Kaybına milletçe üzüldüğümüz büyük şairimiz Sezai Karakoç, şiir, deneme ve düşünce kitaplarının yanı sıra üç önemli biyografi yazar. Her biri Türk şiirini derinden etkilemiş olan Mevlana, Yunus Emre ve Mehmet Akif. Bu üç biyografi kitabı, Sezai Karakoç'un duygu ve düşünce dünyasını ve sanat anlayışını göstermesi bakımından oldukça önemli bulurum. Şairâne üslupta yazılmış ve ancak büyük bir şairi yorumlayabileceği üç büyük şair arasından ben Yunus Emre üzerinden onu diğerlerinden farklı kılan özelliklere işaret etmeye çalışayım.
Yunus Emre'nin, hâlâ kim olduğunu ve nerede yaşadığını tam olarak bilmiyoruz. Kaç Yunus Emre olduğu, nerede doğup nerede büyüdüğü, elimizdeki şiirlerin ne kadarının ona ait olduğu araştırmacılar arasında tartışılır durur. Bu konuda Sezai Karakoç, şiirlerinden ve şahsiyetinden yola çıkarak diğer kitaplarda görmediğimiz yorum ve önerilerde bulunur.
Her şeyden önce Yunus, Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında emeği olan, şiirleri, bu topraklarda İslam güneşinin doğduğunu haber veren taptaze ve şah bir horoz sesinden başka bir şey değildir.
Sezai Karakoç, Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş, Hacı Bayram ve serhat akıncılarını, büyük Anadolu'nun kurucuları olarak görür. Bunlar olmasa entrika bakışlı Bizans baykuşunun bu yüzyıllarda yeniden dirilişine ve tekrar gelişip Anadolu'yu ele geçirmesine şahit olacaktı tarih.
Sezai Karakoç için Yunus Emre, Müslüman şairdir ve şiiriyle Türkü Müslüman yapmıştır. Bu çok önemli bir tespittir ve Yunus'un şiirinin bu derece net ifade eden ikinci bir isim görmedim.
Yunus Emre'nin şiirleri okuyanı bir insani-İslami telkin tesirine alır. Ve baştan sona bir bütünlük içindedir. Onun şiirleri, İslam'ın duyuş, düşünce ve inanç dünyasına aittir.
MEVLANA İLE MÜNASEBETİ
Yunus ile ilgili yapılan araştırmalarda üzerinde durulan konulardan biri Mevlana ile münasebetleridir. Sezai Karakoç, Yunus'un,
Ete kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm.
sözüyle Mesnevi'ye lüzum görmediği iddiasına mesafeli durur. Bu düşüncenin, Yunus'un genel tutumuna uygun olmadığını düşünür. Mesnevi'yi beğenmese ona benzeyen Risaletü'n-Nushiye'yi yazmayacağını söyler. Yunus'un Mevlana'ya son derece saygılı olduğunu ve büyüklüğünün farkında olduğuna da şu beyti şahit gösterir.
Mevlâna Hüdavendigar bize nazar kılalı
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır
MÜRŞİDDİR AMA TARİKAT KURMAZ
Kitaplarda Yunus Emre'nin, tarikatine dair bir şey söylenmez, üzerinde durulmaz. Yunus Emre hiçbir zaman yeni bir tarikat kurmaya da kalkışmaz.
Ben gelmedim da'vi için
Bcnim işim sevi için
Diyen Yunus, büyük veliler arasında ayırım da yapmaz. Kanaatimce Yunus'u yetmiş iki milletin sevmesi ve zevkle okumasının nedeni budur.
BEKTAŞİ DEĞİL
Sezai Karakoç kitabında Yunus'un Bektaşî olmadığı üzerinde özellikle durur. Taptuk Emre yolunun Hacı Bektaş'a nisbeti olsa da Bektaşilikle hiçbir ilgisinin olmadığını söyler. Bunu yaparken de küçük ama önemli bir düzeltme yapar. Yunus,
Halka Taptuk ma'nisin
Saçtık elhamdülillah
derken açıkça Taptuk Emre yolunu halka öğütlediğini ifade eder.
Baba Taptuk manisin
Saçtık elhamdulillah
şeklinde okunmasının tamamen vesikasız bir iddia olduğunu söyler.
HORASAN'DA GELİŞEN DÜŞÜNCEDEN BESLENİR
Karakoç'a göre Yunus Emre, Anadolu'da, Horasan'da gelişen düşünceden beslenerek büyüyen bir şairdir. Yunus, bu beslenme ile hem kültürünün kaynağını unutmadığını ve gelenekçi yanını belirtir hem atalarına olan saygısını tazeler hem de hareketinin çapını insanlık ölçüsünde tutar. Yunus, Anadolu ve Sakarya kıyılarında yetişse de, fikren ve zihnen Horasanlıdır.
SAKARYA NEHRİ KENARINDA YETİŞTİ
Yunus Emre ile ilgili tartışmalardan biri de onun nerede doğduğu ve yetiştiğidir. Karakoç, Yunus'un
Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyü deyü
Dizelerinde geçen ırmaktan yola çıkarak Sakarya nehri kıyılarında yetiştiğini düşünür. Cennetteki ırmağın kaynağı kenarlarında büyüdüğü Sakarya ırmağıdır.
ÜMMİ DEĞİLDİR
Yunus ile ilgili tartışmalardan bir diğeri mektebe gidip gitmediğidir. Bazı menkıbelere göre gitmiş, bazılarına göre de gitmemiştir. Sezai Karakoç, onun ümmi olmadığını, olsa olsa medrese tahsilini tamamlamadan ayrılan biri olduğunu söyler. Ona ümmi diyenlerin dayanak gösterdikleri:
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılmışı severiz
Yaratandan ötürü
Dörtlüğünü o farklı yorumlar. Yunus, ona göre, müderris veya kadı olması için gereken bilgiyi medresede okumaktan vaz geçerek dört bucaktan toplayıp derlemiştir. "Elif okuduk" demekle tamamlamasa da bir tahsil gördüğünü ifade etmiş olur. "Pazar eyledik götürü" derken bilgi edinişindeki çevikliği ve şahsi metodunu anlatır. Uzun ve ağır, hafızaya fazla yüklenen skolastik tahsilin şiire ve biçimine uymadığına, gerekli bilgi ve cevherlerini almakla yetindiğine değinir. İlk bakışta, üstteki beyitle ilgisiz gibi görünen son beyitteyse çift anlamlılık vardır. "yaratılmışı sevmek", yani insanı, ilahi yaratış çerçevesinde sevmekten bahsederken öte yandan tasavvuf yolunda, kulluğun açıklaması vardır. Tasavvufun, yaratılmışı yaratandan ötürü sevmek olduğunu çıtlatıyor ve gerçek bilginin bu yol bilgisi olduğunu ve zahmete değer emeğin, bu yolda harcanan emek olduğunu haber veriyor gibidir.
BUĞDAY İLİM TAHSİLİDİR
Sezai Karakoç'un getirdiği farklı yorumlardan biri buğday-nefes meselesidir. Menkıbede Hacı Bektaş ve halifeleri hepsi bir arada gösterilir. O, 1271'de vefat eden Hacı Bektaş ile 1320'de vefat eden Yunus'un çağdaş olmadığını ve Yunus'un Hacı Bektaş'la değil, halifeleriyle görüştüğünü düşünür. Yunus, Hacı Bektaş dervişleriyle bilgi almak ve ilim tahsil etmek için görüştüğünü söyler. Buğday talebi, Yunus'un ilim tahsil etmek arzusuna işaret eder. Ancak Hacı Bektaş dervişleri ona ilim tahsili yerine manevi ilim tahsilini teklif eder. Yunus'un gelirken getirdiği dağ alıcı ise hamlıkla birlikte özgünlüğü, sanat ve şairlik kabiliyetini temsil eder. Ondaki bu kabiliyeti gören dervişler de ona ledün ilmini sembolize eden nefesi teklif eder.
Daha sonra teklifi reddettikten sonra yaşadığı pişmanlık ve yalnızlık dönemi geliyor. Yalnızlık düşünce, riyazet ve murakabeyi sembolize eder. Düşününce geri döner ama iş işten geçmiştir. Bu sefer istikameti Taptuk Emre'ye çevirir.
DAĞDAN ODUN GETİRMEK
Yunus'un hep ideal çizgiler peşinde koştuğunu, ideal bir dünyanın adamı olduğunu, reelde ideal çizgiler yakaladığını, "dağ"dan, yani kendine has bölgeden, yalnızlığından sihirli bir şevkle halk malzemesini biçimlendirdiğini anlatan, yani Yunus'un sanatına ışık tutan bir halk düşüncesi verimi oluyor bu menkıbe. Sezai Karakoç da hayatı boyunca dağdan yamuk odun getirmemek için mücadele etmesi onu Yunus'a yaklaştıran özelliklerinden biridir.
BİZİM YUNUS MU?
Taptuk'un, Yunus'u bir kazana koyup kırk gün kaynattıktan sonra çıkarıp koklayışı ve: "Hâlâ dünya kokuyorsun" deyişini de farklı yorumlar. Taptuk Emre, Yunus'u yolunun devamcısı yani halifesi olarak yetiştirmek için çok çalışır. Fakat Yunus'un şairliğini buna engel olur. Bunun üzerine tekkeden kovulur. Döndükten sonra "bizim Yunus mu?" diye sorması onu affettiğini ve gönülsüz olarak bu Yunus'un şair-i ilahî olmasını kabul ettiği gerçeği yatar. Taptuk Emre, halifemiz olup tekkede hizmet etmediyse de yine bizimdir, demiş olur. Karakoç'a göre bu menkıbe, Yunus'un Hakk'a hizmet için "şiir" yolunu seçişinin ve bunu eninde sonunda şeyhine kabul ettirişinin hikayesidir.
Yunus, şairliği şeyhliğe tercih ederek İslam'a şiir yoluyla da hizmet edebileceğini ve kendisine öğretilenleri, şeyh olarak sadece kendi tarikinde olanlara değil şair olarak herkese öğretmeyi tercih eder. Hacı Bektaş'a da Taptuk Emre'ye de tam olarak bağlanmamış olmakta, diğer arkadaşları gibi düz yoldan gitmeyip dolambaçlı yollardan yani hakikati toplumda büründüğü biçim, sanat ve şiir gücünü yedeğine alarak ilerler.
MOLLA KASIM DA HAK VERİR
Genç ve ateşli din bilgininin sembolü olan Molla Kasım, Yunus'un şiirlerinin tamamına yakınını, yani üçte ikisini okuduktan sonra peşinde koştukları hakikati en başarılı şiirle anlattığını anlar ve kalan üçte birini yırtmaktan ve suya atmaktan vaz geçer. Onun şiirlerinin İslam'ın yayılmasına ve bilinmesine, hatta sevilmesine hizmet ettiğini geç de olsa fark eder.
Molla Kasım, üçte birini rüzgâra ve üçte birini suya atması bir kısmını kuşlar bir kısmını da balıkların ezberlemesi onun şiirinde tabiattaki bütün sesleri taşıdığını göstermesi şeklinde şairane bir şekilde yorumlar. İnsanlara kalan ise zikir ve dua çizgisinde olan samimi şiirlerdir.
ZAMANIMIZIN YUNUS EMRE'Sİ
Kitabında Sezai Karakoç, Yunus'u mu anlattı yoksa kendini mi, bilemedim. Kitabı okuyunca hem Yunus'un hem de Karakoç'un şiirini ve şiir ile ne yapmak istediğini daha iyi anlıyoruz. Yunus yedi asır önce ne yapmak istedi ise Sezai Karakoç da bu asırda onu yapmak istemiş. Yunus, bize dinin inceliklerini şiir yolu ile öğretmişti. Sezai Bey de şiiriyle Yunus'un öğrettiği dini bize yeniden hatırlatıyor. Yunus gibi o da şiiri posta tercih etti. Cenazesindeki kalabalıklar ise onun da Yunus gibi bu milletin müşterek değeri olduğunu gösterdi.
Yunus gibi düşündü, Yunus gibi yazdı, Yunus gibi yaşadı. O halde, kitabına aldığı bir Yunus dörtlüğünü onun için de söyleyebiliriz:
Ya Rabbena! Hayr eyle.
Muhammed'e yâr eyle.
Kulun kabrin nûr eyle
Kabre vardığı gece
Amin.