Ağuyu bal eylemek: Aşure
Bugün 10 Muharrem. Hz. Hüseyin'in şehadetinin yıl dönümü. Bugüne has uygulamalardan biri de aşure pişirilip dağıtılmasıdır. Osmanlılar döneminde sarayda pişirilen aşure devlet görevlilerine ve yeniçerilere, paşa konaklarındaki mahalleliye ve fakir fukaraya, tekkelerde pişen dervişlere ve evlerde pişen ise konu komşuya dağıtılırdı. Kimi vakıflar da yolculara, kimsesizlere ve aşure yiyecek yeri olmayanlara aşure dağıtırdı.
Prof. Dr. Zeynel Özlü'nün konu ile ilgili makalelerinden özetlediğim bilgileri paylaşıyorum.
SARAY
Her şeyin bir ritüeli olduğu Osmanlılar, aşure pişirmeyi ve dağıtmayı da belli kurallara bağlamışlardı. Aşurenin Muharrem ayı dışında sultanların vefatından sonra dağıtılması, Hz. Hüseyin'in bir sultan gibi kabul edildiğini göstermesi bakımından da önemli idi.
10 Muharrem'de pişecek aşurenin malzemeleri birkaç gün öncesinden kiler-i hastan temin edilir ve hazırlıklara başlanırdı. Sarayda pişmesine rağmen aşure bugün İstanbul'un geleneksel İstanbul yemekleri yapmakla bilinen lokantalarında ikram edilen aşureler kadar zengin değildi. Aşurenin temel malzemesi buğday. İkinci olarak nohut ve kuru fasulye gelir. Daha sonra mısır, yeşil mercimek, az pişmiş pirinç, çiğ bulgur da katıldığı olurdu. Bunlar bakliyat kısmı. Bir de meyve kısmı var aşurenin. Mevsimine göre değişmekle birlikte ayva, elma katılır. Kuruyemiş olarak ceviz, badem, fındık, fıstık, Aydın kuru incir yemişi, kuru üzüm, kuru kayısı, kuşüzümü katılır. Baharat olarak ise çöreotu, fesleğen, karabiber, karanfil, tarçın katılır. Ayrıca zemzem suyu ve şerbet de ilave edilirdi. Tatlılığı ise üzümle sağlanırdı. Ancak bunların hepsi aynı anda kullanılmaz, helvacıbaşının tercihi ve bulunan malzemeye göre değişirdi.
Kaynaklara göre sarayda üç farklı mutfakta üç çeşit aşure pişerdi. Bunlar mu'tad-ı kadim üzere yani gelenek dahilinde ve törenle üst düzey yöneticilere, üniversite hocaları ve öğrencilerine ve fakir fukaraya dağıtılırdı. Padişah ailesi ve paşalar ve saray yöneticileri için pişirilen aşure süzme miskli, halka ballı, saray erkanına ve yeniçeri ağalarına şekerli aşure dağıtılırdı.
Saray erkanına aynı gün pişirilip dağıtılırken halka aşure dağıtılması aşure testileri içinde yapılır ve on gün sürerdi. Saray erkanı ise kendilerine aşure takdim edilen kapları boş göndermezler, içine kuru yemiş koyup iade ederlerdi. Çocukluğumda da eve gelen aşure kaplarının içi boş iade edilmez, rahmetli annem mevsimine ve evin durumuna göre içine mutlaka yiyecek bir şeyler koyardı.
TEKKE
Tekkelerde de aşure pişirmenin bir adabı, erkanı vardı. Özellikle Bektaşî, Halveti ve Kadirî tekkelerinde aşure pişirmeye özel önem verilirdi.
Bektaşi tekkesindeki ritüeli Gölpınarlı'dan nakledelim. Aşure pişirileceği gün başlarında şeyhleri olmak üzere tüm dervişler ve halifeler kazanın başında toplanır, kepçe sırayla dervişler tarafından değişerek karıştırılırdı. Kepçe teslim alınırken de teslim edilirken de öpülürdü. Sırayla tüm dervişler kazanı karıştırmış olurdu ve kazanın dibinin tutması engellenirdi. Bektaşiler kepçeyi "Ya Hüseyn" diye alır ve karıştırırken hep birlikte "Selamullahi al'el-Hüseyn, la'netullahi ala kaatili'l-Hüseyn" der ve aşureyi neden pişirdiklerini hatırlar ve hatırlatırlardı. Bu şekilde karıştırmaya da çifte vav çevirmek adı verilirdi. Ebced hesabına göre vav altıya tekabül eder. Çifte vav 66 olur. 66 ise lafzatullahın ebced değeridir. Dolayısıyla aynı zamanda zikir de çekilmiş olur.
Diğer tariklerde de aşure zikir ve dualarla pişirilirdi. En meşhuru ve mutantanı Sünbülefendi Dergahı'nda pişirilendir. Onu da Hüseyin Vassaf ve Revnakoğlu'dan özetleyelim.
