Fatma Bayram

Öbür dünya yoksa iyilik ölür

Gözüm seni görmek içün elüm sana irmek içün
Bugün cânum yolda koyam yarın seni bulmak içün

Yunus Emre

İyiliği tanımada mihver kabul ettiğimiz ayette (Bakara 2/177) Allah'a imandan sonra ahiret gününe (son güne) inanmanın gelmesi düşündürücüdür. Bildiğiniz gibi, söz konusu ayette meleklerin, kitapların ve peygamberlerin kabul edilmesi de iyilerden olmak için şart koşulmuştu. Acaba Yüce Allah'ın iyilik terazisinde iman esaslarına bu ağırlığı kazandıran değer nedir? İyi insan olmak inançtan bağımsız olamaz mı?

Öncelikle belirtmek gerekir ki felsefenin, ahlakın kaynağı olarak gösterdiği "fayda (menfaat), görev duygusu, vicdan ve iyilikten haz alma" gibi açıklamaların tamamı ahirete imanda içkindir. Çünkü ahirete inanmak demek ileride vuku bulacak can yakıcı azaptan kurtulmak ve sonsuz nimetlere erişmek için (ertelenmiş menfaat) şu andaki bazı hayvani dürtüleri kontrol etmek ve nefsanî isteklerden vazgeçmek demektir. Üstelik ahiretteki ödüller dünyadaki hazlarla kıyaslanamayacak kadar büyük ve hayırlıdır (Yusuf 12/57; Şura 42/36-39; Ahzab 33/21). Ayrıca ahirete iman, kişinin kendisini sürekli sorgulamasını (nefis muhasebesi) gerektirir. Bu muhasebe hayatımızda iyiliğin var olup olmadığının farkına varmak için şarttır. İnanmayanlar ise hayatın sonunda bir hesap görüleceğini düşünmediklerinden yaptıklarından hoşnut ve kendilerini sorgulamaya kapalıdırlar. (Neml 27/4-5)

Şu var ki inanç dediğimizde etliye sütlüye karışmayan, soyut bir Tanrı inancından bahsetmediğimiz gibi, bilgisizce, bağnaz veya basmakalıp din-iman tasavvurlarının da kâmil iman olmadığını biliyoruz. İnandığı Rabbi tanımayan, kitabını bir kez dahi okumamış, peygamberini bilmeyen, kendi zihninde ürettiği bir dindarlık anlayışı ile yaşayıp gidenlerin ilişkilerinde, ticaretlerinde, sosyal hayatlarında iyi sayılamayacak birçok ahlak dışı davranışlarda bulunabildikleri inkâr edilemez.

Buna mukabil Rabbine hakiki saygı duyan, O'nun sevgisini, rızasını ve korkusunu esas alarak davranan (takva), cennet umudu ve cehennem korkusunu bilinçli bir şekilde yüreğinde taşıyan insanların hemcinslerine karşı daha ahlaklı olduğu, inançsızların da katıldığı çok sayıda kişi tarafından kabul görmüş bir gerçektir. Bu imana ermiş olanlar dünyada başlarına gelenlerin anlamsız olmadığını bilirler. (Mü'minun 23/115) İradeleri dışında olup bitenlerden değil, bu olaylara verdikleri tepkiden sorumlu olduklarının da bilincindedirler. (En'am 6/164) Ayrıca şu an öyle görünmese de iyiliğin er geç karşılıksız kalmayacağına inanırlar. (Bakara 2/110, 281; Al-i İmran 3/115) Bu açıdan Rabbimizin Rahim isminin tecelligahı olarak ahirete iman iyiliğin en büyük garantörüdür.

Özet olarak Elmalılı'nın ifadesiyle ahirete inanmakla inanmamak arasındaki fark ölmek için yaşamakla hakikaten yaşamak için ölmek arasındaki farktır.

AHİRETE İMAN-SORUMLULUK İLİŞKİSİ

Ahiret kelimesi "evvel"in zıddı olarak "son" manasına gelir ve ahirete inanmak da sonraki hayata inanmak demektir.

Bugün yapmakta olduğumuz bir işe, sonunu düşünerek başlamak hayat başarısı açısından büyük bir avantaj olduğu kadar insana ciddi bir sorumluluk duygusu da yükler. Bile bile yanlış yapmanın veya doğruyu göz göre göre ihmal etmenin sorumluluğu.

İşte bu yüzden ahirete iman demek sorumluluk/hesap bilinci demektir. Emalılı'nın ifadesiyle bu dünyada teklif ve imtihana inanıyorsak zorunlu olarak ahiretin varlığına da inanırız. İyiliği hemen şimdi seçebilmek (ihtiyar), çeldiriciler karşısında azimle sebat etmek (sabır) hep bu bilinçle hayatta kalır. Fakat insanların çoğu acil olan hazları sonunda ulaşacakları kalıcı mutluluğa tercih eder. Oysa Kur'an'a göre "dünya âhirete nisbetle geçici ve değersiz bir metâdan ibarettir." (Ra'd 13/26) "Âhiret yurduna gelince, asıl hayat, huzur ve sükûn oradadır." (Ankebût 29/64; Mü'min 40/39)

Bu noktada bazılarımız iyiliği dünyevi-uhrevi hiçbir karşılık beklemeden, sırf iyilik olduğu için yapmanın değerine işaret ederek, uhrevi de olsa bir ödül beklemenin iyi bir seviye olmadığını söyler. Bu düşünceye iki açıdan hayretle bakıyoruz. Öncelikle bu yaklaşım, Kur'an'da yüzlerce ayette anlatılan uhrevi ödül ve cezayı/cennet ve cehennemi önemsizleştirmek demektir. İkinci olarak bunu söyleyenler, iyiliği iyilik olduğu için yapmanın dinde hiçbir zaman küçümsenmediğini, aksine en yüksek mertebe olarak görüldüğünü, fakat çoğunluğun başaramayacağı bu yüksek idealin her insana dayatılmadığını görmezler mi?

Evet, iyiliği, sonuçta ulaşılacak ödül için değil, sadece iyilik olduğu için yapmak en yüksek mertebedir. Din de bu amacı kutsar. Bununla birlikte gerçekçi bir şekilde bunun bütün insanlar için erek olamayacağını bilir ve ahiretteki hesabı, ödül ve cezayı sık sık hatırlatarak sıradan insanın da iyiliği başarması için yardımcı olur. (Mü'min 40/17)

Bu satırları yazar veya okurken hepimizin içinden o en yüksek derecede olma arzusu geçmekte. Mü'min bir insan elbette bunu arzular. Yalnız bilmeliyiz ki bu mertebe, yüksek adanmışlık ve fedakârlık istediği gibi iyiliği yaparken ve yaptıktan sonra başa gelenleri dert etmemeyi ve yakınmamayı da ister. Muhasibi bunun ölçüsünü şöyle açıklar: "İnsanın bir işi sırf Allah rızası için yaptığının alameti kıymeti bilinmediğinde rahatsız olmamaktır."

İnsanların büyük kısmı bu düzeyi tutturamaz. Veya bu makama yükselmiş olsa bile zaman zaman düşüşler yaşar. Bu nedenle sürekli ahireti hatırla(t)mak her seviyedeki mü'minin iyilik düzeyini korumak için şarttır. Efendimiz neredeyse bütün hutbe ve vaazlarında mutlaka uhrevi sorumluluğa değinir, orada karşılaşacağımız halleri detaylarıyla anlatarak iyilik yolunda gevşemenin önüne geçmeye çalışırdı.

Zira iyilik sadece en yüksek düzeye erenlere has kılınamayacak kadar yaygın bir ihtiyaçtır.

ÜÇ İNSAN TİPİ

Muhammed Hamidullah dinin her kesimden insana hitap etmesi gerektiğini anlatırken toplumların temelde üç tipten oluştuğunu söyler. Birinci grup zatı itibariyle iyi, uhrevi bir hesap veya dünyevi bir ceza olmasa da kimseye kötülük yapmayacak olanlardır ki kendisi bunların oranının yüzde yirmi civarında olduğunu belirtir. Hamidullah özünde iyi olan bu grubun teşvike ihtiyaç duymadan iyiliklerini sürdürebileceklerini ve –buraya dikkat- dinin asıl hedef kitlesinin bunlar olmadığını söyler.

Ona göre bir de en alttakiler vardır. Ne vicdani ne de uhrevi bir sorumluluk duygusu taşımayan bu grubun oranı da yüzde yirmi civarındadır. Bunların iyi insanlar olmalarını temin edemesek de hiç olmazsa kötülükten olabildiğince uzak tutmak için adil ve hızlı bir şekilde işleyen kanun ve yaptırımlara ihtiyaç vardır. (Bu noktada iyi işleyen hukuk ve yaptırım sistemlerine sıkı sıkıya uymak zorunda kalmayı iyilik sanmamızdaki yanılgıya işaret etmeden geçmeyelim.)

Dinin asıl hedef kitlesi ise toplumun büyük çoğunluğunu teşkil eden ortadaki vasat insandır. Onlar iyi olduğunda (üstteki azınlıkla birlikte) toplumun yüzde sekseni iyilerden müteşekkil olur. İyilik hâkim, kötülük mahkûm olur. Vasat insanın iyiliği ise onlara her daim ahireti hatırlatarak öğüt vermeye, yani eğitim ve irşada bağlıdır. Hamidullah merhum, toplumun bel kemiğini teşkil eden bu kesimin sürekli nasihatle hayra yöneltilmesi, onları çeldiricilerden koruyacak kuvvet ve sıklıkta ahiretin hatırlatılması gerektiğini söyler.

Müfessirler de bu üç insan tipine uygulanacak yaklaşımın Nahl Suresi 125. ayette özetlendiğini ifade ederler."(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir." Buna göre ayette, bizatihi iyi olanlara hikmet, vasat insana öğüt, kendi haline bırakıldığında kötülüğe meyledecek olanla da en güzel yolla mücadele tavsiye edilmiştir.

DİN GÜNÜ

Önceki yazılarımızda "iyi bir insan olma" idealinin herkeste bulunduğunu, fakat iyilik anlayışlarımızın ben merkezli olmasından ötürü insandan insana, kültürden kültüre değiştiğini ve bu nedenle Rabbimizin böyle açık ve detaylı bir iyilik tanımı yaptığını söylemiştik. Ölümle birlikte hepimiz, kişisel değer yargılarımızı burada bırakıp ilahi kıstasa göre değerlendirileceğimiz yeni bir dünyaya geçeriz. O günün bir adı da "yevmü'd-din"dir. Yani hesapların dine göre görüldüğü gün. Bu günün geleceğine iman etmek, Allah'ın varlığı ve birliğine imanla birlikte dinin eksenini teşkil eder. O kadar ki bütün iman esasları içinde Allah'a imanla birlikte ikili olarak en çok ahiret gününe iman zikredilir. Bilhassa hadislerde "Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa.." diye başlayıp arkasından bir tavsiyenin geldiği ifadelere çok rastlanır. Birçok ayette Allah'a imanla dirilişe iman beraber zikredildiği gibi bu esası inkâr edenlerin Allah'ı da inkâr durumuna düştükleri ifade edilir (Nisâ 4/38; Ra'd 13/5: Nahl 16722).

Din gününe inanmayan birinin Allah inancı O'nu sadece yaratıcı konumuna indirger. Böyle bir tanrı, teşekkür edilen, minnettar olunan ama sorumlu olmadığımız bir tanrıdır. Hesap günü yoksa mesuliyet hissi de yoktur, hesap yoktur, dolayısıyla kural yoktur. Sadece yaratan, veren, yardım eden, seven, fakat diriltmeyecek, hesap sormayacak bir tanrı üretmek her türlü mükellefiyetten azade bir şekilde kutsala yakın olma (ilsak) ihtiyacını karşılamaya yöneliktir. Oysa Yüce Allah ilk insandan itibaren vahiy yoluyla kendini ve varlığın amacını sürekli anlatarak bu temel konuda yanılgının bizi O'ndan ebediyen uzaklaştırdığını haber vermiştir (şirk). O kendisini nasıl anlatıyorsa öyledir (tevhid). Bize düşen bu bilgiye teslim olmaktır.

AHİRETTE BİZİ NE BEKLİYOR

Öbür dünyadaki hayatımız bu dünyada azmettiğimiz yönelim ve davranışlarımızın izdüşümlerinden oluşur. Adeta burada yaşarken attığımız görünür/görünmez adımlarla orada çok büyük –hatta sonsuz- ölçekli bir harita çizilir. Ne hazırladıysak onu buluruz. Bu açıdan sadece kötülükten uzak durmak için değil, bizden beklenen ve mutlaka istenecek olan sorumlulukların da üstüne çıkmak, iyilerden olmanın ötesine geçmek için de ihtiyacımız vardır sonsuz hayatın bizi teşvik etmesine. Diriliş ve sonrasına inanmayanlar bu sonsuz yaşamı temelden reddettikleri için orada bir iyilikle karşılaşmayı da umamazlar. Allah'a ve ahirete iman nihai kurtuluşun temel şartıdır (Bakara 2/62; Mâide 5/69).

Kur'ân-ı Kerîm'de ahiret akidesi yüzden fazla terim ve deyim kullanılarak işlenir. Konuyla ilgili ayetler hem Mekkî hem de Medenî surelerde sık sık tekrarlanarak iman edenlerin sorumluluk duygusu pekiştirilir. Ayet ve hadislerde bu konunun çok detaylı ve sık olarak ele alınması dünya ile ahiret arasındaki psikolojik mesafeyi kısaltarak müminin ruhunu yüceltmeyi sağlar. Bu kaynaklardan uzaklaşmanın neticesi ise hepimizin bütün boyutlarıyla gözlemlediğimiz dünyevileşmedir. Bu nedenle cennet mükâfatlarını küçümsemeden, cehennem korkusunu gereksiz görmeden, bir realiteyi tanımaya çalıştığımızda olduğu gibi objektif yaklaşmamız gerekir. Ahiret hayatı haktır. Hepimizin geleceği oraya doğru hızla kaymaktadır. Bizi nelerin beklediği hakkında ne kadar gerçek ve detaylı bilgi sahibi olur ve kendimizi ne kadar ona göre ayarlarsak o kadar kârdayız. Başımızı kuma gömmek ve hesaba inandığımız halde yokmuş gibi yaşamak aklı başında kimsenin yapmaması gereken bir ihmaldir.

Sonuç olarak, İzutsu'nun da vurguladığı gibi İslam'da ahlakın kaynağı dindir ve söz konusu ahlak, münhasıran bu dinin ahiret anlayışı çerçevesinde gelişmiştir. Buna göre insanın nihai kaderi bu dünyadaki davranışlarına bağlıdır (salih amel). Mutlak adaletin tecelli edeceği ve iyiliğin mükâfatlandırılması için bütün engellerin ortadan kalkacağı ebediyet âleminin varlığına inanmak, insan için büyük bir teselli kaynağı ve yaşama sevincidir.

Demek ki;

  • Ahirete iman hazları kontrol altına alabilmek ve gerektiğinde erteleyebilmek için olmazsa olmaz bir şarttır.
  • Hesap gününe inanan düzenli olarak kendisini sorgular.
  • Ahirete iman, hayatın anlamının ve sorumluluk duygusunun en güçlü kaynağıdır.
  • İyiliği seçebilmek ve hiçbir karşılık beklemeden sürdürebilmek için ahirete inanmak şarttır.
  • Hesap gününe inanmadığımızda Allah inancı da fonksiyonelliğini yitirir.
  • Toplumun büyük çoğunluğunu iyilikte tutmak için ahiret inancının ve orada bizi bekleyen durumların sürekli hatırlatılmasına ihtiyaç vardır.
  • Bu dünyada kendimize göre geliştirdiğimiz bütün kriterler burada kalacak, ahirette tek kriter din olacaktır.
  • Orada bizi nelerin beklediği, bu dünyadaki davranışlarımıza bağlıdır. Her adımımız ahirette yaşayacağımız halleri çizip durmaktadır.
  • Ahiret bilincinden uzaklaşmanın neticesi dünyevileşmedir.
  • Dirilişi bir realite olarak kabul edip bizi orada nelerin beklediğini geç kalmadan öğrenmek için dünya seyahatimizin broşürü demek olan Kur'an'a başvurmak gerekir.
  • Ahirete iman, kötülük problemini çözebilmek ve umudu korumak için olmazsa olmazdır.

ÖDEV

Bu konudaki ödevimiz, acilen bir deftere notlar almak, konu başlıkları oluşturmak, gereken yerlerde tefsirlere müracaat etmek suretiyle Kur'an mealini baştan sona okuyup ahiret inancının İslam'daki yeri konusunda birinci ağızdan bilgi sahibi olmaktır.

İslam Ansiklopedisi'nden ahiret maddesini okumanızı söylemeye bilmem gerek var mı?

Fatma Bayram

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.