1925, 26 ve 27 yıllarında üç yıl üst üste hilafet kongreleri toplandı. Bu üç kongrenin her biri hilafeti ihya etmek için biri Haydarabad'da, biri Mekke'de, biri de Kahire'de yapıldı. Ama bir konu ve şahıs üzerinde ittifak edilemediği için sonuç alınamadı. İşte o zamanki ilim ve fikir adamlarımız bu kongrelerde bir anlaşmaya varamayınca en son toplantıda, Kahire'de, şöyle bir karar aldılar: "Herkes ülkesine dönsün. Kendi ülkesinde yeniden aynen Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'de ashabına öğrettiği şekilde bu ümmeti ihya etmek için yeniden tedrisata başlasın, eğitim versin, İslam'ı yeniden anlatsın." İşte o günden itibaren yaklaşık ilk 50 yıl küçük küçük gruplar hâlinde insanlar eğitilmeye başlandı. Bunun üzerinden 50-60 yıl geçince, İslam dünyasında yeniden uyanış hareketleri başladı. İslam yeniden keşfedildi. Hindistan âlimlerinden Ebu Hasan Ali en-Nedevi'nin "Yeniden İslam'a" adıyla verdiği konferans ve dersleri sonradan kitaplaştırarak birçok dile tercüme edildi. 50 yıldan beri Müslümanlar düşünüyor. Resulullah'ın Siyretini okuyoruz, Allah Resulu'nun hadislerini okuyoruz, Kur'an'ı okuyoruz. Ama ne yazık ki Kur'an'ın bize emrettiği ve bizden istediği izzet bugün mevcut değildir. Peki neden Resulullah devri gibi bir devir yok? Neden o İslam ümmetinin medeniyette, ilimde, siyasi güçte zirvede olduğu dönemler yok. Neden bir Halife Me'mun dönemindeki ilmî araştırmalar beytu'l-hikmeler, akademiler, rasathaneler yok? Neden Kurtuba ve İşbiliyye'deki medeniyet ve ilmi düzey yok? Neden Kanuni Devri'nde olduğu gibi Avrupa'yı gerçekten dize getirebilecek siyasi güç yok? İşte 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bu sorular sorulmaya başlanınca ümmet tekrar ve yeniden Kur'an'a döndü. Tekrar hadislere dönüldü. Tekrar Resulullah'ın örnekliğine dönüldü. Ve bugün bunu konuşuyoruz. Bunları konuşmamız lazımdır. Ümmetin Peygamberi olarak onu örnek almamız lazımdır. Allah Peygamber'ine "en yüce ahlak üzeresin" diyor. Şimdi biz bu yüce ahlakın örnekliğini aldığımız zaman, Hz. Peygamber'in rahmet peygamberi olduğunu anlayacağız değil mi? Bunu da hayatımıza indirgeyeceğiz değil mi? Diğer taraftan insanlarla olan ilişkilerimizde "eğer sen katı yürekli sert birisi olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi" ayet-i kerimesini yaşarsak bizim için örnek olarak Hz. Peygamber'i (sallallahu aleyhi ve sellem) almış olacak mıyız? Ve o zaman ümmet arasındaki ülfet yeniden başlar mı? Büyük bir ihtimalle ve Allah'ın izniyle evet…
İşte bu rahmeti bu yumuşaklığı, bu şefkati bu canlılığı, bu izzeti, bu şerefi bu siyasi bilinci tekrar yeniden elde etmek için ümmet oluşumunu 50 yıldır yeni yeni yapılandırmaya başladı. Bugün arzu ettiğimiz düzeyde değildir. Arzu ettiğimiz şekilde olmadığından dolayı işte oturup konuşuyoruz, yazıyoruz, anlatıyoruz ve "nasıl olmalı?" diyoruz. Aslında onu yakalamak için öncelikle fert olarak iyi bir Müslüman olmak zorundayız. Yapabildiğimiz kadar ama azami şartları zorlayarak. İyi bir Müslüman, iyi bir baba, iyi bir anne, iyi bir çocuk yetişirse iyi bir aile ortaya çıkar. Bu iyi aileyi biz ortaya çıkarabilirsek, iyi bir komşu aile de çıkar ortaya. Üçüncü beşinci aileler olur ve bugün de kısmen bunlar var Allah'a çok şükür. Ama kâfi değildir. Biz bunları arttırmak zorundayız. Bütün İslam dünyasında Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) örnekliliğiyle ilgili yazılmış alabildiğince kitaplar vardır. Fakat daha çok yazalım. Biz de bundan geri durmayalım, çekinmeyelim. Ancak 'bu alanda şu eser yazılmış, şu alanda şöyle bir kitap var, ikinci bir esere gerek yok' şeklindeki düşünceler bizi yazmaktan alıkoyuyor. Hep böyle birçok şeyi erteleyip erteleyip duruyoruz. Eli kalem tutan herkes yazsın, dili olan herkes konuşsun, anlatma kabiliyeti olan herkes anlatsın, ümmetin fertlerine dini yeniden bu şekilde keşfettirmenin yollarını arıyacağız. Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) rahmet peygamberi olduğunu hatırımızdan çıkarmazsak, onun örnekliğini aramızda yaşarsak ashabı ile birlikte kendi aralarında yaşadıkları o İslam ahlakını, İslam'ın izzetini ve şerefini tekrar aramızda yeniden ihya edersek o izzet ve şeref Allah'ın izniyle tekrar ümmete döner. Çünkü emareler ve çalışmalar, gayretler ve işaretler onu gösteriyor. Bugün var olan bu emareleri ucundan yakalayıp bunun üzerinde biraz durur ve titizlikle Resullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu örnekliğini çocuklarımıza anlatırsak başarı elde ederiz. Özellikle ve titizlilikle O'nun her yönünü anlattığımız zaman çok verimli neticeler alırız. Ama bunları birçok kez ve birçok yerde maalesef ihmal ediyoruz.
