Kâbusa dönüşen rüyâ: Suriye
Suriye ülkemizde ismi en sık telaffuz edilen ülkelerden biri. Özellikle son yıllarda artan göçmen karşıtlığı ile iyice olumsuz bir şekilde zihinlere yerleştirildi. Konu ile ilgisi olmayanlar için bir nefret objesine dönüşmeye kadar vardı maalesef.
Suriye ilk defa bu kadar olumsuz telaffuz edilmemişti. Daha önceki yıllarda teröre verdiği destekle de hep olumsuz olarak algılandı, algılatıldı. Suriyelilerin bize en yakın Araplar olduğu, Halep ve Şam'ın Antep ve Urfa'dan farklı olmadığını unutturdular bize. Taha Kılınç, Bir Rüyayı Hatırlar Gibi Savaştan Önce Suriye (İstanbul: Ketebe 2021) kitabıyla bizi, Suriye'ye karşı hislerimizi yeniden gözden geçirmeye davet ediyor.
Kılınç'ın, henüz ilahiyat fakültesi ikinci sınıf öğrenci iken bir yaz tatilinde Arapça öğrenmek için gitmesiyle başlayan tecrübe yazarı alıp bir yerlere götürmüş. O da gittiği yerlerden o kadar etkilenmiş ki bizi de elimizden tutup oralara götürmeye, buralar bildiğiniz gibi değil, Türkiye'de konuşulanlara bakarak buralar tanınmaz, bilinmez diyor adeta.
Taha Kılınç bu kitapla gezdiği yerleri tanıtmıyor sadece bize. Suriye'nin yakın ve uzak tarihini, özellikle Osmanlı sonrası Suriye'de olup bitenleri de anlatıyor. Kısa bir Suriye siyasi ve politik tarihi aynı zamanda. Suriye rejimini tanıma ve politikalarını anlama kılavuzu da diyebiliriz.
Kitabı okuduktan sonra iki duygu sarıyor bizi. Biri dizginlemekte zorlandığımız Şam'ı ve Halep'i görme arzusu, diğeri de her tarafımızı ihata eden bir hüzün. Bir de Antep'e gider gibi Halep'e gidilebilir iken gidememenin verdiği pişmanlık ve üzüntü var.
Gezilen yerler üzerinden Suriye tarihi
Şam, İslam tarihin göbeğinde olan şehirlerden. Hz. Ömer devrinde başlayan Müslümanların hâkimiyeti, Emevi, Abbasi, Fatimi, Memluk, Eyyübî, Selçuklu ve Osmanlı ile devam etmiş. Hristiyanlığın doğup geliştiği topraklar olması gayrımüslimler için de önemli kılmış. Ayrıca Dürzilik, Nusayrilik gibi sonradan ortaya çıkan dinler, Ermeni ve Süryani gibi Doğu Hristiyanlığının vatanı olması Şam'ı bambaşka bir yer yapıyor.
Taha Kılınç bize bir gruba rehberlik eder gibi Şam'ı, Halep'i, Suriye'yi adeta kılcal damarlarına varıncaya kadar gezdiriyor. Öyle ki bir Şamlı, Şam'ı bu kadar iyi gezdirir miydi, bilmiyorum. Başarılı olmasının nedeni kanaatimce önce kendinin anlamaya çalışması, sonra anladıklarını anlatması.
Tarihi eserleri tanıtırken bize o yerin kim tarafından ne zaman, niçin ve nasıl yapıldığını anlatması, varsa o yerle ilgili tarihi olay veya anekdotları aktarması, kitabı sıradan bir gezi kitabı olmaktan çıkarıyor. İşin sırrını da bize açıklıyor: Elinde defter kalem olmadan gezmeye çıkmaması ve kayda değer bulduğu her şeyi kaydetmesi. Başka türlü böyle bir kitap yazılması mümkün değildi kanaatimce.
Sahabe kabirleri veya makamları yanında Nureddin Zengî, Selahaddin Eyyübî, İbn Arabî, Vahdettin gibi önemli şahısların mezarları da Şam'da.
Anlatılan sadece tarihi mekanlar değil, halkın yaşantısı, inanışı ve alışkanlıkları hakkında da bilgiler var kitapta. Güncel ve magazin bilgiler ve anekdotlar anlatması bir gezi kitabı kadar güncel durumu anlamamıza da yardımcı oluyor. Yazarın yemek hakkında verdiği bilgilerden eskilerin deyimi ile şikemperest olmadığı anlaşılıyor.
Şamlıların örf ve adetlerini de öğreniyoruz. Bizde hacca gidenlerin veya dönenlerin evlerine bayrak asma adeti var, Şam'da ise bayrak yerine Kabe'nin resimleriyle süslüyorlarmış. Hikaye anlatma geleneğinin Şam kahvelerinde devam ettiğini de kitaptan öğreniyoruz.
Suriyeli alimler sözlüğü
Kitapta o kadar çok kitap ve alim ismi geçiyor ki yazarın iyi bir okur olduğunu düşünüyoruz. Camileri ve medreseleri anlatırken orada görev yapan alimler hakkında bilgi vermesi bize Suriye ilim hayatı hakkında da bilgi veriyor. Bir kısmını Türkçeye çevrilen kitaplarından tanıdığımız Ramazan El-Bûtî, Said Havva, Cevdet Said gibi birçok alimi görünce heyecanlanıyoruz tabi. Kitapta, Suriye'nin yirminci yüzyılda yetiştirdiği önemli alimlerin biyografileri de yer alıyor.
Dikkatimi çeken bir diğer husus İslam'da ilim öğrenme geleneğinin Şam'da hâlâ devam ediyor olmasıydı. Muhtelif medreselerde hocaların ders halkaları ile kitapların okunduğu sistemin devam ediyor olması dikkatimi çekti. Babasından ders alıp müderris olanlar, babasının müderris olduğu medresede ders veren oğullar hep devam etmiş Suriye'de.
Suriye'de tasavvufi hayatın bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordum. İbn Arabî'nin türbesinin burada olması, Mevlana Halid-i Bağdadî'nin türbesi ve Nakşî geleneğin güçlü bir şekilde devam etmesini temin etmiş kanaatimce. Ayrıca Şazeli, Rıfaî ve Kadirîlere de tesadüf ediyoruz. Ancak Taha Kılınç'ın anlattıklarından zahidâne bir tasavvuf anlayışı olduğu anlaşılıyor. Belli ki yazarın bu konuda ilgisi diğer konular kadar derin değil.
Suriye'de ilmi ve tasavvufî bir gelenek güçlü bir şekilde devam ediyor.
Öğrenince şaşırdığım kimi bilgiler
Beni şaşırtan şeylerin başında ülkemizde bile ecdadın eserleri yeterince korunmamışken Suriye'de korunmuş olması oldu. Neredeyse tüm eserlerin ayakta olması ve korunması dikkat çekici. Osmanlılara ve Türklere karşı pek sıcak duygular beslemeyen rejimin Türklerden kalan tarihi eserlere dokunmadıkları gibi muhafaza etmeleri şaşırtıcı.
Aklımdaki bir sorunun cevabını da bu kitapta buldum. Seneler önce Kıbrıs'a gittiğimde Lefke'de Şeyh Nazım Kıbrısî mescidine gitmiştim. Bir akşam vakti idi. Ezan okundu, herkes ayağa kalktı ve namaza başladı. Ben de meraklı bakışlarla yerimde otururken biri omuzuma dokunda ve iki rekat sünnet kılınıacağını hatırlattı. Hayatımda ilk defa akşam namazından önce iki rekat sünnet kılındığına şahit oluyordum. Denileni yaptım, daha sonra hoca arkadaşlarıma sordum. Böyle bir sünnet namazın olduğunu ama yaygın olmadığını söylediler. Taha Kılınç da Şam'a ilk defa gittiğinde benim gördüğümü görmüş. Gittiği mescitlerde akşam farzından önce iki rekat sünnet kılındığını görünce o da şaşırdığını okuyunca Nazım Kıbrısî'nin şeyhi Dağıstanî'nin de Şam'da olduğunu ve Şeyh Nazım'ın Şam'da kaldığını hatırlayınca iki rekat sünnetin buralardan olduğunu anladım.
Hz. Ömer'in sarışın olduğunu da kitaptan öğrendim. Daha önce bir başka yerde de buna benzer bir şey okuduğumu hatırlıyorum ama unutmuşum nerede okuduğumu. Burada bir kez daha öğrendim, hatırladım.
Şam mescitleri ile bizim camilerdeki farklar da dikkat çekici. Bizde zuhr-ı âhir yalnız kılınırken orada cemaatle kılınması da beni şaşırttı.
İlginç bulduğum ve merak ettiğim konulardan biri de Kubeysiyyat adındaki kadın teşkilatı oldu. Bizde benzeri bir kadın teşkilatı bildiğim ve anladığım kadarı ile yok. Bu da Suriye'ye has bir diğer durum olmalı.
En çok yapmak istediğim şeyler
Kitabı okuduktan sonra görmeyi çok istediğim birkaç yeri de yer gelmiş iken söyleyeyim. Şam'da Kaysun dağına çıkmak, Osmanlı mahallesini, Kaymeriye'yi gezmek, Emeviye Camii'nde namaz kılmak, İbn Arabî, Selahaddin ve Vahdettin'in türbesini ziyaret etmek, Hama'daki su değirmenlerini görmek, Lazkiye'deki Türkmen köyünüde kahvaltı yapmak, Halep çarşısını dolaşırken tatlıların tadına bakmak, Şam'da şavurma yemek, kahvede hikaye anlatıcısı dinlemek.
Baharın kışa dönmesi
Özellikle 2011'deki Arap Baharı ile başlayan sürecin özetlendiği bölüm, Türkiye'de yaşananların anlaşılması bakımından çok önemli. 13 yaşındaki Hamza'ya yapılanları okuyunca insanlığımdan utandım. Türkiye ile bu kadar yakından ilişkili olan bir toplumun dramını ve son yıllarda artan ve düşmanlık düzeyine varacak Suriyelilere karşı gösterilen tepki karşısında biraz mahcup oluyoruz. Evet, Türkiye imkanları sınırlı bir ülke, göçmen meselesi de çok can yakıcı ancak bunun çözümü bin yıllık müşterek tarih ve kültürümüz olan insanları ölüme terk etmek olamazdı. Bu konuda yapılacakları daha makul bir düzeyde tartışmamız gerektiğini kibarca hatırlatıyor bize.
Kitapta anlatılan yerler ve ismi geçen zevatın resimleri okumayı kolaylaştırırken okunanların akılda kalmasını da sağlıyor. Kitap bu haliyle oldukça zengin ve doyurucu. Ancak sıradan okur ve gezgin için daha çok fotoğraflı bir muhtasarı olsa büyük hizmet olur. Mevcut kitap tarihe ve kültüre meraklı gezginler için başvuru kitabı iken diğeri bir yerleri gezmekten hoşlananlar için rehber olurdu.
Elimde imkân olsa bu kitabı tüm ilahiyat öğrencilerine dağıtırdım. Her şeyden önce azıcık cesaretle neleri başarabileceklerini fark ederler. Öğrendikleriyle yetinmeyip daha fazlasını istemenin onları nerelere götürebileceğini görürler. Dil kursu için gidilen bir ülkenin bir insanın hayatını nasıl zenginleştirdiğini ve ufuklar açtığını görürler de cesaret edip bir şeyler yaparlar.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Benim sevdiceğimde din var iman yok (21.02.2022)
- Üniversiteye girişte baraj puanı olmalı mı? (16.02.2022)
- Halvetiye halvetten mi gelir sadece? (13.02.2022)
- Medrese akredite olur mu? (08.02.2022)
- Üniversite demek biraz da gelenek demek (05.02.2022)
- Gazzâlî’nin kitaplarının yerini internet mi aldı? (02.02.2022)
- Öğrenci merkezli eğitim kötü mü? (29.01.2022)
- Masallarımızda bile Kur'an’dan izler var (24.01.2022)