Maraş açılıyor, sıra Lefkoşa’da
Birkaç hafta önce gazetelerde yer alan bir habere göre KKTC hükümeti yıllardır kapalı olan "Maraş'ı açma kararı aldı. 15 Ağustos 1974'den beri kapalı tutulan Maraş'ın açılacağına dair haberler ülkede ve dünyada heyecan yaratmadı değil. Etkisini, sonuçlarını, nedenlerini siyaset bilimciler ile uluslararası ilişkiciler tartışadursun, benim derdim başka.
Açılacağı söylenen Kapalı Maraş bölgesine Hayalet Şehir de diyorlar. Hayalet denmesinin nedeni orada hiç kimsenin yaşamaması. Terk edilmiş evleri ve iş yerleri, boşaltılmış binaları ve hâlâ sallanan veya duran renkleri solmuş tabelalarıyla filmlerde gördüğümüz hayalet bir kenti andırıyor adeta.
Burası kapatılmadan önce Akdeniz'in en güzel turizm merkezlerinden imiş. Otellerine 20 yıllık rezervasyon yapılmışmış. Altın kumsal denilen, kumları Mısır'dan getirilen muhteşem sahili boyunca yüze yakın otel varmış. Hele hafta sonu oldu mu yerli halkın da gelmesiyle iğne atılsa yere düşmeyecek şekilde kalabalık olurmuş. Dünyanın en güzel sahillerinden birine sahip Kapalı Maraş'a ancak özel izinle girilebiliyordu. Bu kararla birlikte artık yakın gelecekte içine de girilebilecek.
Birkaç hafta önce Lefkoşa'yı adım adım, sokak sokak gezmiştim. Gezerken gördüğüm kimi manzaralar Kapalı Maraş'ı hatırlattı nedense.
Lefkoşa birbirinden güzel binalarla süslenmeye ilk defa Luzinyanlar döneminde başlanır. Üç asır boyunca kanaviçe gibi işlemişler şehri adeta. Öyle güzelmiş ki Batı Avrupa şehirlerinden bile daha süslü ve gösterişli imiş zamanında. Sonra Venedikliler gelmiş şehre. Lüzinyanların üç asırda yaptıklarını bir asırda mahvetmişler neredeyse. Konakları, sarayları yıkıp surları tahkim etmişler, kendilerini ilgilendirmeyen hiçbir şeyle ilgilenmemişler. Luzinyanlar gibi şehri benimseyip sahiplenmemişler.
1570'te Türkler şehri fethettikten sonra şehri süslemeye Luzinyanlıların bıraktığı yerden devam etmiş. Şehrin fethi esnasında şehit olan askerlerin ve komutanların şehit düştükleri yere türbeleri yapıldı. Halkın yaşayabileceği mahalleler oluşturuldu. Her mahalleye ya mevcut kiliselerden çevrilerek ya da yeniden inşa edilen bir mescit kazandırıldı. Şehre çevreden sular getirildi, çeşmeler, hamamlar yapıldı. Sıbyan mektepleri ve medreseler inşa edildi. Bahçesinde veya avlusunda portakal, limon, hurma, mersin, nar ağaçları olan ve girişleri cemile ile yasemin çiçekleri ile süslenen geleneksel Türk evlerinin güzel örnekleri inşa edildi. Ticari hayatın canlandırılması için de çarşılar kuruldu, hanlar yapıldı.
Adayı 1878'de Osmanlılardan kiralayan İngilizler, dört asır önce Venediklilerin yaptıklarına benzer şeyler yaptılar, yol genişletme çalışmaları bahane edilerek birçok mescit, türbe ve tekkeyi yıktılar. Türkçe sokak adları değiştirildi. Haklarını yemeyelim, İngilizler birçok yeri yıkmalarına rağmen şehre birkaç abidevi bina da kazandırdılar.
1963'te başlayan olaylardan sonra hayat-memat mücadelesi veren Türkler şehirle pek ilgilenemedi. O yüzden Lefkoşa sur içi biraz köhne kaldı, dağınık görüntü verdi.
1974'den beri iki toplum arasında barış olmasa da savaş da yok ama şehir hâlâ savaş sonrası gibi. Tarihi yerler bakımsız. Çeşmeler ya bir binanın duvarı içinde kalmış ya da yolun altına gömülmüş. Hamamların kurnalarında sular artık akmıyor, kalanları da binalar arasında sıkışmış kalmış. Camilerin bahçeleri bakımsız, önlerindeki çöp bidonları ile pek sevimli görünmüyor. Kimi evler yıkılmış, molozları duruyor. Kimiler de yıkılacakları anı bekliyorlar büyük bir üzüntü ile. Ufak bir sallantıda hemen yıkılacak gibi duran bu evlerin önünden geçerken tedirgin oluyor insan.
Tarihi evlerin arasına rastgele yapılan çirkin betonarme binaların verdiği rahatsızlık ise anlatılacak gibi değil. Yolların kenarları çöplerden geçilmiyor, insanlar olmasa hayalet şehirden farkı kalmayacak bu haliyle. Mağusa da sur içinde olan bir şehir ama Lefkoşa'ya göre çok daha temiz ve bakımlı. Oysa Lefkoşa mimari bakımdan Mağusa'dan çok daha zengin.
Rum tarafına geçmedim, geçenlerin anlattıklarına göre sur içinin Rum tarafında kalan kısmı bu taraftan çok daha temiz ve bakımlı imiş.
Son yıllarda birkaç bina restore edilip hizmete sokuldu. En son Luzinyan evi ve Türkeş'in doğduğu ev restore edildi ve ziyarete açıldı. Bazı binalar sivil toplum örgütlerine tahsis edildi ve restore edilip hizmete sunuldu. Bir iki kafe açıldı. En son gittiğimde bisiklet hizmeti verildiğini de gördüm.
Bunlar çok önemli adımlar ama maalesef yetersiz. Lefkoşa'yı çok seven, gezmelere doyamayan biri olarak Lefkoşa'yı da hayalet şehre benzemekten kurtaralım. Yıkılan binaların molozlarını kaldıralım, şehrin sokaklarını temizleyelim, kötü betonarme binaları yıkalım, yerlerine Kıbrıs'ın mimari dokusuna uygun binalar yapalım. Tarihi binaların çevrelerini açalım, camilerin avlularını temizleyelim, çöp konteynerlerini daha uygun yerlere koyalım. Yıkılmaya yüz tutmuş, birkaç sene içinde kendiliğinden yıkılacak tarihi konakları ve evleri kurtaralım. Sur içini kültür ve sanat merkezi yapalım, kafeler, kültür ve araştırma merkezleri, vakıf ve dernek merkezleri ile cıvıl cıvıl olsun.
Maraş'ı açmak siyasi ve ekonomik bir karar. Açsak abad olmayız açmasak yok olmayız, ölmeyiz. Ama Lefkoşa'yı açmak kültür ve tarihimize karşı bir sorumluluk, bu sorumluluğu yarınlara taşıyıp taşıyamayacağımıza dair bir işaret.
Lefkoşa'yı hayalet şehre benzemekten kurtarmak Maraş'ı açmaktan çok daha önemli. Bunu unutmayalım.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Çocuklarımızı köye göndermek için sekiz neden (25.06.2019)
- Hala Sultan olması şart mıdır? (21.06.2019)
- Üniversite mezunlarına da mektup var (17.06.2019)
- Karnesini alan lise öğrencisine mektup (14.06.2019)
- Çağımızda cenneti arayan adamın öyküsü (11.06.2019)
- Sivâsî ve Asaf Hâlet Çelebi’ye aynı şeyleri terennüm ettiren ne idi? (07.06.2019)
- Kaç türlü bayram var? (03.06.2019)
- Şeker mi, Ramazan mı? (31.05.2019)