Arama

Ekrem Demirli
Şubat 25, 2019
Fail ve Yaratan Allah: Öznede Birlik İlkesi veya Tevhid-i Efal

Bir önceki yazıda sufilerin tevhit hakkındaki görüşlerini ve bu bahiste karşılaştıkları ithamları özetlemiştik. Sufilerin sözlerinde ve eserlerinde zikredilen tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat daha teknik ve özel konularla ilgiliyken tevhid-i efal (fiillerin tek faili) herkesin az çok aşina olduğu konularla ilgilidir. Bu bahiste tevhide dair konuşmalar şu noktada odaklanır: Yaratan Allah aynı zamanda günlük hayattaki fiillerin faili ise insanın özgürlüğünden söz edebilir miyiz, edemez miyiz? Başımıza gelen her şey Allah'tan ise elimizde ne vardır? Olan bitene karşılık kimi suçlayacağız, kimi öveceğiz ve kimi sorumlu tutacağız?

Tevhid-i efal (fiillerin tek faili) kadere inanmanın istilzam ettiği tevhit yorumudur. Kavramlaştırma sufiler arasında ortaya çıkmış olsa bile, Ehl-i sünnet'in iman ilkelerinin bir neticesi olarak kabul edilebilir. Sufiler bu tevhit anlayışını sadece kavramlaştırmakla kalmadılar; kavramı ortaya çıkartan birçok düşünceyi ahlaki hayatın temel meselesi haline getirerek zengin bir tecrübe birikimini geride bıraktılar. Artık tevhit-i efal dediğimizde Merkez Efendi'nin 'her şey yerli yerindedir' diye özetlenebilecek menkıbesinden 'olabilecek alemlerin en iyisinde teslimiyet üzere yaşamak' ilkesine veya 'Allah'a tevekkül imanın neticesidir' gibi cümleler aklımıza gelir oldu. Tevhid-i efal'in daha çok sufilerle anılır olmasının sebebi budur. Tasavvuf, tevhidin iktiza ettiği hale ulaşmak ve bundan razı olmak yoludur. Bu itibarla ahlaki hayat kişinin kendini veya başkasını özne saydığı yüzeysel bir kavrayıştan –yanılsama- her şeyin failinin Allah olduğunu marifete doğru –tahkik- yolculuk demektir.

Bununla beraber terimin sufilerle özdeşleşmesi fiillerin tek faili olduğu inancının Müslümanların büyük kısmının inanç ilkesi olduğu gerçeğini değiştirmez. Ehl-i sünnet'e göre imanın şartlarından birisi kadere imandır: iyilik ve kötülüğün Allah'tan geldiğine inanmak sahih imanın neticesidir. Günlük hayatta karşılaştığımız veya başımıza gelen veya bizden ortaya çıkan her ne var ise hepsi Allah tarafından yaratılmıştır. Üstelik bütün bunların bir neticesi vardır: Başımıza gelenlere veya yaptıklarımıza mukabil Allah'a hesap vereceğiz. İşte dini düşüncede sorun tam burada ortaya çıkar: Her şey Allah'tan ise insan sorumluluğu nasıl açıklanacaktır? Özgür olmadan sorumluluk mümkün olabilir mi? Bu meyanda Ehl-i sünnet bir takım kavramlaştırmalarla –biraz da zorlama yorumlarla- insan sorumluluğunu açıklamak istedi. İnsan sorumluluğu temellendirilmediği sürece bireysel ahlak alanının tanziminden veya kamu nizamının tesis edilmesinden söz edemeyiz: insanlara 'yap' deyip özgürlük vermemek makul olabilir mi? Ehl-i sünnet kelamcıları sorumluluğu ortadan kaldırmayacak lakin ilahi kudret ile çelişmeyecek bir beşeri kudret bulmak istedi.

Ehl-i sünnet içerisinde bu konuda iki tavır ortaya çıkmıştır: Birincisi teorik tartışmaları dindarlığın tabiatına aykırı bulan 'suskun' alimlerin tavrıdır. Onlar dinin inanç alanında konuşmayı haddi aşma sayarak (bidat) uygun görmediler. Onlar yükümlülük meselesini tartışmadan kendilerini ibadete vermeyi Müslüman olmanın gereği saydılar. Ehl-i sünnet'in 'konuşan' kanadının büyük meselesi ise ilahi kudrete halel getirmeden insan sorumluluğunu dayandırabileceğimiz özgürlük alanı bulabilmekti. Onların getirdiği çözüm 'Allah'tan olmak' ile fiilen gerçekleşmek ve ortaya çıkmak arasında yer alan nispî-zamansal boşluk idi. Bunun için kader inancında ifade edilen 'her şey Allah'tan gelir' tabirini Allah'ın yaratması anlamında yorumlayarak 'Allah tarafından yaratılma' ile 'insanca tercih edilme' veya 'iktisap edilme' arasında bir fark görmüşlerdir. Bu durumda bir fiilin Allah tarafından yaratılması ile insan tarafından tercih edilmesi arasında öngörülen ayrım insan sorumluluğunu açıklayabilecekleri zemin idi. Ehl-i sünnet'in çözümü makul bir açıklama olarak kabul edilmedi ve kimseyi ikna etmedi; fakat yapılabilecek başka bir şey de yoktu. Özgürlüğü temelden reddetsek sorumluluk, insan özgürlüğünü kabul etsek ilahi kudret zarar görecekti. Erken dönemden itibaren kelam geleneğinde ortaya çıkan dini düşüncenin bundan büyük sorunu yoktu. Ehl-i sünnet'in kaçınmak için mücadele verdiği açmaza düşmeyi görev bilenler ise sufiler oldu. Onlar iyilik ve kötülüğün Allah'tan gelmesiyle Allah'ın onları yaratması arasında hiç bir fark görmedi. Her şey Allah'tan gelir ve her şey her merhalesinde Allah tarafından yaratılır. 'Allah'tan başka yaratan yoktur' cümlesini 'Allah'tan başka fail yoktur' diye açıklamak tevhid-i efal inancının en kestirme ifadesidir. Sufiler bunu 'la-faile illa Hu' diyerek kavramlaştırmış, la-ilahe illellah'ın (Allah'tan başka ilah yoktur) müteradifi saymışlardır.

Her şey Allah tarafından yaratılmışsa insan sorumluluğu nasıl izah edilecek? Sufiler bu konuda iki tavra sahip olageldi: Birinci tavır açıktan cebri görüşü benimseyen sufilerin görüşüdür. Onlar için mesele sorumluluk veya özgürlük meselesi değil, gafletten uyanarak vakıayı olduğu hal üzere idrak meselesidir. Onların sözleri açık bir cebrilik hissi verir; buna rağmen 'sorumluluğu' kabul etmeleri onları cebrilikten bir ölçüde uzaklaştırır. Onlara göre Allah'ın Mutlak Varlık olduğunu idrak edebilirsek –ki bu da lütuf sayesinde olabilir- O'nun bilgisine teslimiyet ve bundan razı olmaktan başka yol kalmaz. İkinci tavır ise erken dönemde tasavvuf tarihini yazanların dile getirdikleri 'Ehl-i sünnet kelamının özgürlük anlayışını kabul etmektir. Onlar sufilerin Ehl-i sünnet akidesini kabul ettiğini düşünerek meseleyi Ehl-i sünnet alimlerinin görüşüne havale ederler. Onlara göre her şeyin Allah'tan olması insan sorumluğunu ortadan kaldırmaz; insanın sorumlu olması ise failin birliğini ortadan kaldırmaz. İnsanın esas sorumluluğu bu paradoksu anlayabilmek için zan ve vehimlerinden arınmak, bunun için yola girmek, hakikat uğruna çileli yola katlanmaktır. Onlara göre yolun başında hakikati öğrenmek mümkün olmayacak. Hakikat bütün bu tartışmalara kaynaklık teşkil eden korkuların ve umutların anlamsız hale geleceği yolculuğun neticesinde tebellür edecektir: bize düşen sabretmektir!

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN