Bize göre hakikat, hakikate göre biz
"Arar idik Mevla'yı bulduk isek ne oldu, ağlar idik dün ü gün güldük ise ne oldu" der Yunus Emre; maksadına ulaşan insanın hayretini anlatan ve var olmanın bir maksattan başka bir maksada sürekli bir seyr ü sefer olduğunu anlatan şiirinin bir mısraıdır bu. Ardından seyr ü sülukun iki merhalesini, yani ibnü'l-vakt (vaktin oğlu) ve ebu'l-vakt (vaktin babası) dönemlerini anlatırken şöyle der: 'Erenler meydanında yuvarlanır top idim (ibnü'l-vakt), Padişah çevganında kaldı isem ne oldu (ebu'l-vakt).' Birinci mısrada ilahi kaderin tecellisi karşısında halden hale giren ve bir top gibi kendisiyle oynanan insanın edilgenliği ile ikinci merhalede görece 'etkinliği' anlatılır; her iki halde de temelde değişen bir şey yok, yol devam ediyor.
Bu şiirin Yunus Emre'nin şiirleri arasında özel bir yerinin olduğunu düşünürüm: Madem bütün mücadele ve cehdimiz bir maksada ulaşmak saikiyle istikamet buluyor, maksada varınca ne olacak diye merak etmemek mümkün mü? Acaba bütün arayış ve cehd gayeye varınca sona mı erecektir? Yaşadığımız hal ve içinde bulunduğumuz an üzerinde odaklanmamız maksadı düşünme imkanı vermez bize. Mevcut durumun güçlüğü maksat üzerinde düşünmeyi erteletir. Maksat ya ulaşılması muhal bir ütopyadır veya ulaşınca sorun ve sıkıntı saydığımız her şeyin biteceği bir haldir diye umarız. İkisi de büyük sorundur: Ulaşamayacaksak niye maksattır ve her şey bitecekse, insan ne olacaktır? Böyle bir garip tutumla hareket eder, belirsizlik içinde mücadele eder, bu umutla sıkıntılarla mücadele azmi kuşanırız. Maksada varmaktan umutlu olmamak, bizzat talebi ve arayışı maksat saymaya yol açar; 'yolda olmak' halinin yüceltilmesi maksada inanmamaktan kaynaklanır. Maksada ulaşmak umudu yok ise veya istisnai insanların erebileceği 'gökteki bir yıldız' ise maksat, yola girmek veya yolda olmak niye değerli olsun ki?
Bu mısrada Yunus insanın ulaşabileceği maksadın onun umduğu neticeyi vermeyeceğini söyler: Maksada erince hikayemiz sona ermeyecek, aslında çok da bir şey değişmeyecek diyor mısra. Bu neden böyledir? Birkaç neden akla geliyor: Evvelemirde biz mevcut durumumuzdan hareketle maksat belirler, ona varmaya çalışırız; maksada vardığımızda ise eski durumumuzdan farklı olmayan bir halet-i ruhiyyede buluruz kendimizi: Maksat bizi dönüştürmemiş, eskisi gibi kalmışız. Bu kez başka bir maksat belirleriz kendimize; ona doğru gider, mücadelemizi ona teksif ederiz. Yunus'un dediğine göre ona ulaştığımızda da benzer durum ortaya çıkar. Nereye kadar gidecek bu çelişik durum: Maksadı kendimize göre değil, maksada göre kendimizi anlamaya başladığımız ana kadar! Bu durum sufilerin sülukun nihayetinin hayret olduğunu söylemesini bir nebze izah ediyor: İnsan inayet ve ilahi lütfun tezahürü olarak girdiği yolda hayret denilen bir dereceye ulaşır. Bu hayret hakikat karşısında insan idrakinin sınırlılığını anlatırken aynı zamanda terakki, miraç, ahlaklanmak gibi değişim kavramlarını yeni gözle yorumlamayı iktiza eder. Attar'ın ünlü eserindeki kuşların hikayesi gibi 'hiç bilinmeyen bir şey değilmiş hakikat.'
Yunus'un şiiri akla İrlandalı hikayeci Bernard Shaw'ın şu cümlesini getirir: 'İnsanın iki trajedisi vardır: Birincisi hayallerine ulaşmamış insanın yaşadığı hayal karıklığıdır, bu açık. İkincisi ise hayallerimiz gerçekleştiğinde ortaya çıkan hayal kırıklığıdır.' Her ikisinin bir hayal kırıklığı ortaya çıkartmasının neticesi maksadın bizce ve bizim eksik hallerimizle belirlenmiş olmasıdır. Maksadı tespit ederken noksan ve hırslarla dolu olunca maksadı da malul ve noksan telakki ederiz. Bu maksadı 'kemale ermiş' bir insandan öğrenmemiz durumu değiştirmez; onun söylediklerini de kendimize göre anlar, kendimizce yorumlarız, onun hakikat dediği şeyi mevcut halimizle anlarız. Hakiki maksat yolun sonunda malul ve noksan hallerimizin görece ortadan kalkmasıyla ortaya çıkar.
Müslüman düşünürler arasında yolun zihni ve ahlakı değiştirebileceği meselesini en iyi anlatan sufilerdi: Onlara göre yola girmek iki kademe içerir: Birincisinde insan hakikati ve maksadı kendine göre ve kendisi için talep eder. Bu durumda insan gerçekte yolculuk yapmaz, insanın durduğu yerde ve halinde hakikati kendine yaklaştırma hevesidir; hakikate gitmek değil, hakikati kendine getirme hevesidir. Bu süreçte hakikati kendimize ve kendimiz için anlamaya çalışır, ondan bir iktidar devşirmek isteriz, en azından mevcut durumumuzu tahkim ve temkin etmek isteriz. Yolculuk (ahlaklanmak) bize yeni bir varlık tarzı ve daha çok da bir iktidar alanı sunacaktır diye umarız. Elde etmek istediğimiz haz veya nimetler mevcut durumumuz tarafından öngörülmüş, mevcut telakkimizle şekillenmiş hazlardır. Nihayetinde varacağımız 'cennet' mevcut durumumuzun daha iyi olduğu nimetlerin mekanıdır. İnsanın hakikate yolculuğu bulunduğu yerden ayrılmasıyla başlar. İnsan kendinden ve iktidar alanından uzaklaşarak yolculuğa çıktığında hakikat bir özne olarak yolu ve yolculuğu şekillendirmeye başlar. Bu kez insan hakikati kendine göre değil, hakikate göre kendisini bilmeye-anlamaya başlar.
Peki, biz hakikate göre kendimizi tanırsak ne olacak? Yunus 'bulduk ise ne oldu?' derken bu soruya dikkatimizi çekiyor; mısrada onu hali hazırda anlamayacağımız iması var. Belki başka düşünürlerde bunun cevabını bulabiliriz.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Fail ve Yaratan Allah: Öznede Birlik İlkesi veya Tevhid-i Efal (25.02.2019)
- Tasavvuf ve Tevhit: Allah’ın Birliğine ve Kemaline İman (18.02.2019)
- Asırlık bir müktesebat heba olmadan: İlahiyat fakültelerini açık öğretim fakültesi yapmak (10.02.2019)
- Bir duygu ve bir erdem arasında sevgi (29.01.2019)
- Sevmek ve talep üzerinde: Olmayanı sevmek ne demektir? (28.01.2019)
- Var olma tutkusu: Uluhiyet ve insanın en güçlü arzusu (30.12.2018)
- Hz. Peygamber’in doğumuyla ilgili mübalağalı anlatımlara nasıl bakmak gerekir? (30.11.2018)
- Mevlid-i Nebi hakkında (27.11.2018)