Birkaç gün önce Hz. Peygamber'in mevlidini idrak ettik: Modern çağda bir şeyin varlık ve anlam bulabilmesi ekonomik etkinlikten pay almasına veya ona katkı sağlamasına bağlıdır. Bu nedenle günler, geceler, yıl dönümleri ticari bir metaa dönüştükleri ölçüde varlıklarını sürdürürler. Bu durumu "dini günler" veya "la-dini günler" diye ayrıma tabi tutmadan ticari meta haline gelen bütün kutlamalar için düşünebiliriz. Hz. Peygamber'in mevlidi üzerinde geçmişten beri bazı Müslümanlarda yer alan tereddütlerin bir kısmı 'kutlama' kültürüne yönelik bu kaygıdan gelir. Yakın zamanda mevlidin hicri veya miladi takvime göre yapılmasıyla ilgili ortaya çıkan tartışmaların bir kısmı mevlidin metalaşması sorununa teksif edilebilseydi muhtemelen daha bereketli neticelere varabilirdik.
Mevlit, daha doğrusu doğum günü kutlamaları kadim zamanlardan beri yaygın bir gelenektir. Bu konuda dikkat çeken örneklerden birisi bizzat Hz. Peygamber'in sözlerinde geçer: Hz. Peygamber'e Pazartesi günü niçin oruç tuttuğu sorulunca 'o gün doğmuşum' diye cevap vermiştir. Hz. Peygamber doğumu bir şükür vesilesi sayarak onu oruçla karşılamayı adet edinmiş, onun adeti ise Müslümanlar için sünnet haline gelmiştir. Buradan hareketle insanların doğum günlerini kutlamaları veya herhangi bir hayırlı işi şükür vesilesi sayarak iyi işler yapmaları yanlış veya batıl saymamak lazımdır. Bununla birlikte bizim Hz. Peygamber'in mevlidini kutlamamızın daha özel anlamı olmalıdır. Bunun için her mevlit kutlamasında sorulması gereken soru aynıdır: Biz Hz. Peygamber'in mevlidini niçin kutluyoruz?
Müslüman toplumların Hz. Peygamber'in mevlidinin kutlanması eski tarihlere dayanır. Pazartesi orucunu bir kutlama tarzı sayarsak, ilk kutlamanın Sünnette yeri olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte günümüzde bilinen kutlamaların Şii-Fatimî iktidarıyla başladığını hesaba katarsak eski bir geleneğin burada yer değiştirdiğini düşünebiliriz: Kadim toplumlardaki kahramanların, dini ve siyasi önderlerin doğum günlerini kutlama geleneği Müslümanlarca benimsenmiş, Peygamber'in tanınmasını sağlamak için bir vesile kabul edilmiştir. Bu yaklaşımda -din sosyologlarının daha iyi tahlil edilebileceği- bir hafıza yenileme iradesinin bulunduğunu söylemek gerekir: Yeni Müslümanlaşan toplumlar Peygamberi tarihin merkezine alarak öteki kahramanları ikincilleştirmiş veya bütünüyle unutmaya gitmiştir. Bu itibarla Müslümanlar yeni kültür bölgelerindeki geleneklere mukabele etmek üzere böyle uygulamalar geliştirmişlerdir. Ancak yine de ortadaki sorun varlığını koruyor: Biz tabii bir hadiseyi niçin kutluyoruz? Sorunun cevabını bu kutlamalara ismini veren şiir yazan Süleyman Çelebi'nin eserinde bulabiliriz:
HZ. PEYGAMBER: KURTULUŞ VESİLEMİZ!
Süleyman Çelebi Hz. Peygamber'in doğumu ve ahlaki meziyetleri üzerine yazdığı şiirini Vesiletü'n-necat (Kurtuluş Vesilesi) diye isimlendirdi. Bu şiir Hz. Peygamber hakkında yazılan şiirlerin en değerlisi haline gelerek türe ismini verdi. Her şeyden önce şiir tasavvuf anlayışını şekillendirmiş peygamber telakkisinin en veciz anlatımıdır. Süleyman Çelebi'nin şiiri öyle etkili oldu ki, artık mevlit denilince akla sadece onun şiiri geldi. Bir şiirin böyle etkili olması bir tesadüf olamaz; onun şiiri Müslümanların Peygamber telakkisini en iyi temsil eden şiir olduğu için merkeze yerleşebildi. Çağımızda en iyimser durumda bile sünnet ve hadis üzerindeki dar konuşmalarda kilitlenen Peygamber telakkisi ile biz Süleyman Çelebi'nin neden bahsettiğini anlayamayız. Her şeyden önce mevlit şiiri Peygamber sevgisi üzerine kuruludur. Müslüman dünyanın önemli bir bölümünün –daha çok Arap olmayan kesim- din anlayışı peygamber sevgisi ekseninde şekillendi. Bir batılı araştırmacı-gazeteci şöyle bir tespitte bulunmuştur: 'Müslümanlar Allah hakkındaki ileri geri bazı sözlere şiddetle tepki göstermeyebilir. Fakat hiçbir Müslüman Peygamber hakkında saygısızlığı kabullenemez." Bu tespiti yapan kişi Pakistan-Hindistan bölgesinde Müslümanların peygamber telakkisini müşahede eden bir gazetecidir. Vakıa görünürde dini açıdan bir çelişki görünebilir: Müslümanlar peygamber sevgisine odaklanırken dinin ana bahsini gözden mi kaçırıyorlar? Bu sevgide bir insanın fazla öne çıkartılması mı söz konusudur? Kanaatimce bunu böyle görmek insafla bağdaşmaz. Hiç kuşkusuz Allah dinin gayesi ve varlık sebebidir. Müslümanlık tevhit ilkesi üzerine kuruludur ve dinin varlık sebebi Allah-insan ilişkisini tanzim etmektir. Bununla birlikte Allah mutlak ve bilinemez olandır. Bu yönüyle O'nunla ilişkimiz 'gayb üzere iman' ile başlar, daha sonra güçlense bile 'gayb' özelliği ortadan kalkmaz. Öte yandan Allah insan ilişkisi dinin öncesinde sabittir; bilhassa ateizmi ilkece reddeden düşünürler Allah-insan ilişkisinin ontolojik yönü üzerinde durarak bu irtibatın dinin varlığını öncelediğini düşünür. Bu itibarla Allah insan olmanın iktiza ettiği bir talebin ve yönelimin maksadıdır. Halbuki Peygamber dinin kendisiyle ilgilidir. Bu nedenle daha somut ve açık bir anlam kazanarak dindarlığın başlangıcını temsil eder. Peygamber yol demektir. İslam'ı bir din kılan şey Allah'a imandır; onu Allah'a giden yol haline getiren ise kelime-i şehadetin ikinci kısmını teşkil eden Muhammed-Resulellah (Muhammed Allah'ın elçisidir) kısmıdır. Başka bir anlatımla biz Allah'a ancak Peygamber üzerinden gidebildiğimiz için peygamber bizim için kurtuluş vesilesidir. Süleyman Çelebi'nin şiirini Vesile diye isimlendirmesi bize İmam Gazali'nin ünlü eseri el-Munkız mine'd-dalal'ı (dalaletten kurtaran) hatırlatır. İmam Gazali'nin İslam entelektüel geleneğinin baş yapıtlarından birisi olan eserinde de kast edilen zımnen Peygamber ve onun sünnetidir: O halde mevlidi niçin kutlarız sorusunun birinci cevabı budur: Biz kurtuluş vesilemizin doğum gününü kutluyoruz; yani aslında bu kutlama bizimle ilgilidir.