğundan şüphe yoktur. Ancak sadece maziye iftiharla bakmakla yetinirsek çağı yakalayamayacağımız gibi kendi medeniyetimizi yeniden ayağa kaldırmamız da mümkün olmayacaktır. "Kökleri mazide olan bir âti" kurabilmek için mazideki iftihar tablolarını tecrübe ürünleri olarak değerlendirmeli ve İslam medeniyetini ilk dönemlerden itibaren inşa eden ve yücelten ilim adamlarını rol model almalıyız. Zira İslam medeniyetinin zirveye tırmandığı 3,4, 5, ve 6. yüzyıllardaki ilim adamlarının tecrübelerini ve ileri görüşlülüklerini idrak ederek inşa ve ihya hususlarını gerçekleştirmeyi başarabiliriz. Hicri 1. 2. ve 3. yüzyıllarda yapılanlara bakarak o asırların imkânları/imkânsızlıkları içinde nasıl rol model bir medeniyet inşa ettiğimizi düşünerek bugünün şartlarını ve imkânlarını kullanarak medeniyetimizi ayaklandırmaya çalışacağız.

Hicri birinci asır ile onbeşinci asrı kıyaslamak, medeniyet yolundaki gayretlerimize ve düşüncelerimize ışık tutacaktır. Bu çerçevede İslam medeniyetinin ilk yıllarında yakaladığı seviyeden yola çıkarak önümüzdeki onaltıncı hicri asırla ilgili hedeflerimizi belirlememiz gerekmektedir. Dolayısıyla miladi 2050 yılına kadar İslam dünyasının ilim adamları bir plan yapmak zorundadır. Yakın geçmişte düştüğümüz hataları da sorgulayarak ve öz eleştiri yaparak ciddiyetle ele alınacak bir plan ile yola devam etmek zorundayız. Bizi 2050 yılına taşıyacak bir planı önümüze koyduğumuz zaman, 2050'den sonra gelecek nesiler çok rahatlıkla bu medeniyeti ihya etme noktasında daha da sağlam adımlarla ilerlemiş olacaklardır. 2100'lü yıllarda yapılabileceklerimizi hayal etmek ve bunları dile getirmek, hem ilmî hem de teknolojik açıdan İslam medeniyetinin sadece yeniden ayağa kalkmasını değil, aynı zamanda yitirmiş olduğu zirveyi yeniden elde etmesini mümkün kılacaktır.

Hicri birinci yüzyılda bu medeniyetin ulaştığı seviyeyi düşünürsek neler görebiliriz? Çok az bir telifimizin dışında sadece iman ve gayretin dışında pek önemli bir buluş ve icadımız yoktu. Ama vahye bağlılık ve vahyi insanlara ulaştırma gayreti vardı. İkinci yüzyıldan itibaren yavaş yavaş büyük eserler ortaya çıkmağa başlamıştır. Üçüncü yüzyılımızda zirveye doğru tırmanmaya başlıyoruz, büyük buluşlar bu dönemde ortaya çıkıyor düşünce ve telif eserler hergün biraz daha bir üst düzeye ulaşıyordu. Bu asırda ulaştığımız bu buluşların, dördüncü yüzyılda zirveye tırmandığını görüyoruz. O hâlde biz de hicri onbeşinci yüzyılda bunu konuşup onaltıncı yüzyılı planlayarak önümüzdeki 1540/2100 yılına gerçekten ilmî ve teknik hayallerle girmeliyiz. Zira "hayal edenler dünyayı değiştiriyor". Eğer hayal etmezsek, ufkumuzu geniş tutmazsak ve sadece bilimsel ve ilmî sınırlarımızla yetinirsek bu medeniyeti yeniden ayağa kaldırmayı başaramayız. Hayal etmek zorundayız. Biz hayal edelim, 2050'den sonra gelecek nesillere bir program ve bir miras bırakmayı kendimize görev kabul edelim. 2050 ve 2100 yılları arasında muhtemel gelişmeleri dile getirmeye çalışalım. Böyle bir anlayışla hareket ettiğimiz zaman bu dönemin nesilleri de geleceklerini daha iyi görecekler ve kendilerine tevarüs eden mirasla buluşacaklardır.

Bunun için çözümler neler olabilir? Son derece muşahhas, son derece basit kelimelerle ifade edecek olursak; İslam dünyası çok çalışmak zorundadır. Şimdilik pek çalışmıyoruz. Son 300 yıldır çalışmadık ama artık bunun farkına varmış bir nesil olarak gerçekten çok çalışmak ve yeniden bu medeniyeti dirilişe geçirmek için büyük gayret sarf etmek zorundayız. Diğer bir husus da ahlakiliği asla bırakmamamız gerektiğidir. Dürüstlüğü asla bırakmamalıyız ve Allah ile aramızı düzeltmek zorundayız. En küçük bir gayret bile karşılıksız değildir ve karşılıksız bırakılmamıştır. Cenab-ı Allah en küçük bir gayreti dahi âdeta nemalandırmış ve bize mükâfat olarak geri vermiştir. Söz gelimi; Amr İbnu'l-As'ın oğlu Abdullah, es-Sahıfetü's-sadika'yı derlediği zaman ileride nasıl bir ilmin ilk ayağını oluşturacağını belki hiç düşünmemişti. O, sadece Rasulullah'ın hadislerini toplamayı bir görev kabul ederek eserini oluşturmuştu, ancak onun bu eseri, bizim telif medeniyeti dediğimiz İslam medeniyetinin ilk büyük eseri sayılabilir. Bu eser kaydu'l-ilm'in ilk safhası olarak görülmelidir. Bu bağlamda İslam medeniyet dairesi içerisinde yazılan, ortaya konan hiçbir makale, hiçbir telif eser asla küçümsenmemelidir. Yapılan her ilmî ve bilimsel çalışma, onaltıncı hicri yüzyılın temeline konulmuş küçük bir taş olacaktır. Hemman İbn Münebbih'in sahifesini düşündüğümüzde; ilimler tarihimizde çok büyük bir değişimin, muazzam bir gelişmenin olduğunu görebiliyoruz. Hemman'ın bu küçük bir risale olan eserinden İbn Hacer'in el-Fethu'l-Bari adlı dev eserine gelip bir kıyaslama yaptığımızda medeniyetin birkaç asırda dev bir yapıya ulaştığını görüyoruz.

Yine aynı şekilde Zeyneb et-Tabibe'nin Hz.Peygamber (sallallahu Aleyhi vesellem) zamanındaki tıbbi anlayış ve ilmi düzeyini göz önünde bulundurarak İbn Sina'nın el-Kanun fi't-tıb adlı meşhur eseriyle ile kıyasladığımızda bu medeniyetin büyük ve çok hızlı gelişmeler gösterdiğini görebiliyoruz. İslam medeniyet tarihine ait bu örnekler arttırılabilir. Zira İslam medeniyeti, kadim ve köklü bir medeniyet olup köklerinin insanlık tarihi ile başladığını ifade etmemiz mümkündür. Diğer taraftan baktığımızda iki yüz yıl önce Amerika kıtasında gangesterlik, dalton kardeşler kültürünün egemen olduğu sosyal ve toplumsal bir hayatın dışında hiç bir şey yoktu. Ama bugün güçlü bir medeniyet yapısı ve ilmi düzeye ulaşmış bir medeniyetle karşı karşıyayız. Yüz yıl önce Japonya ve Almanya dibe çökmüş savaşlarda yok olma noktasına gelmişlerdi. Ama bugün bu iki devlet yeniden dirildi. O hâlde tek yol ve tek çare, çok gayret etmek, çok çalışmak ve çok çalışkan nesiller yetiştirmektir. Telif külliyatlarını ortaya koyacak nesilleri yetiştirmek için de kurumsallaşmak zorundayız. Beytü'l-hikme'leri kurmak ve telif medeniyetini yeniden ayağa kaldırmak, bu kurumlar ile mümkün olmaktadır. İşte bu kurumlar bugün ilk adımlarını da atmış bulunmaktadırlar.

İşte bu gayret ve kurumlarla İslam'ın ilme verdiği önem ve Müslüman ilim adamlarının çalışmaları İslam medeniyetinin yeniden doğuşunu gerçekleştirecektir. Haçlı Seferleri ve saldırıları, Moğol İstilası ve Endülüs'ün düşüşü, İslam dünyasında ilmî açıdan duraklamaya sebep olmuştur. Bu olayların menfi etkileri Osmanlı Devleti döneminde kısmen bir Duraklama Devri olarak görülmüşse de inhitat tamamen engellenmiştir. Fakat yirminci yüzyılın başından beri İslam dünyasındaki siyasi çöküşün nedenleri üzerinde durulması gerektiği kanaatindeyiz. İlim ve fikir adamlarımızın İslami bir gözlükle meseleleri değerlendirmeleri ve yeniden bu medeniyetin tekrar ayağa kaldırılmasının ve diriltilmesinin nasıl mümkün olacağını sürekli tefekkür etmeleri gerekmektedir. Eğer iman edersek kesinlikle İslam medeniyetini yeniden diriltiriz. İnanç ve İslam'ın yok olması nasıl mümkün değilse, İslam medeniyetinin de buna bağlı olarak ve buna paralel olarak ilelebet yok olması mümkün değildir. Bu medeniyet sadece bir duraklama devri yaşıyor. Çağımızda gittikçe olgunlaşmaya doğru yüz tutan İslam düşüncesinin yeniden dirilişi bu medeniyetin önümüzdeki 100 yıl içinde tekrar dirileceğinin emarelerini göstermektedir. İslam dünyasındaki ilmî gayretler ve siyasi bir bilinçlenmenin yanı sıra son 50 yılda İslam dünyasında ve özellikle Türkiye'de yapılan doktora çalışmaları ve İslâm ilimleri alanındaki gayretler bize büyük bir ümit veriyor.

İslam medeniyetinin ilmi, ahlakı, merhameti, adaleti, şefkati, sevgi ve saygıyı bütün insanlığa ulaştırmaya çalışan ve öğrenip öğretmeye gayret eden bir medeniyet olduğunu biliyoruz. İşte bu medeniyet, İslam medeniyetidir. Medeniyet, aynen insan gibidir; doğar ve gelişir. Ancak medeniyet bir tarafıyla insandan farklıdır. Medeniyet de doğar, gelişir bir noktaya kadar gelir, durabilir; ama ölmez. İnsan ölür ama medeniyet asla ölmez; dolayısıyla medeniyetin yeniden ayağa kaldırılması mümkündür. İnsanoğlu ahirette dirilecektir, fakat medeniyet dünya hayatında diriltilebilir, biz buna iman ediyoruz. Allah'ın izniyle biz ve bizden sonraki nesiller bu çalışmaları sürdürecek ve bu hedeflere ulaşacaktır.

Kısaca bu medeniyetin geleceğini konuştukça, tartıştıkça bu ulu çınarın dallarını yeşertmek asla zor olmayacaktır. Hayal ederek bu geleceği inşa edeceğiz. Herkes kendi güç ve imkânına, bilgi ve birikimine göre bir katkıda bulunursa bu medeniyet yeniden ayağa kalkıp dünyayı yeniden aydınlatacaktır. Kimsenin bundan şüphesi olmasın…

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.