Sezai Karakoç'un en özgün taraflarından biri vakalara herkesten farklı bir göz ile bakabilmesi, kimsenin aklına gelmeyecek şekilde yorumlaması idi. Herkesin kızdığı ağustos böceğini biz onun sayesinde tanıdık, saygı duyduk ve sevdik. Yunus Emre'nin meşhur menkıbesinde geçen Molla Kasım'ı da onun sayesinde tanıyabildik.
Molla Kasım'ın Yunus ile ilgili menkıbesini Nihat Sami Banarlı'dan özetleyelim.
"Yûnus 3000 şiir söylemiş, daha sonra Molla Kasım adlı bir zâhid bunları şeriata aykırı bularak 1000 tanesini yakmış, 1000 tanesini suya atmış, kalan 1000 şiiri okurken,
"Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir"
beytine rastlayınca pişman olup tövbe etmiş ve Yûnus'un velîliğine inanmıştır. Bu inanışa göre yakılan şiirler gökte melekler, suya atılanlar balıklar, kalan şiirler de insanlar tarafından okunmaktadır."
Rivayete göre yukarıda verdiğimiz mahlas beytin yer aldığı Molla Kasım'ın aklını başına devşirten beytin yer aldığı;
Ben dervişim diyene, bir ün edesim gelir
Seğirdüben sesine, varıp yetesim gelir
Beytiyle başlayan şiir Burhan Toprak'ın hazırladığı Divan'da yer alırken Yunus Emre denilince akla ilk gelen isimlerden Mustafa Tatçı'nın hazırladığı Divan'da "Aşık Yunus veya diğer Yunus'ların şiirleri" başlığı altında değerlendirir. Yunus Emre üzerine çalışan bir diğer araştırmacı Orhan Kemal Tavukçu'nun hazırladığı Yunus Emre Divanı'nda da bu şiir yoktur. Ancak menkıbeyi halkımız Yunus'a yakıştırmış ve asırlardan beri de inanmış. Menkıbede şiir geçmiyordu, olsa olsa bu şiir olur, denilerek menkıbeye sonradan yakıştırıldı, doğrusunu Allah bilir, diyelim ve konumuz bu olmadığı için geçelim.
Sezai Karakoç'un yorumu
Sezai Karakoç da halkımız gibi menkıbeye inananlardan. Molla Kasım, iki bin şiiri yırttıktan sonra başladığı üçüncü binin ilk şiirinde kendisinin "merhametsiz hükmünü ima eden" bir şiirle karşılaşınca hatasını anlar ve yırtmaktan vaz geçer. Elimizde olan ve insanların okuduğu şiirler bu kalan bin şiirdir.
Sezai Karakoç yanan ve suya atılan şiirlere üzülmememizi ister bizden. Çünkü bu şiirleri de kuşlar ve balıklar ezberlemiştir. Kalan bin şiiri nasıl insanlar okuyorsa, yakılan bin şiiri gökte kuşlar, suya atılan şiirleri de suda balıklar boyuna okumaktadır. Karakoç'un dikkatimizi çektiği ilk konu budur.
Dikkatimizi çeken ikinci yorum, Molla Kasım'ın Yunus'u anlaması için iki bin şiiri okuması gerekiyordu. Ancak 2001'inci şiirde kerametli şiire rastlaması, tek tek ele alındığında şeriatla bağdaşmaz gibi görünen şiirlerin büyük bir kısmı okunduğunda İslam'a ve onun şeriatına uyduğunun fark edilmesidir. Hatta, daha sonraki asırlarda Yunus'un toplumun her kesimi tarafından okunmasının ve inancından taviz vermeyen din bilginleri tarafından kabul görmesinin nedeni, Yunus'un şiirlerinin bırakın İslam'a aykırılığını, İslam'ı, insanlar arasında her vasıtadan daha üstün bir güçle yaymış, yerleştirmiş, insanlara din sevgisini aşılamış, bunu gören zahir ulemâsı da meşru dairede değerlendirmiştir. Her tarikte ve mezhepte Yunus'un rağbet görmesinin ardında bu özelliğinin de katkısı olsa gerek.
Karakoç'un bu yorumunu okuduktan sonra Yunus'un ve Yunusculayın söyleyenlerin birkaç şiirini okuyup ileri geri konuşanları daha iyi anlar oldum ve onları mazur görmeye başladım. Çünkü anlayamıyorlardı ve idraklerinin fevkinde olan bir şeyi anlamadıkları için de onlara kızamazdım.
Farklı bir yorumu daha var Karakoç'un. Molla Kasım, aslında Yunus'un insanlara bakan yönüdür, yani Yunus'un kendisidir ve kendi şiirlerini kritik ede ede meydana getirmekte ve insanların karşısına bir şiir çıkarabilmek için iki şiirlik müsveddeyi yakmakta ve yırtmaktadır. Şiirlerin değeri ve İslam'a uyarlığı ve yararlığı için çektiği sıkıntı ve azabın sonu yoktur; zaman zaman şair umutsuzluğuna kapılmış, şiirlerini yakmış ve yırtmıştır. Fakat halk, tertiplediği menkıbesiyle, büyük bir incelikle ve saygı duygusuyla, Yunus'un karalamalarının, şiir provalarının dahi boşa gitmediğini, kuşların ve balıkların okuduğunu söyleyerek gösteriyor.
Karakoç şiiri ve menkıbeyi yorumlamaya devam eder. Şiirlerinin bir kısmını kuşların, bir kısmını balıkların ezberlemesi, bize Yunus'un, tabiattaki bütün sesleri toplayan bir şiir ritmi tutturduğu fikrini verir. O kadar ki, sanki Yunus, kuş sesleri ve balık hışırtılarını şiirine yerleştirmemiştir de, Yunus'un şiir ritmi, tabiatın içine doğru uzamış, kuşların dilinde ve balıkların vücudunda ses olmuştur. Sanki Yunus, yalnız insan sesinin değil de oluşun senfonisini yazıyor. şiir, hilkatin sırrına öyle dokunmuştur ki, insanda bitmiyor ve durmuyor, öbür canlılara uzuyor. Böylece Yunus'un şiiri, tabii oluyor. Tabiatın yüreğindedir bu şiir. Kuşun ve balığın yüreğinde. Şiir aklı aşıyor, eşyaya geçiyor. Anlamı taşıyor.
Yazının başında Sezai Karakoç'un herkesten farklı bir zaviyeden baktığını söylerken kastettiğim bu idi. Marifet, Yunus'un şiirlerinde kuşların ve balıkların zikrini ve duasını duyabilmek. Sezai Karakoç bu marifete sahip ariflerdendi.
İsmail Güleç