İsmail Güleç

Bir başka yönüyle Mehmet Akif Ersoy

Mehmet Akif'i sevmeyenimiz yoktur. Hepimiz onu milli şair olarak bilir ve severiz. Onun özellikle hamiyet-i milliyemizi besleyen ve kuvvetlendiren şiirlerini büyük bir coşkuyla okuruz, dinleriz ancak onun kendi his ve duygularını anlattığı, içinde kopan fırtınaları yansıttığı şiirleri de var. Her ne kadar sayıları az olsa da bu tarzda yazdığı şiirleri Safahat'ın yedinci ve son kitabı Gölgeler'de toplar. Ancak Safahat'ına almadığı şiirleri arasında da bu tarz şiirleri vardır.

Fatih Andı hocamızın Mehmet Akif'i anlattığı konuşmalarından birinde dinlemiştim. Hocamız, Mehmet Akif için, "Tanıdıkça sevilen biridir" demişti. Hocamızın bu sözünün ne kadar doğru olduğunu zaman geçtikçe daha iyi anladım.

Musikişinâs olarak Mehmet Akif

Mehmet Akif'in üzerinde durulmayan veya ona sıra gelmeyen özelliklerinden biri de musikiye olan ilgisi ve tutkusudur. Akif hakkında çok değerli eserler kaleme alan Eşref Edip ve Mithat Cemal, şairimizin musıkiye olan vukufiyetini bütün ayrıntılarıyla dile getirir. Etrafında devrin önemli musikişinâsları arasında kabul edilen Neyzen Tevfik, Şerif Muhiddin Targan, Hafız Sami, Bursalı Hafız Emin Efendi, Hafız Kemal gibi isimler bulunduğunu o kitaplardan öğreniriz. Ney üflemesini öğrenmeye çalıştığı ama çok ileri götüremediği için de hayıflandığı da anlatılır.

Ben onun musikide derinleşememesinin iki nedeni olduğunu düşünüyorum. İlki memleket meselelerinden fırsat bulamamasıdır. İkincisi de çevresinde hepsi birer dahi mesabesinde musikişinâs olan isimler kadar iyi olamayacağını düşündüğü için olmalıdır. Ancak saz öğrenememesi onun musikiye olan ilgisini azaltmamış ve her zaman iyi bir dinleyici olmuştur.

Sadi Işılay'a yazdığı tebrik kıtası

Mehmet Akif'in özelliklerinden biri de dostları için şiirler yazmasıdır. Bazen dostu olmasa da takdir ettiği biri için de şiir yazar. Kendisi için şiir yazılan şanlı kişilerden biri de büyük bestekar Sadi Işılay'dır.

Tekkelerin henüz kapanmadığı devirde, Üsküdar'da Toygar Tepesi'ndeki Rufai Tekkesi'nin şeyhi Hazım Efendi'nin ruhuna kırk mevlid-i şerif okunacaktır. Herkes tarafından sevilip sayılan bu zatın hatırasına tertip edilen mevlide devrin Abdülhak Hamid, Mehmed Akif, Celal Sahir, Ziya Gökalp gibi meşhur edipleri ve sanatkârları da davet edilir.

O vakitler yirmi yaşında olan Sadi Işılay da Şeyh Efendi'nin torununa keman dersi verdiği için davet edilmiştir. Mevlidi, o devrin namlı bülbülleri olan Hafız Kemal, Hafız Burhan, Aksaray Valide Camii müezzini Cemal Efendi ve benzeri birçok güzel ses; ilahiler, tevşihler okur. Mevlit okunur, misafirler dağılır ve önemli zevat merasim bitince yukarıya, şeyhin odasına çıkar. Üsküdar'ın yukarısında bir tepede olan tekkeden Boğaz, bütün ihtişamıyla görülüyordu. Gece uzun sürmüş, kahveler içilirken neredeyse tanyeri ağarmak üzereydi. Orada bulunanlardan bazıları, "Dini merasim bitti. Aramızda Sadi de var. Şimdi onun bir keman taksimini dinlesek ne kadar iyi olur!" derler ve şeyh efendinin torununun kemanını getirirler. Sadi Işılay, taksime başlayınca dinleyenlerin gözlerinden birer katre yaş dökülür. Yaşlı gözler, Sadi Işılay'a daha fazla ilham verir ve kendisi de ağlamaya başlar. Taksim bittiğinde herkes mahzundur ve odaya hüzün çökmüştür. Hal böyle iken herkes gibi sazın sesinden etkilenen Mehmed Akif, sigara paketinin arkasına o anki hislerine tercüman şu kıt'ayı yazıp Işılay'a verir:

Bütün eşya Hüda'yı zikreden bir sırr-ı hikmettir
Kemânın bî-gümân Allahü Ekber'den ibarettir
Hulûsumla seni tes'id edersem çok mudur Sa'dî
Tecelli eyleyen hâlet elinde başka kudretdir

Üzerinde kıt'anın yazılı olduğu sigara paketini Akif'e imzalatır ve ömür boyu saklar. Mehmet Akif gibi büyük bir şairin iltifatına mazhar olan Sadi Işılay, ölene kadar bu dörtlüğü unutmayacak ve dostlarına "Hayatım boyunca işittiğim en güzel takdir cümlesi budur" diyecek ve öldükten sonra mezar taşına yazılmasını vasiyet edecektir.

Belli ki herkes gibi Mehmet Akif de o gece çok etkilenmiş olmalı ki bambaşka alemlere dalmış, bu hissiyat muhteşem bir şiiri edebiyatımıza kazandırmıştır. Kıta mutasavvıf şairlerin asırlardan beri dile getirdiği bir hakikatin terennümüyle başlar.

Bütün eşya Hüda'yı zikreden bir sırr-ı hikmettir

Eşya gördüğümüz her şey, canlı-cansı, madenler, bitkiler, hayvanlar, gökler, yerler, dağlar, ovalar, ırmaklar, denizler, hâsılı gözümüzle gördüğümüz her şey kastedilir. Tabiatta mevcûd olan her varlık kendi halince Allah'ı zikreder. Kuran'da dağların Allah'ı tesbih ettiğinden bahsedilmez mi? Allah'ı zikir ise iki türlü olur. Biri Aziz Mahmud Hüdâyî menkıbesinde anlatıldığı gibidir.

Üftâde Hazretleri, her zamanki gibi müridleriyle beraber kır sohbetine çıkar. Dervişlerinden kendisine güzel çiçekler getirmesini ister. Her biri şeyhine olan sevgisini göstermek için en güzel çiçeği toplamaya çalışır ve şeyhine getirir. Ancak Kadı Mahmud'un elinde sapı kırılmış, solgun bir çiçek vardır. Üftâde Hazretleri diğer müritlerinin meraklı bakışları arasında sorar:

"–Evlâdım! Herkes demet demet çiçek getirirken sen neden solmuş bir çiçek getirdin?"

Kadı Mahmud mahcup bir şekilde başını önüne eğer ve:

"–Efendim! Hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam, onu «Allah, Allah» diye Rabb'ini zikreder hâlde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mânî olmaya râzı gelmedi. Çâresiz ben de, zikrine devâm edemeyen bu çiçeği getirmek zorunda kaldım."

Diğer zikir ise eşyanın fıtrata uygun kullanılmasıdır. Sandalyenin zikri üzerine oturulması, tencerenin zikri içinde yemek pişirilmesidir. Mehmet Akif o gece kâinatın zikrini keman sesinden duyduğunu dörtlüğün ikinci mısraından anlıyoruz.

Kemânın bî-gümân Allahü Ekber'den ibarettir

Ey Sadi, Senin kemanından çıkan ses hiç şüphesiz sıradan bir musiki değil, Allahuekber nidalarıyla Hüda'yı zikreden bir dervişin inlemesidir. Biz de dinlerken o inlemeye eşlik ettik, onunla birlikte Allah'ın büyüklüğünü tesbih ettik.

Hulûsumla seni tes'id edersem çok mudur Sa'dî

Sen bizi öyle derin mana ve zevk denizlerine gark ettin ki seni tüm samimiyetimle tebrik ve takdir etmek hiç de çok değil.

Tecelli eyleyen hâlet elinde başka kudretdir

Çünkü sen bu takdiri fazlasıyla hak ediyorsun. Senin o maharetli parmakların ve ellerinle kemanı çaldığında oluşan hava, bizim hissettiğimiz duygu kesinlikle bir başka kudretin eseri ve tecellisi.

Mehmet Akif, dinlediği bir keman taksiminde eşyanın zikrini duyacak kadar hassas ruha sahip Allah'ın sevgili bir kuludur. Onu bu dörtlüğünü okuyunca bir kat daha sevdim.

Siz de benim gibi, Fatih Andı'nın yukarıda zikrettiğim tespitinde ne kadar isabet buyurduğunu düşünmüyor musunuz?

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.