Hoca haklı: Zaman öyle bir geçiyor ki
Ali Değermenci'nin Teoman Duralı Hoca ile yaptığı uzun söyleşi kitabı yayınlandı. Öyle geçer ki zaman. İsim Hoca'nın yazdığı ve kitabın hemen başına konulmuş şiirinin ilk dizesinden. Kitaba başladım ve bitirdim. Hoca haklı, kitabı okurken zaman öyle bir geçiyor ki anlayamadım ve 500 sayfalık kitabı üç oturumda okuyup bitirdim.
Ben Teoman Hoca'yı fakülte yıllarından beri bilir, dinler ve takip ederim. Çıktığı programları izlemeye çalışırım. Meğer ben Hoca'yı hiç tanımıyormuşum. Kitabı okuyunca bambaşka bir Hoca profili çıktı karşıma. Televizyonlarda dinleyenlere Teoman Duralı nasıl biri diye sorulsa alacağımız cevapla kitapta okuduğumuz Teoman Duralı'nın arasındaki farkın büyüklüğüne şaşırmamak mümkün değil.
Bir insan düşünün, babası Almanya'da yüksek tahsil görmüş bir mühendis, annesi Alman, hanımı Fransız, kolej mezunu, abisi Galatasaray mezunu, dayısı mühim bir siyasi figür, çocukluğundan beri çok kitap okuyan, liseyi bitirdiğinde en az beş dili bilen, felsefe ve biyoloji tahsili yapmış, felsefe profesörü, ülkesinde ve dünyada önemli üniversitelerde dersler vermiş bir profesör.
Bir başka adam daha düşünün, liseyi altı yılda bitirmiş, Kapalıçarşı'da ve Sultanahmet'te bir otelde çalışmış, uyuşturucu ve silah kaçakçıları ile muhatap olmuş, gemilerde çalışmış, tanımadığı bilmediği memleketlerde gününü kurtarabilmek için olmadık işlerde çalışmış, bulaşık yıkamış, hamallık yapmış, ölümlerden dönmüş, kavgalara karışmış, yumruk atıp yumruk yemiş, boks ve futbol düşkünü biri. Sizce bu iki adam aynı kişi olabilir mi?
Teoman Duralı Hoca'nın bu kitabını okuyana kadar ben de aynı kişi olmaz derdim. Hoca'yı diğerlerinden ayıran özelliği de bu. Hoca düşe kalka yolunu bulmuş, meraklı bir çocuğun gördüğü her şeyi ağzına götürmesi gibi Hoca da merak ettiği ve aklından geçen her şeyi gerçekleştirmeye çalışmış. Eh haliyle de başına gelmeyen kalmamış.
Teoman Hoca gözünü budaktan sözünü dudaktan sakınmayan biri. Hiç öyle hesap kitap yapacak, stratejik davranacak adamlardan değil. Gönlü ne istediyse onu yapmış, kader karşısına ne çıkardıysa onu yaşamış. Minnet mihnettir fehvasınca kendisini sadece annesine ve memleketine karşı borçlu hissetmiş, onun dışında kimseye minnet etmemiş. Dünya devletinin ve saadetinin bir gün yok olacağını bildiği için olsa gerek;
Ey gönül bir cân için bin câna minnet eyleme
Ni'-met-i dünyâ için sultâna minnet eyleme
Diyen şairi dinlemiş ve Hüda'dan başkasına minnet eylememiş.
Üniversite hocaları genellikle, hele 1980'lerden önce fildişi kulelerinde yaşar, halk arasına pek karışmazdı. Hele bir de felsefe gibi bir alanda ise görüştüğü insan sayısı daha da az olur. Teoman Hoca ise bunun tam tersi. O daha çocukluğundan beri hep halk içinde olmuş, sokakları öğrenmiş. Hem Türkiye'de hem de dünyada görmediği yer kalmamış. Nereye gittiyse o ülke halkının yaşadığı gibi gezmiş, görmüş ve yaşamış. Öyle turistik gezi değil onun gezmeleri. Afganistan dağlarında da dolaşmış, Munzur çayı boyunca da. Gezmeyi ve macerayı çok seven Teoman Duralı böylece hem insanı hem de doğayı daha yakından tanımış. Belki onun yazdıklarını ve iddialarını daha güçlü kılan da bu özelliği.
Kısa Türkiye Tarihi
Kitap, Osmanlıların son dönemiyle başlayıp 2000'lere kadar geliyor. Dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kısa bir tarihini de Teoman Durali'nin gözünden takip etmiş oluyoruz. Hoca'nın ailesi, babası, dayısı, dedesi, ağabeyi devletin önemli kademelerinde görev alınca ister istemez o günlerin siyasi aktörleriyle yakın ilişkiler oluyor. Teoman Hoca gördüklerini ve duyduklarını da anlatınca kitap aynı zamanda bir siyasi tarih oluyor.
Duralı Hoca'nın kitabında birçok mukayese görüyoruz. Osmanlı-Türkiye, Türk-Alman, bürokrat-halk, Alman-Fransız, imparatorluk-küresel hegemonya, Atatürk-İsmet İnönü, İnönü-Bayar, Menderes-Demirel, Demirel-Özal ve daha birçok şey. Ayrıca 1940-50'li yılların Zonguldak'ı, Ankara'sı ve Türkiye'si de kısmen anlatılıyor.
Filmlere taş çıkartan bir hayat
Teoman Hoca'nın başından geçenlerin sadece bir kısmı bir insanın başından geçse onu çok tecrübeli ve farklı yapmaya yeter. Bir kere Hoca İstanbul'a liseyi bitirdikten sonra gelmesine rağmen bir İstanbullu gibi yaşamış. Eski İstanbul mahalle kabadayıları gibi korkusuz, gerektiğinde kavgadan kaçmayan, hayallerinin peşinden koşan, zapt edilmesi güç bir küheylan gibi ele avuca gelmez biri. Mecazi kabadayılığının yanı sıra hakiki kabadayılığı da var. Kabadayılığını yaptığı mahalle bütün memleket ve bu memleketin kaybettiği kültürü ve medeniyeti.
Hoca felsefe profesörü olunca bol bol felsefeye dair meseleleri okuyacağımızı düşünmüştüm kitaba başlamadan önce. Oysa bir kavga-gürültü tarihi okudum. Hoca'nın yaptığı kavgalar ile memlekette şahit olduğu kavgalar. Ama yeri geldikçe felsefeci tarafını da konuşturuyor.
Yeterince tartışılmadı
Kitapta tartışılacak o kadar çok konu var ki saymakla bitiremem. Atatürk ve İnönü hakkındaki kanaatleri, Türklerin Müslümanlığı, Menderes değerlendirmeleri, sağ-sol kavgaları ve sağcılar ve solcular hakkındaki kanaatleri, Osmanlılar için söyledikleri, Türkçenin seyri ve daha birçok şey. Mesela çok farklı bir İnönü portresi anlatılmış, İnönü ve yaptıklarını anlamaya ve anlatmaya çalışmış Hoca.
İki kırmızı çizgi
Hoca'nın olaylara bakarken yaslandığı veya zemin olarak kabul ettiği iki büyük düşünce var. Biri ahlak ve sorumluluk. Hem bireyin kendisine hem de topluma karşı olan ahlakından bahsediyorum. Herhangi bir kişisel menfaat gözetmeyen, memleketin menfaati için yapıldığına inanan davranışlar hatalı bile olsa hoş görülebilir. İkincisi ise Türklerin Müslüman olduktan sonra bin yılda inşa ettikleri medeniyet ve kültür. Hoca bir şeyin doğru olup olmadığına bu iki ölçüte bakarak karar veriyor.
Hoca'nın medeniyet konusunda ise hassas olduğu iki mesele var. Biri dil, diğeri de kültür soykırımı. Dili önemsemesi kültür ve medeniyeti taşımasından. Koparılan her kelime kültürümüzden ve medeniyetimizden düşen bir tuğla çünkü.
Bu iki konuda Hoca'nın tavizi yok ve neredeyse tüm mücadelesini bu ikisi üzerine oturtmuş. Bir şeyin iyi olup olmaması da bu ikisine bağlı. Hoca;
Her hüner makbul imiş illâ edep illâ edep
Diyenlerden. Dil ise hassas olduğu bir diğer konu ve bu konuda muzdarip. Türkçe konusunda yaralı birinin imlası da farklı oluyor. Hoca TDK İmla Kılavuzu'nda ne yazılmışsa tersini yapmış. Muhtemelen diğer dillerle mukayese ederek kendi mantığına uyacak tarzda yeni bir imla kılavuzu yazmış.
Teoman Duralı Hoca'nın yazdıklarını, konuştuklarını genel olarak değerlendirdiğimde şunu anlıyorum. Geçen bin yılın başında başlayıp sonunda bitirilen bir Türk-İslam medeniyeti var. Bu medeniyet kültür soykırımı ile bitirildi ve bir daha dirilmemesi için mezarının üzerine beton döküldü. Buna rağmen Batı'da korku devam ediyor. Çağımızın müstemlekeleri Selçuklu-Osmanlı çizgisinin takip edenlerden İngiliz-Yahudi medeniyetine kafa tutabilecek, karşı çıkacak bir medeniyet inşa etme korkusu ise devam ediyor. Bugün bu ülkenin aydınının, münevverinin temel ülküsü bu medeniyeti inşa etmektir. Henüz ortada bir şey yok, hiç kolay değil ama olmayacak şey de değil.
Babamdan böyle gördüm
Son olarak kitapta okuduğum ve her şeyi özetlediğini düşündüğüm bir anekdotu aktarayım. Hoca'nın Paris'te karşılaştığı bir Kayseri Ermeni'sinin, müşterilerin sekizde gelmeye başlamasına rağmen dükkânını altı gibi gelip açmasının nedenini sorduğu soruya verdiği cevap çok anlamlı: Babamdan böyle gördüm.
Teoman Duralı da kızsa da babasından gördüğü gibi yapmış ve bu kitabında bize müşterilerin geliş saatine göre değil, babamızdan gördüğümüz gibi davranmamız gerektiğini hatırlatmış. Babamız derken aynı zamanda Selçuklu-Osmanlı geleneğini de kastettiğini hemen tahmin etmişsinizdir.
Teoman Hoca annesinden disiplin ve şefkat, babasından ahlak ve dürüstlük, Nermi Uygur'dan felsefe, Ahmet Yüksel Özemre'den o felsefenin hikmetini öğrenmiş. Bu yönüyle doğu ile batının, akıl ile hikmetin mükemmel bir terkibi.
Ezcümle; ben kitabı zevkle okudum, hocayı tanırdım, daha da iyi tanıdım. Tanıdıkça da daha çok sevdim.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Çankırı Mevlevihanesi ihya edildi (06.12.2021)
- Güzel aşık kimin cevrini çekemedi? (02.12.2021)
- Saz çalmayan âşık, yay germeyen yiğit olmaz (28.11.2021)
- Veysel Karani’yi Yunus’tan daha iyi kim öğretebilir? (25.11.2021)
- Görmüş kimse yok cânânımı (23.11.2021)
- Yunus’un hakkını Yunus’a, Molla Kasım’ın hakkını Molla Kasım’a vermek (20.11.2021)
- Çağımızın Yunus Emre’si olarak Sezai Karakoç (18.11.2021)
- İnsan hedef, felekler yay, hadiseler ok, Tanrı okçu, kaçacak yer nerede? (15.11.2021)