Karagöz’ün Ramazan’ı
Ramazan'ın vazgeçilmezlerinden biri de Karagöz oyunu idi. Bu oyunun en büyük ustaları, iftar sonrası sanatlarını yazın Veznecilerden İtfaiye meydanına kadar uzanan caddenin etrafında, kışın ise paşa konaklarında, mahalle kahvehanelerde hayal perdelerini kurar, sanatlarını icra ederlerdi. Ancak zaman Karagöz unutulur oldu. Onun yerini çeşitli eğlence araçları aldı.
Ramazan bizim toplum için her zaman dini olduğu kadar sosyal ve kültürel bir etkinlik oldu. Her kültürel etkinlikte olduğu gibi atalarımız Karagöz'ü de hem eğlence hem de öğretim aracı olarak değerlendirmesini bildi. Karagöz üzerinden kimi hakikatlerin nasıl aktarıldığını bir örnek vererek izah etmeye çalışayım.
Ramazan ayında Karagöz oyunu başlamadan önce Hacivat perdeye meşhur bir şarkı söyleyerek iner. Şarkının sözleri şöyle:
On kere demedim mi sana sevme dokuz yar
Sekizde sefa, yedide vefa olmaya zinhar
Altı ile beş dört ile hiç başa çıkılmaz
Üçün ikisin terk ede gör tâ kala bir yar
Hacivat acaba bu şarkıyı sadece dinleyenleri eğlendirmek için mi söyledi?
Savaş Barkçın'ın bir televizyon programında anlattıklarını özetlersem sanırım meramımı daha iyi anlatacağım.
"Bu gölge oyunu seyircilere hangi mesajı veriyor, hangi düşüncelere sevk ediyor? Beni şahsen sevk ettiği şey şudur; dünyada bizler yaşıyoruz fakat dünya hayatı geçici bir hayat. Işık söndüğü vakit orada herhangi bir suret görmeniz mümkün değil. İnsanın ömür ışığı da söndüğü vakit bu dünyada yapacağı bir şey kalmıyor. O yüzden on tane sevenle başlayan bir insanın mutlaka bire, yani Rabbine âşık olarak, O'na bağlanarak hayatı tamamlaması gerekiyor. Dünya hayatı aslında bir eksiltme hayatı. Ömrümüz eksiliyor, nefesimiz eksiliyor... Ve aslında bir manada aslında gerçek dostun da kim olduğunu diğer dostları eksilte eksilte en sonunda anlıyoruz. Bu güzel havayı gelin hep birlikte terennüm edelim."
Bu açıklamadan sonra Hacivat'ın okuduğu şarkıya tekrar bakalım. Hacivat çok önemli şeyler söylüyor bize. Hacivat'ın muhatabı biziz. Bizim birkaç kez denilmekle söz dinlemediğimizi biliyor olacak ki on kere dediğini hatırlatıyor. Dokuz yar sevmek ise bizim şıpsevdiliğimize işaret ediyor. Bu sözlerinden bizi ne kadar yakından tanıdığı da belli olmuyor mu?
Dokuz yar ile maksat bu dünyanın bize sunduğu nimetler. Mal, mülk, servet, şöhret, şehvet, oyun, eğlence ve insanı gaflete düşüren her türlü nesne ve heves kastedilmekte.
Bir sonraki mısrada ise sekizde mutluluğun yedide de vefanın olmadığını söylerken bize dünyanın nimetleri ile mutlu olamayacağımızı hatırlatıyor.
Altı, beş ve dört ile başa çıkılmaz, derken bizi uyarmaya devam ediyor. Sanki Hacivat'ın sözünü dinleyip dünyaya dair olan isteklerimizin sayısını azalttık, dörde kadar düşürdük. Eh artık bu kadarı da olsun, diye düşündüğümüzü anlayan Hacivat bizi uyarmaya devam ediyor. Dörde kadar düşürdün ama yetmez, daha da düşürmelisin diyor.
Son mısra ise maninin en önemli mısraı. Üçe kadar düşürdüğün kalbindeki sevgiyi bire indirmelisin, derken her yiğidin bir sevgilisi, dostu olması gerektiğini söylüyor.
Bir yâr ile ne kastediyor?
Karagöz'ün nasıl bir oyun olduğunu hatırlarsak bir yâr ile kastedilenin ne olduğunu anlamamız kolay olacak. Karagöz'ü icat ettiğine inanılan Küşteri'nin aynı zamanda bir mutasavvıf olduğunu hatırlamamız kâfi. Şeyh Küşterî, söylenilenlerin aksine Hacivat'ı bir mürşit, Karagöz'ü bir mürit olarak düşünür ve Hacivat'a sözlerini her iki anlama gelecek şekilde söyletir. Onu dinleyenler arasında hakikatten haberdar olmayanlar güler, bilenler düşünür.
Şeyh Küşterî'nin ilk Karagöz oyununu nasıl oynattığını Enver Behnan Şapolyo'dan nakledelim:
"Şeyh Küşteri, bir gün dersini bitirdikten sonra, müritlerinden birisi kendisine şu suali sorar:
- Üstat bize, irşatlarınızla hak yolunu anlattınız… Biz bunlarla uhrevî âlemi anladık. Fakat bu dünyevî âlem ve hayat nedir?
Hemen Şeyh Küşteri başından sarığını çözerek, odanın bir köşesine derhal bir perde kurdu. Mürtlerine dönerek:
- Bu perdenin dört köşesi şunlardır: Şeriat, tarikat, hakikat, marifet köşeleridir.
Sonra dörtkenarlı olarak perdenin her dıl'ını üçe bölerek, on iki bölüm yaptıktan sonra:
- Bu bölümler de on iki imamdır.
Daha sonra bu perdenin arkasında bir meşale yaktı. Sağ elini meşale ile perde arasına tutarak bir gölge yaptı. Müritlerine:
- İşte mollalar! Şu gördüğünüz perde dünyadır. Arkasında yanan meşale ise ruhtur. Şu elimin gölgesi de cisimdir.
Meşaleyi püf diyerek söndürdü. Sonra:
- Şu yanan meşaleye püf denince sönüyor. Meşale sönünce derhal cisim kayboluyor. İşte hayat budur. Ruh sönerse, cisim de kaybolur. Yalnız baki kalan perdedir. Perde dünyadır. İşte insanlar bu perdede oynayan birer hayallerdir. Bu perdenin hâliki Hak'tır."
Şimdi Hacivat'ın perdeye inerken okuduğu o şarkıyı bir kez daha dinler misiniz?
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Teravih ilahileri (26.03.2023)
- Eski İstanbul Ramazanlarından bir hatıra (23.03.2023)
- Yurtdışındaki Türk çocuklarına Türkçe öğretmek (21.03.2023)
- Aşçı mektebi (17.03.2023)
- İstiklal Marşı sadece bir marş değildir (12.03.2023)
- Çocuklara dini şiir ile öğretmek (09.03.2023)
- Naz Makamı (05.03.2023)
- Tedebbür ve Ahlak (01.03.2023)