Ahlat’ı görmemek eksiklik imiş
Ahlat'ın ismini, özellikle mezar taşlarını hep duyardım ama bu kadar güzel ve tarihi bir şehir olduğunu bilmez ve tahmin etmezdim. Gidip görünce Ahlat'ın düşündüğümden çok daha güzel olduğunu ve mutlaka görülmesi gereken beldelerimizden biri olduğunu gördüm.
Gezip gördüklerimi anlatmadan önce tarihini öğrendiğimde Ahlat'ı neden bu kadar değerli ve önemli bulduğumu daha iyi anlayacağınızı düşündüğüm için İslam Ansiklopedi'nden Ahlat maddesini özetleyeyim.
Ahlat, günümüzde her ne kadar pek gündeme gelmese ve bilinmese de tarihi Urartulara kadar giden oldukça eski bir yerleşim merkezi. Türklerin Ahlat adını verdikleri şehir ilk defa Hz. Ömer devrinde İslam beldesi olur, Abbasilerin zayıflaması ile de Ermeni krallığına ve Bizans'a tabi olur. Türkler, Anadolu'ya geldiklerinde Ahlat dışındaki Van, Erciş, Malazgirt gibi şehirlerin hepsi Bizans İmparatorluğu'nun elindeydi. Ahlat, Anadolu'yu yurt edinmek isteyen Selçuklular için adeta bir harekât üssü olur. Selçukluların büyük kumandanlarından Afşin Bey, Anadolu içlerine akınlar yaparken üs olarak Ahlat'ı kullanıyordu. Sultan Alpaslan, Malazgirt Savaşına hazırlanırken yine savaştan on ay kadar önce yerleştiği Ahlat'ın sağladığı imkanları kullanmıştı. Bizans İmparatorunun ilk hedefi bu iki şehri ele geçirmekti. Roman Diyojen Malazgirt'i almayı başardığında Ahlat'a doğru hareket edince karşısına Alp Arslan çıktı ve zaferle neticelenen ve Türklere Anadolu'nun kapılarını bir daha kapanmayacak şekilde açan meşhur Malazgirt Savaşı gerçekleşti.
Kültür, ilim ve sanat merkezi
1071 Malazgirt zaferi ile Anadolu'da kalıcı olduklarını ilan eden Selçuklular Ahlat'ın öneminin farkındaydılar. Ahlatşahların merkezi olan Ahlat, 12. yüzyıla gelindiğinde İslam aleminin önemli ve büyük şehirlerinden biri olmuştu ve tarihinin en parlak devrini yaşıyordu. Bunda şehirde canlı bir ticari hayatın olmasının etkisi çok büyüktü.
Siyasî istikrar ve ticaretin gelişmesi şehirde ilim, sanat ve kültür hayatının zenginleşmesini sağladı. Ulema biyografilerinden bahseden kitaplarda çok sayıda Ahlatlı alimin zikredilmesi, Anadolu'daki birçok mimari eserin Ahlatlı mimarlar tarafından yapılmış olması Ahlat'ın o dönemlerde ciddi bir eğitim ve kültür merkezi olduğunu da gösteriyor. Ahlat'ın bir özelliği daha var. Anadolu'nun Türk yurdu olmasının en önemli müessirlerinden biri olan esnaf ve sanatkâr birliklerinin ilk defa Ahlat'ta görülmesi.
Hem ticaret hem ilim hem de kültür merkezi olan Ahlat, aralarında Selahaddin Eyyübî gibi büyük kumandanların da olduğu büyük sultan olma arzusu taşıyan melik ve emirlerin iştahını kabartıyordu. Ancak bu güzellik, şehrin Eyyübîlerin eline geçmesi ile tarumar oldu ve eski zenginlik ve refah dönemi hızla kaybolmaya başladı. Önce Celaleddin Harezmşah, peşinden Moğolların şehri yağmalaması üzerine şehir adeta metruk bir harabeye döndü. Bir zamanlar herkesin sahip olmak istediği Ahlat'a artık kimseler bakmaz olmuştu ta ki Alâeddin Keykubad vezirini gönderip şehri imar ettirinceye kadar.
Ahlat, sonraki yıllarda Moğol ve TimUr'a bağlı yerel beylerin hakimiyeti altında kaldı. Akkoyunlular ve Safevilerin de hakimiyetine de giren Ahlat, Kanûnî Sultan Süleyman'ın Irakeyn Seferi (1533-1535) ile Osmanlı topraklarına katıldı. Safeviler, Ahlat ve bölgeye saldırmaya ve ele geçirmeye çalıştılar. Bu saldırılar esnasında Ahlat kalesi yıkıldı. Osmanlılar birkaç yıl sonra göl kıyısında yeni bir hisar inşa ettiler ve şehir de çevresine kuruldu. Ancak şehir eski şaşalı günlerinden epeyce uzaklaşmıştı.
Osmanlı ülkesini kendisinden öğrendiğimiz Evliya Çelebi Ahlat'ı, elma ve kaysısı meşhur, bağlık bahçelik güzel bir şehir olarak anlatır. Gölde tutulan balıkların satılması ile askerlerin maaşların karşılandığını söylemesi gölde ciddi bir balık ticareti olduğunu gösteriyor.
Ahlatşahların merkezi olan bu kentin Ahlatşahlar döenemindeki halini çok merak ediyorum. Anlatıla anlatıla bitirilemeyen güzelliğini, medreseleri, çarşısı ve birbirinden güzel kamu binaları sivil ve bağ ve bahçeler içindeki sevimli evleriyle göl kenarında kurulu kentin ne kadar şa'şalaı ve görenleri hayran bırakacak derecede güzelliğini az çok tahmin edebiliyorum.
Neler kalmış: Ahlat Mezarlığı
Bugün Türkiye'de Ahlat denilince akla ilk gelen şey dünyada Müslüman Türklere ait en büyük mezarlık olduğu söylenen Selçuklu Meydan Mezarlığı, sanat değeri yüksek mezar taşları ile dolu. Fotoğraflarından bildiğimiz mezar taşlarını yakından görünce çok daha etkileyici olduğunu, âdeta bir hazine mesabe olduğunu anlıyoruz. Her ne kadar Selçuklu mezar taşları dense de mezarlıkta Ahlatşahlar, Eyyubiler, İlhanlı ve Osmanlı Dönemine ait mezarlar da bulunuyor. Farklılık sadece bu değil. Aynı zamanda mezar taşları ve sandukalarının yazıları ve tezyinatı da farklı. Klasik Osmanlı mezar taşlarının öncüsü olarak kabul edilen mezar taşlarının özellikle büyükleri Orhun yazıtlarının küçük birer kopyası gibi.
Kümbetler
Mezarlıkta ve şehrin diğer bölgelerindeki kümbetler de özellikle sanat tarihimiz bakımından çok önemli. Daha da önemli bulduğum kısmı bu kümbetlerin bir kısmının hanımlara ait olması. Mezarlığın önünden geçen yolun göl tarafında kalan Ulu Kümbet ise tipinin mükemmel örneği. Alt katı mezar, üstü ise mescit olarak inşa edilmiş bu kümbet tüm heybetiyle kendisini görmeye gelenleri karşılıyor.
Osmanlı Kalesi
Osmanlılar döneminden kalan eserlerin başında göl kıyısında inşa edilen hisar ile hisarın yanındaki İskender Paşa Cami, bir hamam ve dış kale kısmında Kadı Cami var. Uzaktan haşmetli görünen taşlar yakından bakıldığında ise ince taş işçiliğiyle hayranlık bırakacak kadar etkileyici. Üzücü olan şey, şehrin en parlak dönemini yaşadığı Ahlatşahlar'dan günümüze bir şey kalmaması.
İçkale'deki harabeye dönmüş yapılar restore edilip hayatın içine katılırsa benzeri pek görülmeyecek kadar etkileyici bir yer olacak. Kültür ve sanat merkezi yanında ahiliğin de merkezi olan Ahlat'ta gelişen zanaatların yer aldığı dükkanlar olması, kafe ve özellikle yerel lezzetlerin sunulduğu restoran olması kale içini en önemli turizm merkezlerinden biri haline getireceğinden şüphem yok.
Bunların yanında 1970'lerde yapılan, Hz. Ömer dönemindeki akınlarda şehit olan Peygamber Efendimiz sancaktarı Muaz Bin Cebel'in oğlu Abdurrahman Gazi'nin türbesi ile mezarlığın arkasında kalan harabe şehir adı verilen kaya evler veya mağara evleri de mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Görülmesini tavsiye edebileceğim bir yer daha var. Kalender Hoca Rıza Kanık Cami. Tunus mahallesindeki bu caminin özelliği tarihi olması değil. Oldukça yeni bir cami. Hayırsever iş adamlarından Şerif Kanık bir zamanlar babasının görev yaptığı camiyi yeniden yaptırmış. Ancak biri size söylemedikçe bu camiin yeni olduğunu anlamanız pek mümkün değil. Restore edilmiş tarihi bir cami gibi duruyor. Çünkü Şerif Kanık camiyi bölge mimarisine, özellikle Sekçuklu dönemi camilerine benzeterek yaptırmış. İnsan bu camiyi görünce "Keşke babası hayrına cami yaptıran hayırsever zenginlerimiz Şerif Bey'i örnek alsa" demeden geçemiyor.
Ahlat'ta dikkatimi çeken birkaç husus daha var. Onları da zikrederek yazımı tamamlayayım.
Koca şehirden tarih boyunca yapılmış onca saldırı ve yağma ile depremden geriye kalan cami ve medrese ile ilgili vakfın kalmaması Ahlat için talihsizlik olmuş.
Ahlat'ta beğendiğim şeylerden biri de evlerin eski tarz yapılmaya devam etmesi oldu. Bahçe içinde ve Ahlat evlerine has kiremit rengindeki taşlarla kaplanan evler çok güzel. Safranbolu ve Taraklı'yı herkes bilir de Ahlat evlerini pek bilmiyoruz. Ahlat evleri de kanaatimce diğerleri kadar görülmeyi ve ilgiyi hak ediyor.
Ahlat'ta yöresel yemekleri tadabileceğimiz bir restoranın olmaması büyük bir eksiklik. Keşkeğe benzeyen harse, turşu aşı, erik aşı, ayran aşı, çortu, mercimekli çılbır, patates doldurularak yapılan bir nevi mantı olan metes, çorti köftesi, tandırda balık, tuzlu balık, yarma aşı, erişteli bulgur çorbası, bezirgan çorbası, kartoplu pilav, baklalı pilav, domatesli pilav, işkembeli pilav, soğanlı köfte, içki köfte, yoğurtlu köfte, ufak köfte, yumurtalı çiğ köfte, ciğer taplaması, mercimekli köfte, ilahana dolması, hes dolması, domatesli şile, kısır ve farklı ekmek çeşitleri, özellikle cevizli fetir, pitik ve çörek, yine unla yapılan haşil, yağlı haşil, murtuva, su böreği, işkembe kavurması, yabani otlarla yapılan ısırgan otu şillesi, tortuk kavurması, parpar yemeği ve salatası, çireş şilesi ve aşı, jağ turşusu, çortu turşusu, heliz turşusu, sizce bir restoranı hak etmiyor mu? Bu kadar yemekten bir menü oluşturulamaz mı? Bu yemekleri tatmak isteyen bulunmaz mı?
Ahlat özel ilgiyi görmeyi hak eden Van gölünün kenarına kondurulmuş bir kolye. Sahip çıkmak ve güzelleştirmek ise devletin, belediyenin ve özellikle Ahlatlıların borcu.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna (15.08.2023)
- Başını pencerede unutmayan var mı? (11.08.2023)
- Mekanın ihyâsı toplumun ihyâsıdır (07.08.2023)
- Ayna ayna söyle bana, var mı benden güzeli dünyada? (04.08.2023)
- Bilinmeyen hazinelerimizden: Beçin Kalesi ve Şehri (30.07.2023)
- Kurretü'l ayn-i "Habîb-i Kibriyâ"sın yâ Huseyn (27.07.2023)
- Bir okulun başarısı neyle ölçülür? (23.07.2023)
- Bir yeni yıl tebrik mesajı (19.07.2023)