İstanbul tekkeleri arasında ilk aşûre Sünbül Efendi Âsitânesi'nde pişer ve buradan tüm İstanbul tekkelerine dağıtılırdı. Önce aşure pişirmeye niyet edilir ve şeyh efendinin çektiği besmele ve okuduğu fatiha ile ateş uyandırılır. Kazanların başında dünya kelamı konuşulmaz, boş lakırdı edilmez. İhtiyaç olan malzemeler kaş göz ile işaret edilir, ne zaman neya ihtiyacı olduğunu bilen dervişler sessizce hazır ederler. Varsa teberrüken Medine buğdayı, zemzem ve türbedeki kuyudan su katılır. Dervişler karşılıklı olarak kazanın karşısına geçerler ve ellerinde miklap adı verilen kepçelerle vav çizecek şekilde karıştırırlar. Kepçeler elden ele devrederken öpülmesi kepçeye duyulan hürmeti, o da pişen aşa hürmeti gösterir. Bu arada bir başka köşede hafızlar konusu ehl-i beyt ve şifa olan ayetler ve dualar okur. Fasülyelerin atılmasının ardından Fatiha okunur, salat u selamlar getirilir, ilahiler, mersiyeler okunur. Şeker atılmadan önce ise ism-i Celâl ve Hû çekilir. En sonunda gülbank okunur. Akşam yemeğinde dervişlere ikram edilir.
Örnek olması bakımından Mevlevîlerin okuduğu gülbankı naklediyorum:
Elhamdü lillâh, Hak berekatın vere, tabhı şîrîn ola. İmâm Hasan-ı Alî ve İmâm-ı Hüseyn-i Velî efendilerimizin rûh-ı mukaddesleri şâd u handân ola. Dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Ateş-bâz-ı Velî, Kerem-i İmâm-ı Ali Hû diyelim Hû
EVDE
Tabi evlerde böyle pişirmek mümkün değil ama bu şekle yakın pişirmek mümkün. Bunun için en az iki kişi olması gerekir. Eğer pişirenler okumasını bilmiyorlarsa bir üçüncü kişi olarak okumasını bilen biri çağrılır.
Şimdi ocaklarda kazanı karşılıklı karıştırmak mümkün değil, o yüzden küçük tüp veya ateş üzerinde pişirmeye çalışmak veya aynı anda olmasa da sırayla kazanı karıştırmak mümkün. Aşureye başlamadan önce Yasin-i Şerif ve Tebâreke okunmalı. Hasıl olan sevap o hâneden ahirete göçmüş ruhlara hediye edilir. Aşure yapan hiçbir şey bilmiyorsa "Allah Allah" der ve Hz. Hüseyin'i ve evladını düşünür. Piştikten sonra kazanın kapağı kaldırılır ve buharı eli yakmadan şifa niyetine göze sürülür. Aşure piştikten sonra ilk tabak bereket getirmesi için evde yenir, dışarı verilmez. Daha sonra aşure tabaklara boşaltılıp üzeri kuru yemiş ve meyvelerle süslenip komşulara dağıtılır. Abdülaziz Bey kitabında o dönem İstanbul'unda aşurenin kıymetli kaselerle ve süslü tepsilerle üzeri işlemeleri örtülerle dağıtıldığını söyler. Bu bize iki şeye çok değer verildiğini gösterir. İlki aşureye, ikincisi komşuya. Eğer sahip olunan kâselerin güzelliğini göstermek için gönderilirse aşureden zerre sevap kazanılmaz. Çünkü o iş nefis için yapılmış olur.
Bir de aşure baklası geleneği var. Ağza ilk gelen bakliyat tanesi yenmez, ağızdan çıkarılıp yıkanır ve bereket getirmesi düşüncesi ile cüzdanlarda, çantalarda saklanır.
Artık devir değişti. Kullanılan malzemeler, kazanlar, ocaklar, kepçeler yok. Ama olan şey niyetimiz. Hulus-ı kalp ile Hz. Hüseyin ve evlad-ı Resûl'ü hatırda tutarak besmele çekip Allah Allah diyerek pişirmenin değişecek bir yanı yok.
Unutmayın. Bize, Hz. Hüseyin'i hatırlatmıyorsa aşure değildir, sıradan bir tatlıdır.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ehl-i beyt muhabbetinin mücessem hâli: Çifte sultanlar (04.08.2022)
- Bir Muharrem geleneği: Husemâ namazı (01.08.2022)
- Vatan şairi yetiştiren şehir: Kastamonu (29.07.2022)
- Üniversite tercihinde nelere dikkat edelim? (25.07.2022)
- Osmanlılarda atama kriterleri (22.07.2022)
- Üniversitelerin idari personel sorunu (18.07.2022)
- Hastalığı yenmek (14.07.2022)
- Bil ki kurban böyledir (08.07.2022)