İslam evrensel bir din olarak insanlığın rahat ve huzur içinde yaşayıp dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayabilmeleri için zemin hazırlayan ve buna imkânı veren son ilahi mesajdır. Cenab-ı Allah Peygamberleri aracılığıyla beşere merhametinden dolayı zaman zaman indirdiği vahiy ile onların dünya ve ahirette rahat etmelerini murat etmiştir. İnsanoğlu huzurlu bir dünyada yaşamayı arzu ettiğinde bu ilahi mesaja kulak vermek ve bu dini günlük ve kişisel hayatına hâkim kılmalıdır. Zira İslam'ın insan hayatında etkin bir şekilde uygulanması halinde her iki dünyasını kendi eliyle mamur eder. Toplum içinde adalet, şefkat, merhamet, yardımlaşma ve dayanışma gibi duyguların ancak ilahi vahyin uygulanmasıyla gerçekleşebileceği iman edenlerin bildiği bir husustur. İman bir nimettir. İman edenler İslam'a verdikleri gönül ile bu dinin mensubu olmakla iftihar ederler. İftihar ettiğimiz imanımız İslam davasına hizmet etmek ve bu dini yüceltmek için sürekli bir gayretin gösterilmesinin zorunlu olduğunu biliyoruz.
On dokuz ve yirminci yüz yıllarda Batı Avrupa hegemonyasının ve daha sonraki dönemlerde ABD'nin dünyayı işgal ve hâkimiyeti altına almaya kalkıştığı tarihten itibaren İslam'ın, Müslümanların hayatlarından uzaklaştırılma planları çizilmiş ve bu sinsi planlar ülkelerimizde sekülerizm ile birlikte hep uygulana gelmiştir. İslam'ın Müslüman toplumlarda canlı bir hayat sistemi olarak bir devletin ve toplumun bütün alanlarında yaşanması halinde sömürülmesinin mümkün olamayacağını bilen Batı emperyalistleri İslam ümmetinin başına bu işgal ve sömürü çorabını ördüler. Ümmeti parçalayarak devletçiklere bölüp güçsüz hale getirmekle kalmayıp bu küçük küçük devletleri birbirine düşman yaptıkları gibi asırlarca sürecek hegemonyalarını koruyacak yerli fakat kendilerine göbekten bağlı emperyalist boyunduruğunu kabullenen yöneticileri görevlendirerek sözde buraları terk ettiler. Paramparça olmuş bir İslam dünyası yüz elli yıldan beri İslam dinini camiye hapsederek beş vakit namazı az bir cemaatle kılmaya razı olan bir ümmet haline getirdiler. Böylelikle din camiye hapsedilince laik/seküler anlayış Müslümanların bilerek veya bilmeyerek zihinlerine yerleştirildi.
Ümmetin yeniden bir arada olması gerektiği hususunu elli yıldan beri dile getirmemizin verdiği bir meyve olarak Müslümanların kardeşliğini ve hep birlikte bu davaya sahip çıkmamız, ülkesini seven ve emperyalizme karşı direnmeyi yapabilecek yöneticilerin iş başında olmalarını sağlamamızın zaruretini hep konuşup durduk. Ve bunu nihayet kendi ülkemizde başardık. Bu ümmetin ilk müntesipleri olan ilk büyük üç topluluk olarak Araplar, Persler/kürtler ve Türklerin tevhid inancına iman edenleri ile İslam davasına gönül bağlayanların hiçbir etnik ve ırkî özelliği öne çıkartmadan tam bir ümmet kardeşliği gözü ile olayları değerlendirmemiz dahi bize İslam'ın geleceği ve gelecekteki toplum düzenlemeleri yolunda bir mesafe aldırmıştır. Birinci dünya savaşı sonrası Araplarla Türkleri ve daha sonra Kürtlerle Arapları ve Kürtlerle Türkleri birbirine düşman ettiler. Ama Ümmet bilincinin öne çıkarılması gayretleri uzun bir vakit almasına rağmen önemli bir merhaleyi gerisinde bırakmış ve ümmet evladının bir kısmı etnik milliyetçiliği aşarak ümmet kardeşliği ilkesini benimsemiştir.
Hangi ırk ve etnik gruba mensup olursak olalım bugün sadece Türkiye toprakları üzerinde dördü büyük olan yirmiden fazla ırk ve etnik grupların yer aldığını hepimiz biliyoruz. Ama bu ırki bağlarımız ve mensubiyetimiz hiçbir şey ifade etmeden bizim hepimizin Müslüman olduğumuzu ve hep birlikte kardeş olup bu topraklar üzerinde birlikte kardeşçe yaşamamız gerektiğine inanmaktayız. Bu da İslam'ın reddettiği ırkçılığı aşıp ümmet kardeşliğini benimsediğimizi ifade eden bir tavırdır.
İslam davası bizim önemli bir davamızdır. İslam'ın bir ümmet dini olduğu bilinciyle hangi kara parçası üzerinde yaşıyorsak yaşayalım esas olan bizim izzet ve şerefle bağımsız yaşamamız ve hiçbir emperyalist hâkimiyeti kabul etmeksizin topraklarımız üzerinde özgürce, hiçbir hegemonyayı kabul etmeden yaşamak zorunda olduğumuzu bilmemiz bu davayı sahiplenmenin önemli bir adımıdır.
Eğitimden ekonomiye, hukuktan sosyal yaşama, yönetimden siyasi sisteme kadar İslam'ın hâkim olduğu bir toplumu oluşturmadan Allah'ın ahkâmının yeryüzünde uygulandığını ifade etme İmkânımız olmayacaktır. İşte bizim davamız budur. Allah'ın vahyini Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in uygulamalarını esas almak ve bunu toplumsal hayata hâkim kılmak bu davanın hedefidir. Biz İslam davasına sahip çıkmak zorundayız, İslam davasının başarısı için de dava adamları olarak ciddi boyutlarda İslam'a sarılıp bu davayı yüceltmek ve ileriye taşımak zorunluluğu ve bilincini iliklerimize kadar hissetmemizin gereğini zihin ve kalplerimizde taşımamız gerekir.
İslam dünyası birçok vilayet ve bölgesini emperyalistlerin kucağına terk etmiş bulunmaktadır. Batı emperyalizmi ve özellikle Amerikan sömürgeci anlayışının İslam dünyasının birçok devletinden çıkarılması gerektiğini biliyor ve bunun için de elli yıldan beri birbirimize destek vererek bu bilincin insanımızın hayatına yerleşmesini heyecanla yazıyor ve anlatıyoruz.
Bu dava kimin, bu davaya sahip çıkmanın önemi, bu davaya sahip çıkanların yanında yer almak gerektiğini söylemek güzel ama bunu fiiliyata dökmek ve bizzat bunun için yaşamak ve bunu bir gaye edinmek çok daha önemlidir.
Türkiye'de elli yıldır verdiğimiz İslami mücadelenin ürünlerini kısmen görüyoruz. Ama bu yeterli değil, ekonomik bağımsızlığımızı tam anlamıyla gerçekleştirmemiz gerektiği gibi yeni yetişen nesillerimize İslami Ahlak ve edebin, İslami duruş ve davaya sahip çıkmanın zaruretini de sürekli dile getirmemiz gerekmektedir.
İşte bu heyecan ve anlayışla ülkemizde ve bütün İslam dünyasında İslami direniş ve çalışmaların daha ileri bir boyuta taşınması için bunları dile getirme gayreti içinde olmak gerekir diyoruz. Umarım 1990'lı yıllardan sonra 28 Şubatın getirdiği sıkıntıların akabinde kısmen pörsümüş olan İslami uyanışa destek vermek açısından yeni bir döneme girer ve gençlerimizin bu davaya sahip çıkmalarına katkıda bulunuruz. Biz ne pahasına olursa olsun bu davadan asla vaz geçmeyeceğiz. Birileri bu tavrımızı farklı yorumlayabilir ama biz tam elli yıldır bu çizgiyi başlattık ve hala sürdürmeyi azmetmekteyiz. Birileri bizi aşırı davranışla itham etmeye kalkışırsa bu onun da durduğu yeri belirleyecek bir tavır olduğunu ifade edelim.
Biz hakkı ikame etmek ve İslam'ı kalplere hâkim kılmak üzere yarım asırdan beri üzerinde olduğumuz bu çizgi ve anlayışı bırakmadan korkmadan, yılmadan, azimle yolumuza devam edeceğimizi de bütün âleme ilan ediyoruz. Ancak bu tavır ve duruş Amerika'nın doların emperyalizmin satvetini kırabilir. Liberal ve seküler yaklaşımlar bizi doların ve ABD'nin tahakkümünden kurtaramaz. Net tavır, cesur tavır takındığımız zaman bu zalimleri susturabiliriz.