ŞU YUNAN MESELESİ
İnsanların kazancını elinde tutamaması anlaşılabilir bir şeydir. Nihayetinde ölümlüyüz. Kazancımız öyle veya böyle mutlaka elimizden çıkacaktır. Milletlerin kazancını elinde tutamamasının ise yıkıcı sonuçları olur. Türk milleti, asırlar boyunca çabalayıp yüksek emek verdiği, büyük bedeller ödemek suretiyle elde ettiği kazancını maalesef elinde tutamamıştır. Balkanlar, Kafkaslar ve niceleri; hepsi elimizden çıkmıştır.
Bugün Yunanistan sınırları içinde kalan birçok şehir ve belde, İstanbul'dan çok daha önce hâkimiyet alanımıza girmiş, yurt tutulmuştur. Kayıplarından sonra, belli bir tarihe kadar buralara "esir vatan" deniliyordu. Bu söylemi de bıraktık.
Avrupa himayesindeki Yunanistan, mağlubiyetlerden ve katılmadığı savaşlardan bile her defasında kazançlı çıkmıştır. Daha doğru ifadeyle, böyle olması sağlanmıştır. Osmanlı devletinin kesin zaferiyle neticelenen 1897 tarihli Türk-Yunan Harbi buna ibretlik örnektir. Zaferden bir sene sonra Girit adası kaybedilmiştir.
Yunan birliklerinin Avrupa destekli Batı Anadolu seferi, Türkleri daha azına razı etmek için düzenlenmiş olabilir. Nitekim aylar boyunca işgal altında tuttukları şehirlerimizde sosyal hayata ve idari işleyişe ciddi bir müdahalede bulunmamışlardır. Örneğin Selanik ve Kavala şehirlerinde yaptıklarını İzmir ve Bursa'da yapmamışlardır. (Genelkurmay kayıtlarına göre Bilecik 426, Bursa 794, Aydın 1.195, Manisa 1.202, İzmir 1.213, Çeşme 1.218, Kuşadası 1.233 gün işgal altında kalmıştır.)
Türk tarafı, tamamen çözülmüş, bütünlüğünü kaybetmiş, kuvvet olma vasfından çıkmış Yunan birliklerini denize süpürmüş, buna karşılık birkaç kilometre mesafedeki adalara herhangi bir hamle olmamıştır. Bunu eleştiri niyetine söylemiyoruz. Bozgun halindeki Yunan birliklerini tahliye eden gemilerden bir kısmının Amerikan bandıralı olduğu biliniyor. Bugün ise Yunanistan'ın kendisi bir bütün olarak o hale geldi.
Türk İstiklâl Harbi'nin Yunan bahsini sadece Batı Anadolu üzerinden okumak, konuşmak ve yazmak büyük hatadır. Bir de İstanbul önlerine kadar geldikleri Trakya cephesi var. Çorlu 833, Edirne 851, Hayrabolu 845, Keşan 844, Kırklareli 837, Lalapaşa 853, Saray 829, Tekirdağ 846 gün Yunan işgali altında yaşamıştır. Trakya topraklarının tahliyesi ise İzmir'den iki ay sonradır.
Millî Mücadele'den sonra Yunan tarafının savaş tazminatı olarak kendi toprağımızı (Karaağaç) bize vermesi, neye maruz kaldığımızı açık bir biçimde anlatır.
Yunan birliklerinin Batı Anadolu'dan geri çekilirken (kaçarken) yaptığı mezalimler belli bir zamana kadar canlı tutuluyor, gündeme getiriliyordu. 12 Ocak 1934 tarihinde Yunanistan Başbakanı Venizelos ülkemizi ziyaret etti. Dostluk fotoğrafları çekildi, dilek ve temenniler dile getirildi. O ziyaretten sonra, Gazi Mustafa Kemal Paşa yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir iyi niyet göstergesi olarak "Yunan mezalimi" ifadesini hızlı bir şekilde kullanımdan düşürdü. Türkiye'nin birçok olumlu adımına rağmen Yunan tarafı asla sükût etmemiş, iddiasından ve düşmanlığından vazgeçmemiştir.
Karşımızda 1821 Mora isyanından bugüne tam iki asırdır Türklük ve İslâmlık aleyhine genişleyen şımarık bir devlet var. İki yüz yıldır süren ve daha da devam edeceği anlaşılan bir imtihandan, musibetten bahsediyoruz. Millî kimliklerini Türk korkusu ve düşmanlığı üzerine inşa eden, bölücü terör örgütünden paralel devlet yapılanmasına kadar Türkiye düşmanı bütün oluşumları destekleyen bir 'komşuya' sahibiz.
Yunanistan'a karşı talepkâr bir politika izlenmedikçe, mevcudu korumaya çalıştıkça, maruz kaldığımız şımarıklık hiç dinmeyecekmiş gibi görünüyor.
Özgüven bir noktadan sonra iyi bir şey değildir. Kuşaklar on yılda, nesiller çeyrek asırda bir gelir. Neredeyse elli kuşak boyunca bir din başka bir dini, bir dil başka bir dili, bir millet başka bir milleti, bir kültür başka bir kültürü hâkimiyeti altına almıştır. Bu hakikate rağmen, Selanik'in fethini ölçü alırsak, 482 sene sonra Yunan milleti hiçbir şey olmamış ve yaşanmamış gibi ayağa kalkmıştır. Osmanlı Devleti'nini yıkılışa sürükleyen unsurlardan biri de özgüvendir. Bunu hem kabul etmek hem söylemek gerekiyor.
Kıbrıs meselesini de Yunanistan bahsinden ayrı düşünemeyiz. İşin özü esasında şudur: "Kıbrıs adası coğrafî mevkii, askerî ve ticarî ehemmiyeti dolayısıyla asırlarca İslâmlar ile Hıristiyanlar arasında bir mücadele mevzuu olmuştur." (Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, Nakışlar Yayınevi, 1980, sayfa 217.) Bizim unuttuğumuz ve onların unutmadığı şey işte budur.
İbrahim Tenekeci
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.