Yazgıdan yazıya
Şiirde, sadece duyguyla birkaç adım ancak atabiliriz. Bir o kadar da şiir bilgisiyle olur. Büyük ve kalıcı eserler için bunlardan çok daha fazlasına ihtiyacımız vardır. Yetenek ve üslup zaten her zaman elde var birdir. İkincisi de disiplinli ve istikrarlı bir biçimde çalışmaktır. Fakat sözünü ettiğimiz 'çok daha fazlası' bahsini biraz açmamız gerekiyor.
Zamana karşı dayanıklı şiirler yazabilmek için masaya oturmamız şarttır. Masa, hem odayı hem kütüphaneyi beraberinde getirir. Böylece kendimize mahsus bir dünya meydana gelir. Bir kütüphane sadece kitaplardan oluşmaz. Orada sevinçler, üzüntüler, dostluklar, hatıralar, pişmanlıklar da yer alır.
Şiir bir bütündür. Onun içinde tarih, coğrafya, psikoloji, tabiat, din bilgisi ve insan hallerinin de bulunması icap eder. Bunların hepsi kültür demektir. 'Ağaca kuş kondu' ile 'dişbudak ağacına ispinoz kuşu kondu' arasındaki fark tahmin ettiğimizden daha büyüktür. Birincisinde kültür yoktur, ikincisinde vardır. Böylece dişbudak ve ispinozla birlikte onlarca ağaç ve yüzlerce kuş türünü bildiğimiz ortaya çıkmış olur.
Hiç ölüm görmemiş biri onu az da olsa nasıl yazabilir? İnsanın çaresizliğine, şaşkınlığına şahitlik etmeyen, bu duyguları ne şekilde dile getirebilir? Bundan dolayı en hareketli hastanelerden birinin acil servisinin önünde günlerce oturmuş, insanları seyretmiştim. En çok ölüm vakasının yaşandığı hastanenin morgunun kapısında uzun vakitler geçirmiştim. O büyük üzüntüyü defalarca kez gözlerimle gördüm. Yine, hiç tanımadığım insanların cenazelerine katıldım, son ana kadar mezarın başından ayrılmadım. Faniliği hissettim. Nihayetinde bütün bu şahitlikler şiire yansıdı.
Şairin hem insanı iyi tanıması hem de sözünü ettiğimiz alanlarla ilgili düzenli okumalar yapıp bilgi sahibi olması gerekmektedir. Kütüphane bahsi ayrıca bu yüzden çok önemlidir. Her şair ve yazar aynı zamanda iyi bir okuyucu olmak zorundadır. Okumak, okunmak arzusunu da yanında taşır.
Şiirde ortam da belirleyici unsurlardan biridir. Hayatımızda, yazdıklarımızın neye karşılık geldiğini bilen, bizi teşvik eden kimse bulunmuyorsa, bir müddet sonra şevkimiz kırılabilir. Öte yandan bu da bir hakikattir: Bir insanın başarısını en son kendi çevresi kabul eder. Uzakta olan anlar, yakında duran anlamaz.
Bir ara kalp meselesiyle ilgilenmiştim. Kadim bilgiye göre bütün duygular kalpten neşet ediyor. Fakat artık kalp nakli mümkün hale geldi. Vücuduna başkasının kalbinin takıldığı kimselerin duygularında herhangi bir değişiklik olmadığı görüldü. Bu konuyu konuşmak için Kardiyoloji Enstitüsü'nden alanında önemli bir profesörü ziyaret etmiştim. Şunu sordum: "Şimdi bütün bu duyguların nereden neşet ettiğini düşünüyorsunuz?" Beyin, demişti. Tekrar sordum: "Elli yıl önce kalp nakli imkânsızdı, fakat şimdi mümkün. Tıp bu hızla ilerlerse, yüz sene sonra belki beyin nakli de mümkün hale gelecek. Bu duyguların kaynağının beyin olmadığı anlaşılırsa, geriye ne kalıyor?" Cevabı hep aklımda: "O zaman elimizde ruhtan başka sığınacak bir şey kalmıyor." O gün oradan şu cümleyle çıkmıştım: "Şiir, insanın ruhudur." Dolayısıyla insanlık var oldukça şiir de yaşayacaktır.
Yazı, yazgıdan gelir. Yazıyı kader olarak görmeyenlerin, iyi ve kötü günde onunla birlikte olmayanların yazdıkları fazla uzağa gidemez. Yazı serüveni ancak bir gençlik hevesi olarak kalır. Çünkü edebiyat uzun soluklu bir yürüyüştür. Hem dert hem dirayet ister. Şiir için esaslı bir yazma gerekçesine ihtiyacımız vardır. Gerekçemiz ne kadar sahici ve kuvvetli ise tesiri de o kadar derin olur.
İbrahim Tenekeci
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.