Zaman zaman bize şikayetler geliyor. Aileler içinde ve eşler arasında kavgalar oluyor, ama hepsi eften püften, saçma sapan şeylerden dolayı kavga etmiş, hatta ayrılık noktasına gelmişler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) eşi Hatice, Aişe ve diğerleriyle böyle mi yaşadı. Hatice'ye böyle mi davrandı. Zeyneb'e karşı diğerlerine böyle mi davranıyordu. Diğer taraftan Umm-u Habibe Resulullah'a böyle mi davranıyordu? Müşrik olduğundan dolayı babası Ebu Süfyan'ı Hz. Peygamber'in minderi üzerine oturtmayan "O Peygamber'in minderidir sen ise necissin" diyen Ummu Habibe gibi neden olamıyoruz. Babasına "sen onun üzerine oturamazsın" demesi Peygambere olan saygısından dolayı idi. Hz. Peygamber'in Hz. Hatice'ye karşı olan o saygısını düşündüğümüz zaman eşler arasında hiç kavga olur mu? Yani bir Müslüman kişi "ben Müslümanım Peygamber'i de seviyorum" diyorsa ailevi hayatını da ona göre düzenlemesi gerekmiyor mu? Peygamber'i seviyorsak o halde onu örnek almak gerekmiyor mu? Müslüman asla ve kat'a hanımıyla kavga edemez. Müslüman bir ailede böyle bir sorun olmaz, mümkün değildir. Karşılıklı saygı Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) bize öğrettikleridir, bunları yaşarsak mutlu bir aile düzeni oluştururuz.
Bir erkek, bir baba, bir evin reisi eğer bu şekilde, hanımına olan bu saygıyı ortaya koyabilirse Müslüman ailelerde değil boşanmalar, asla hiçbir kavga bile olmaz. Müslüman bir ailede anne-baba ve çocuklar arasındaki ilişki, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Fatıma ile olan ilişkisi gibi olmalıdır, damadı Hz. Ali ile olan ilişki gibi olmalıdır.
"Ebu Turab" lakabının ortaya çıktığı gün…. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Fatıma'nın evine gitmiş, ancak damadını evde görmeyince "Ali nerde?" diye Fatıma'ya sormuş. Fatıma babasına cevaben: "Bilmiyorum" diyor. Hz. Peygamber bir şeylerin olduğunu anlıyor. "Ne oldu?" diye sorunca, Fatıma "Kavga ettik" diyor. Bunun üzerine kız babası olarak, ama Peygamber bir kız babası olarak, Hz. Ali'yi bulmaya gidiyor. Hz. Ali'nin mescidin bir kenarında oturmuş yerde yatmış, uyumuş. Resulullah, Hz.Ali'nin yüzüne toprak yapışmış görüyor. Ona "kalk ebu turap kalk" yani "yüzüne toprak yapışmış adam kalk" diyor onu okşuyor, onunla konuşuyor alıp eve götürüyor Fatıma'nın yanına oturtup barıştırıyor ve her şey bitmiş oluyor. İşte önemli ve uyulması gereken bir örnek. Yani Hz. Resulullah'ın bir baba olarak davranışı böyle olur. "Sen nasıl olur benim kızımla kavga edersin, nasıl kızımı üzersin?" demiyor. Ama biz bunu diyoruz. İşte örneklilik orda ortaya çıkar.
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça