Önceki yazımızda Elmalılı Hamdi Efendi'nin "sarahaten veya delaleten bütün kemalatı beşeriyeyi havidir," diye tanımladığı Bakara Suresi 177. ayetini Kur'an-ı Kerim'de "birr/iyilik" kavramının açıkça tanımlandığı yer olduğunu ifade etmiştik. Oradan yola çıkarak kendimi iyileştirme yolunda bir programa başlayacağımı bunu da burada açık açık yazacağımı duyurmuştum. Az önce "kendimi daha da iyileştirme" diyecektim ki böyle demenin içinde barındırdığı, zaten iyiyim iddiasını fark edip vazgeçtim. Zira "olduğumuzu" düşündüğümüz gün kemalden uzaklaşmaya başlamışız demektir. "İyilik hareketi"ni, iyi taraflarımızı gözden geçirip takviye etmek, eksikler üzerinde çalışmak ve sonu olmayan bir tekâmül arayışı şeklinde düşünmek gerek. "Her kim bu ayet ile amel ederse imanını kemale erdirmiş olur" (Ebu Davud, Sünne,15) diyen Efendimizin bu çabada bize somut bir hedef olarak gösterdiği bu ayet bir yol haritası çizmekte ve amaç dağınıklığından kurtararak işimizi kolaylaştırmaktadır.
Ayetimizin çizdiği programa başlamadan evvel buradaki anahtar kelimenin Kur'an ve Sünnet'te nasıl geçtiğine bakalım. Okuduğunuz üzere (hatırlarsanız ödevinizdi) İslam Ansiklopedisi "birr"i "iman, ibadet ve ahlaka ilişkin bütün iyilikleri ifade eden bir terim" şeklinde tarif ediyor. Klasik müfessirlerimizden Razi de onun için "bütün saygılı davranışları (taat) ve insanı Allah'a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelime" demiş. Malumunuz ayet iyiliğin kapsamına dair örnekler verdikten sonra bunları başaranları iki nitelikle vasıflandırıyordu: Sıdk ve takva.
Demek ki ayette sayılan iyilik kollarını başaranlar öncelikle bu dünyada "ben Müslümanım" iddiasında başarılı olmuşlar ve aksine davranışların sürükleyeceği kötü akıbetten de korunmuş, ahiretlerini sağlama almışlardır.
"Birr" altı ayette geçiyor. Geçtiği surelerin tamamının Medine döneminde nazil olması bana iyiliğin yaşadığımız toplumla ilgisini ve kapsamlı bir iyiliğin ancak sosyal bir harekete dönüşme durumunda hedefine ulaşabileceğini gösteriyor. Kişinin tek başına iyi biri olmasının (ve bunu sürdürmesinin) imkânsızlığını değilse de zorluğunu işaret ediyor.
Rabbimizin, kitabında bize rehberlik ederken doğamızın ve dünya şartlarının gerçeklerini dikkate almadan hayali hedefler vermediğini düşünürsek iyiliğin kapsam ve tanımını tarif etmeyi Medine dönemine bırakmasının hikmetini daha iyi anlarız. Buradan toplumda iyiliğin yayılması, kötülüğün engellenmesi için çalışmanın gerekliliği de çıkıyor fakat o konuyu sonraki yazılarımızda ele alacağız.
Bu altı ayet sırasıyla şöyle:
Önce Bakara 44; Yahudilerden bahseden bir bölümde Rabbimiz onları kınayarak şunu soruyor: "Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" Ayetin muhatap kitlesindeki kuşatıcılığı fark etmişsinizdir. Sigara içen doktor, adaletle hükmetmeyen hâkim, ibadet ve ahlakında göz ardı edilemeyecek boşluklar olan vaiz, hakikati alkışlara feda eden düşünür, hâsılı herhangi bir konuda gerçeği bildiği ve insanlara da onun gereğini tavsiye ettiği halde kendisi yapmayan herkes. Böylece "birr" kelimesinin ilk geçtiği yerde iyiliğin, günümüzde çokça yapıldığı gibi üzerinde konuşulup anlatılmakla değil yaşanmakla erişilecek bir şey olduğunu anlıyoruz.
"Peki, iyiliğe ulaşmaya karar verdik, ne yapmamız lazım," dediğimizdeyse işte bizim ayetimiz olan Bakara 177 çıkıyor karşımıza ve iyiliğin kapsamını geniş geniş anlatıyor. Serinin tamamında onu işleyeceğimiz için burada ele almıyoruz.
Arkasından aynı surenin 189. ayetinde (177'deki gibi) iyiliğin görüntüde birtakım davranışlardan ibaret olmadığı konusunda bir giriş yapıldıktan sonra buyuruluyor ki: "İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Allah'a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından girin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz." Burada dikkatimizi çeken husus iyiliğin takva ile eşleştirilmesidir. Ansiklopedide okuduğunuz üzere İmam Mâtürîdî bu iki fazileti, "birr, bütün hayırların en tam şekli, takva ise bütün şerlerin terk edilmesi ve bir daha yapılmamasıdır," şeklinde tarif ederek aralarındaki gerek şart, yeter şart ilişkisini son derece veciz bir biçimde dile getirmiştir. İnsanı dünya ve ahirette Allah'ın gazabına uğratacak hallerden sakınmadıkça diğer yandan yapılmaya çalışılan iyilikler dibi delik bir kazanı yukarıdan doldurmaya çalışmak gibidir. Bu iki kavram arasındaki ilişkiyi bir mekânı tefriş ve tezyin etmeden önce temizlemek gerektiği ile de açıklayabiliriz.
Bakara 177'de iyiliğin şartlarından biri olarak detaylı ve vurgulu bir şekilde maddi bağışlardan/infaktan bahsedilmişti. Al-i İmran 92'deyse insanı iyilikte ergin bir mertebeye ulaştıracak vermenin nasıl olması gerektiği açıklanıyor: "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir."
Yukarıda iyiliğin toplumsal dayanışma içinde gerçekleşip sürdürülebileceğini bir işaretle söylemiştik. Maide 2'de bu husus açıkça dile getiriliyor: "..İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir." Mümkün mertebe yalpalamadan iyi bir insan olmak ve bu doğrultuda bir yaşam sürdürmek neden bir dayanışma gerektirsin diye düşünebilirsiniz. Bunun temel sebebi büyük kısmımızın çevrenin etkisine açık ve toplumun onayına ihtiyaç duyan bir psikolojik yapıda bulunmamızdır. Doğamızın bu eğilimi nedeniyle yaşadığımız toplumda iyiliğin makbul, kötülüğün kerih görülmesi ve çevremizde olumlu davranış modellerinin yaygınlığı, iyiliğin çoğalmasının kaçınılmaz şartıdır. Benim anladığım insanı yaratan Rabbimiz herkesin kendi hayatının katıksız önderi olamayacağını biliyor ve bu gerçeğin bir vakıa olarak kabul edilip iyiliğin tüm topluma yayılması için dayanışma içinde olmamızı söylüyor. Bu durum yetişkinler için böyle olduğu gibi büyüklerin rol modelliği ile geleceklerini şekillendiren çocuklar için haydi haydi böyledir. Efendimizin anlattığı yüz kişiyi öldürmüş bir adamın iyileşme hikâyesini hatırlarsınız. Kıssada, kişinin yaşadığı olumsuz çevreyi değiştirmedikçe iyileşemeyeceği, hatta iyilerin yaşadığı muhite yönelmiş olmasının ahiretteki yerini belirlemede dikkate alındığı vurgulanır. (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48)
İyiliğin toplumsal bir dayanışma ve etkileşimle çoğalması gerektiği konusunda etkileyici bir örnekle "birr" kavramının geçtiği son ayetimizi de verelim: "Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının." (Mücadele 58/9) Ayetten anladığım kötülük, düşmanlık ve isyan için organize olan münafıklara mukabil (tefsirine bakınız) hakikaten iman etmişlerin iyilik yapmak ve kötülüklerden sakınmak üzere planlar yapmaları ve bu hususta dayanışmalarıdır.
Kitabımızda "ebrar" ("birr"in çoğulu) kelimesi de çoğunlukla iyilerin ulaşacağı ödül ve mükafatlar çerçevesinde geçmekte (Al-i İmran 3/198; İnsan 76/5; İnfitar 82/13; Mutaffifin 83/18, 22) ve bir yerde de Rabbimiz can vereceğimiz sırada iyilerle olmamız için dua etmemizi öğretmektedir. Burada yine iyilerle beraberliğin öneminin bir kez daha vurgulandığına dikkatlerinizi çekelim.
Son olarak aynı kökten gelen "berr" isminin "iyilik eden" anlamında Rabbimizin esması içinde zikredildiğini, Esma-i Hüsna ile bizim iyileşmemiz arasındaki ilişkiyi ise sonraki yazılarımızda ele alacağımızı hatırlatalım.
Demek ki;
- İmanımı kemale erdirmek için Bakara 177'yi kendime yol haritası edinmeliyim.
- İyilik, doğruluk ve takva kavramlarının birbiri ile ilişkilerindeki sıkılığa dikkat etmelive birindeki eksikliğin (veya tamlığın) diğerini etkilediğini unutmamalıyım.
- Mademki iyilerden olmak ve bu düzeyi korumak çoğumuz için, ancak iyi bir çevre içinde mümkün, o halde "ben her çevrede kendi çizgimi korurum" iddiasını tekrar gözden geçirip hiç olmazsa en yakın halkada iyileri çoğaltmaya bakmalıyım.
- Yapmadığım şeyleri başkalarına da anlatmamalıyım diye düşünmek yerine insanlara anlattığım doğruları ben de yapmalıyım demeliyim. (Birincisi veda hutbesinde bize söylenenlere ters çünkü. Efendimiz orada "burada bulunanlar bulunmayanlara sözlerimi aktarsın. Olur ki dinleyen söyleyenden daha iyisini yapabilir," buyurmuştu.)
- Birine bir şey vereceğim zaman (bu maddi bir şey olabileceği gibi, ders vermek, cevap vermek gibi soyut vergiler de olabilir) en iyisinden vermedikçe iyilerden sayılmayacağımı, baştan savarak iyi olunmayacağını unutmamalıyım.
ÖDEV:
- Yazıda geçen bütün ayetlerin tefsirlerini okumak.
- Hadislerle İslam kitabından "İyilik ve Kötülük" bölümünü okumak (Hadislerle İslâm Cilt 5 Sayfa 449)
- Yakınımızda minimum bir topluluk oluşturacak kadar (asgarisi üçtür) iyi bir çevre olup olmadığını gözden geçirmek. (İnsanlara bu gözle baktığımızda onlardaki iyi tarafları daha net görebiliriz. İyiliğe değer verip taltif ettikçe çevremizde iyiliğin arttığını gözlemleyeceğiz. Bunun için günlük konuşmalarımızda neleri övdüğümüze biraz daha dikkatle bakmalıyız.)
- Küçük şeylerden başlayarak iyilik organizasyonları yapmak. Bir hastayı, geçmiş olsun diye aramaları için yakınımızdakileri teşvik etmek, ihtiyaç sahibi biri için çevremizi harekete geçirmek, dargın iki kişiyi barıştırmak için araya girmek vs.
- Veda hutbesini tekrar gözden geçirmek, Efendimizin vasiyeti mahiyetindeki bu hutbelerden iyilik kodları çıkarmak.
"İyilik hareketini, iyi taraflarımızı gözden geçirip takviye etmek, eksikler üzerinde çalışmak ve sonu olmayan bir tekâmül arayışı şeklinde düşünmek gerek."
— Fikriyat (@fikriyatcom) November 17, 2020
Fatma Bayram'ın kaleminden ✍🏻
İyilik birlikte mümkünhttps://t.co/4wFx7kgwPP