Arama

İsmail Güleç
Mart 23, 2023
Eski İstanbul Ramazanlarından bir hatıra
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bizleri teşrifi ile müşerref olduğumuz en büyük özelliği affedilme ayı olan ramazana kavuşturan Allah'a hamd ederek başlayalım sözlerimize.

Ramazan geldi, ramazana dair konuşulacak, yazılacak. Eski ramazanlar ve adetleri hatırlanacak ve hatırlatılacak. Ben de Ruşen Eşref'in Ayrılıklar (İstanbul: İkbal Matbaası, 1923) isimli eserinden eski İstanbul ramazanlarının vazgeçilmezi olan davulcuları anlattığı "Davulcunun Manileri" başlıklı bölümü aktarayım. İşgal yıllarında geçen bir ramazan olduğunu hatırlatayım. Ara başlıkları ben ekledim.

MAHYALAR VE MAHYACILAR

"Penceremden İstanbul'un minarelerine bakıyordum. Şurada burada şerefeler birdenbire aydınlanıveriyor, güya karşı ufukta küme küme ateş böcekleri uçuşuyordu. Çocukluğumuzdaki ramazanlar aklıma geldi. O vakit müezzinler iftarlarını bitirirler, yarıma doğru şerefelerden üçüzlü kandiller tane tane sarkmaya başlardı. Gökten damlarken minare boğumlarına takılakalmış yıldız kırıntıları gibi insana esrarlı birer heyecan verirlerdi… Gerçi şimdi şerefeler daha parlaklaştı, daha haşmet kazandı. Fakat eskileri, şüphesiz daha uhrevî, daha kâmildi.

Sonra terâvih vakti, bu altın çemberlerin arasında tane tane yarı sönük kandiller belirir, karanlığa dizi dizi sarkar, sağa yükselir, sola kayar, titreşir, uçuşur, muallakta birer yazı, birer tasvir peyda olurdu. Sanki minareler teravihten çıkan Müslümanlara mükâfat olarak nurânî ve hevâî bir göz şenliği hazırlardı.

Karanlıklar içinde ağır ağır çoğalan bu silik parıltılar yine ağır ağır erir, kendi kendilerine kararırlardı.

O vakit dünyada bana en ziyade gıpta ve üzüntü veren sanatkârlar mahyacılardı. Mahyacıları insanlardan ayrı ve meleklere yakın harikulâde hünerli bir nevi semâ sâkinleri tasavvur ederdim. Bu yarı semâvîler on bir ay mahbûs kalan marifetlerini bir ay, o da her gece bir saat gösterirler, suya nakş yapar gibi havaya tasvîr çizmeye özenirlerdi. Eserleri nasıl pâyidâr değilse gazetelerde, kitaplarda isimleri de anılmazdı. Hayatları da kandillerinin loş parıltısı gibi bizim için yarı sönüktü. Fakat bu yıl, onlar hakkında büsbütün müphem bir ayrılık üzüntüsü duymaya başladım. Zira elektrik nihayet mahyalara da musallat oldu. Kutsî cümleler emtia ilanları gibi marifetsiz, emeksiz, bir musluğun emrine tâbi, istediğiniz kadar parlıyor, istediğiniz vakit şıpıdık sönüveriyordu. Minareler arasında kalan bu son yerli sanatı yenilik savletinden Allah korusun. Cedlerin şerefelerde geceleyin kulağa bir sır söyler gibi usulca nesilden nesile tevdî' ettiği bu Türk sanatı ilk şekliyle haşre kadar ber-karar olsun.

BEKÇİ VE MANİCİ

Bu düşüncelerden davul sesiyle ayrıldım. Zira on beşinci geceydi. (Zaten davullar, toplar ve kandillerle karşılanan ramazan, davullar, toplar ve kandillerle yürütülür; davullar, kandiller ve toplarla uğurlanır.) Türklerin geçirdiği belki en küskün ramazan bu olduğunu unutarak çocuk gibi sevindim.

Abani sarıklı ve poturlu bekçi, elinde muşamba fener, kapıya dikildi. Sopasını taşa vurdu. Manici bugünlere pek uygun düşen titrek ve solgun bir sesle dedi ki;

Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim devletli beyim
Vakt-i şerif hayrola

Dambırdadan dan, dambırdadan dan, dambırdadan dan!

Eskiden böyle bekçi kapıya geleceği akşam sofrada ne telaş olurdu. Çocuklar yemekten bir an evvel sıvışmak isterlerdi. Kafesler sürülür, manicinin yolu beklenirdi. İftardan yeni kalkan erkekler, beyaz entariler, şam hırkalarıyla minderlere bağdaş kurarlar, orucun keyfini gidermek için bol kahvelerle kehrübâ saplı yasemin çubuklarda Beyazıt sergisinden alınma güzel kokulu sigaralar içerler, başlarında gürültü istemezlerdi. Kadınlar üst üste kafes arkalarına yığılırlar yahut lambayı üfleyerek kafesleri açarlardı. Cesareti, tek başına gece yarıları sokaklarda sopasını vura vura dolaşırken beliğleşen bekçi o akşam söz belagati karşısında silik kalırdı. Efendilerinden bahşişini istemek için parasıyla tuttuğu uyanık zekâlı, sözü, ahengi düzgün şehirli mâniciye bir vilayet adamı hayret ve gururuyla, bön ve iyi bir tebessümle bir bakışı vardı ki unutmak kabil değil!.. Bu seferki manici -askerden yeni döndüğü sırtındaki Alman ceketinden belli, zayıf, esmer bir genç- davulu taşımaktan yorulmuş gibi duvara yaslandı. İnsanların azalmış, bin maddi dert içinde on beşinci gecenin adetini unutmuş ev halkında heyecan bile uyandırmadan:

Bize geldik, size geldik
İnci mercan dize geldik
Başlar tacı iki gözüm
Arz eyledik size geldik

Dedi. Karanlık sokaklardan şapkalı fesli çocuklar, siyâsî ve dinî düşüncelerin fevkindeki ilk tecessüsleriyle maniciye sokuldular. Bekçi, bir tatlıdan sinek kovar gibi çocukları sağa sola açtı. Manici de dedi ki;

Bekçiniz kapıya geldi
Cümlenize selam verdi
Darılmayın iki gözüm
Bahşişin almaya geldi

Bekçi manicinin eskiden kalma beyitlere sokuşturduğu fesâhati başıyla tasdîk ediyordu. Çocuklar büsbütün çoğalmaya başladı. Yoldan geçen birkaç Fransız, İngiliz neferi de bu kalabalığa katıldı.

Manici gittikçe coşuyordu. Ramazanı şöyle tarif etti:

Bu aya sultan ay derler
Kaymak ile baldan yerler
Ezelden âdet kılınmış
Bekçiye bahşiş verirler

Zavallı genç, kaymakla baldan yiyen ayların ne kadar uzakta kaldığını düşünemiyordu. Türk kapılarının otuz gece her gelene -bir sebil gibi- açık olduğu o iftarlar kalsaydı davul boynuna böyle ağır gelir miydi? Acaba bahşişini beklediği adamlar bile artık baldan, kaymaktan tadabiliyorlar mıydı? Âh! Türklerin bol ve şen günlerinde kim bilir hangi yüreği coşkun ve zekâsı şen bir halk şairinin tertip ettiği bu safdil beyit, o gece ne kadar müessirdi!

Artık arzusunun yerine getirileceğine kanaat getiren, fakat sabırsızlanıp sopasını taşa vuran bekçiye;

Duvardan kedi atladı
Bekçinin ödü patladı
Merak etme bekçi baba
Bey kesesini yokladı

Dedi.

Hiciv ve medhiye karışık bu beyitlerde, Türk ruhunun neşesi o kadar güzel gözüküyordu ki!... Cesur bekçinin karikatürü, ne yaptığını görmediği efendinin kesesini açtığına dâir aşağıdan ve ezberden ma'lumât verişi!... Cidden eli keseye uzattıracak kadar zevkliydi.

Pencereler açılıyor
Çil paralar saçılıyor
Bahşişim aldım bergüzâr
A paşam eylemem inkâr
Veren eller dert görmesin
Hak bereket versin Yezdân…

Gerçi manicinin tahmin ettiği gibi pencereler açılıyordu. Fakat çil paralar saçılmadı. Ay ışığında uçuşan kirli kağıtları bekçi kelebek avlar gibi tuttu. Çocuklar gülüştüler.

Çocukların, askerlerin kalabalığı arasında, kapılara çıkmış ahretlikler, uşaklara âşinâlık ede ede sopasını üç-dört ev ötede yine vurdu…

Minareleri düşünürken, nesillerden nesillere geçe geçe kutsî birer ecdâd bergüzârı kalan bu maniler, şu hüzünlü ramazan gecesi, ruhuma tıpkı karşı ki mahyalar gibi loş bir hasret bırakıp gitti. 16 Ramazan 1337.

Cenab-ı Hak şikâyetinden emin, şefaatine nail eylesin. Sıhhat ve afiyet içinde sevdiklerimizle birlikte bayrama kavuşmayı nasip eylesin. Amin.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN