Bir üniversite problemi: Kültürel kümülatifin imkansızlığı
Cumhuriyet kurulduğundan beri, üniversitelere mevcut hükümet kadar yatırım yapan bir başka hükümet gelmemiştir, desek yanlış bir şey söylemiş olmayız herhalde. Peşinden de hükümetin verdiği destek ve sağladığı imkanların karşılığı tam olarak alınıyor mu, diye sorulsa vereceğimiz cevap maalesef "maalesef" olacak. Yeni üniversiteler kurmak, kampüsler inşa etmek, kadrolar vermek, araştırmaları desteklemek, üniversiteler arasında kimi alanlarda uzmanlaşma sağlamak ve daha buna benzer birçok destek verilirken üniversitelerimiz neden verilen desteklerin karşılığını gösterecek performansı sergileyemiyorlar, harcanan paraların hakkını vermiyorlar?
Uzun zamandan beri üzerinde düşündüğüm ve cevabını aradığım bir soru aynı zamanda. Şüphesiz bu sorunun birçok cevabı var. Ancak ben cevaplardan birini, bir örnek üzerinden izah etmeye çalışacağım.
Kültürel kümülatifin imkansızlığı
Kenan Göçer'in Türk'ün İş Zihniyeti adında hacimce küçük önemce büyük dikkat çekici bir kitabı var. Ülkemizdeki iktisadi ve sosyal hayatı, Türklerin yaşam biçimleri ve gösterdikleri davranış kalıplarıyla açıkladığı kitabında üzerinde durduğu konulardan biri, her yeni gelen iktidarın bir öncekinin yaptıklarını yıkması meselesi. Bu büyük-küçük tüm kurumlar için geçerli, bir aile şirketinde babasının yerine geçen oğul için de, bir belediye veya bir başka kurum için de. Ben bunun özellikle son beş yıldaki uygulama ve örneklere bakarak üniversiteler için de geçerli olduğunu söyleyebilirim.
Göçer, bu kavram ile iktidarı ele alan her yeni gücün kendini göstermek için kendisinden önce yapılanları ya önemsizleştirdiğini ya da yok ettiğini ifade ettikten sonra bunun sonucu olarak biz de 100 yıllık aile şirketi sayısının çok az olduğunu söyler. Bu durum, maalesef aynı siyasi irade tarafından atanan rektörler arasında da vaki. Yeni atanan rektörlerin bir kısmı, bir önceki rektörün yaptıklarının kötü olduğunu düşünerek kendisi sanki her şeyi çok iyi biliyormuş gibi kilometreyi sıfırlayıp üniversiteyi yeniden kurmaya çalışıyor. Bunu yaparken de zengin bir kocanın her sene koltuklarını değiştiren müsrif karısı gibi harcanan paranın ve verilen emeğin çöpe gittiğini hiç düşünmüyor.
Ne demek istediğimi şahidi olduğum bir örnek üzerinden anlatmaya çalışayım. Göreve başlayan bir rektör ve yönetimi, yoğun ve yorucu gayretlerin sonucu bir kampüs projesi ortaya çıkarır. Projeyi hazırlarken üniversitenin stratejik hedeflerine bakılır, açılmış ve açılacak bölümlere bakılarak muhtemel öğrenci sayısı tahmin edilir. Buna göre sosyal ve spor alanları da düşünülerek proje çizdirilir. Binaların ise şahsiyetli ve estetik bakımdan değerli olmasına dikkat edilir. Kolektif aklın ve beğeninin sonucu Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden izler taşıyan bir proje ortaya çıkar. Ortasında avlusu, geniş ve ferah koridorları, aydınlık ve göze hitap eden çizimiyle görenlerin "Bu bir üniversite binası olmalı!" diyecekleri bir bina tasarlanır.
Örnek bir kampüs projesi
Proje tamamlanır ve ihaleye çıkma aşamasına gelinir. Ancak o arada rektörün görev süresinin bitmesine az bir süre kalmıştır. Rektör, nezaketinden, aldığı devlet terbiyesinden ve asaletinden ihaleye çıkmaz ve kararı atanacak yeni rektöre bırakır.
Selefin her haliyle takdir edilecek bu davranışına karşın halef gelir gelmez, şairin;
Yıkar bir günde neccâr ettiği bünyâdı bir yılda
Dediği gibi bir yılı aşkın bir sürede hazırlanan bu projeyi herhangi bir gerekçe göstermeksiniz bir anda çöpe atar ve yeni bir proje çizdirir. Kenan Göçer'in kavramlaştırdığı kültürel kümülatifin imkansızlığı bir kez daha tekerrür eder ve onca kat edilen mesafeden vazgeçilerek kilometre sıfırlanır.
Yeni çizilen proje ile eski projeyi yan yana koyup zevkine ve bilgisine güvendiğim aralarında mimar ve inşaat mühendislerinin de bulunduğu on arkadaşıma sordum. Hepsi hiç düşünmeden eskisinin daha iyi olduğunu söyledi.
Bir üniversite binasından daha çok bir alışveriş merkezi veya iş hanına benzeyen bir proje olmasını bir yana bırakalım, yapılan işlem ve yürütülen süreç hukuk, ahlak, estetik, işlev ve ekonomik açıdan da çok sorunlu görünüyor. Ancak bir eğitimci olarak sadece işlev ve estetik açıdan değerlendirdiğimde ikinci bir örneği olup olmadığını bilmemekle birlikte gezdiğim ve gördüğüm hiçbir iyi üniversitede böyle dip dibe dikilmiş dört koca bina görmedim. On bin öğrencinin aynı anda eğitim göreceği büyüklükte bu binanın olası bir yangın, deprem veya benzeri bir durumda nasıl tahliye edileceği ise bir muamma. Estetik ve şehir mimarisine uygunluk, eğitim için ideal olup olmadığı sorgulanmadan tamamen kişisel bir tercihle üniversitenin kaderini değiştirecek bir karar alınması yazının başında sorduğum sorunun cevaplarından biri.
Gelen rektörün giden rektörün her yaptığı işi çöpe atması bu ülkenin sınırlı imkanlarının keyfi nedenlerle israf edilmesinden başka bir şey değildir. Makul bir sebep ve gerekçe olmadan iptal edilen projelerin hesabı sorulmadıkça bu ve benzeri israf ve harcamalar devam edecek gibi duruyor.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ağuyu bal eylemek: Aşure (08.08.2022)
- Ehl-i beyt muhabbetinin mücessem hâli: Çifte sultanlar (04.08.2022)
- Bir Muharrem geleneği: Husemâ namazı (01.08.2022)
- Vatan şairi yetiştiren şehir: Kastamonu (29.07.2022)
- Üniversite tercihinde nelere dikkat edelim? (25.07.2022)
- Osmanlılarda atama kriterleri (22.07.2022)
- Üniversitelerin idari personel sorunu (18.07.2022)
- Hastalığı yenmek (14.07.2022)