İman ağacı
Dini daha iyi öğretmek için misal getirerek anlatmak Kur'an-ı Kerim'in üslup özelliklerinden biridir. Allah Teala, Kitab-ı Mübin'inde birçok kavramı misal getirerek anlatmaktan çekinmez:
"Allah'ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirmektedir." (İbrahim: 24-25)
Bu üslup hadis-i şeriflerde görülür. Hz. Peygamber de insanlar öğüt alıp iyice bellesinler diye benzetme yapmaktan çekinmez. İbn Ömer (ra) rivayet edilen bir hadis-i şerif:
'Bana bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman'a benzer, Rabbi'nin izniyle her zaman meyve verir ve yaprakları da dökülmez.' buyurdu. İçimden, 'Bu, hurma ağacıdır.' demek geldi. Fakat orada Ebû Bekir ve Ömer varken konuşmayı uygun bulmadım. Ancak onlar da konuşmayınca Allah Resûlü, 'Bu, hurma ağacıdır.' buyurdu.
Mümin ve Müslüman'ın ağaca benzetilmesi ve imanın ağaç üzerinden temsil getirilerek anlatılması halka dini öğretmek için yazılan temel kaynak eserlerde de görülür. Kızılbaş Alevilerinin temel kaynaklarından biri belki de birincisi olan Şeyh Sâfî Buyruğu'nda da iman bir ağaca benzetilir. Şeyh Safî ile Şeyh Sadreddin arasında, yolu ve erkânı öğretmek üzere karşılıklı soru cevap şeklinde geçen konuşmaların yer aldığı eserde de birçok kavram gibi iman da benzetme yapılarak açıklanır. Güler Doğan Averbek'in bir Avrupa kütüphanesinden aldığı aldığı içinde Şeyh Sâfî Buyruğu'ndan kimi bölümlerin de yer aldığı bir yazma eserden küçük bir bölümü aktarıyorum:
İmân bir ağaca benzer. İmânın aslı Allāh Taālā korkusudur İmânın yeri mü'minin gönlüdür. İmānuñ gönlü Kur'āndır. İmânın derisi hayādır. İmānın teni şükürdür. İmânın yapraġı takvādır. İmânın budağı tevbedir. İmânın yemişi ināyet-i Allāh'tır.
Ayet-i kerimede güzel söz (kelimeten tayyibeten) ağaca benzetilmişti. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Kur'an Yolu isimli muhtasar tefsirinde güzel söz ile iman arasında bir ilişki kurulur; Allah Teâlâ'nın varlığına ve birliğine imanı yani kelime-i tevhidi ifade eder. Güzel söz kökü yerin derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş, gövdesi ve dalları gök yüzüne doğru yükselmiş, her zaman meyve veren bir ağaca benzetilmektedir. Bu ağaç nasıl Allah'ın izniyle her zaman meyve verip faydalı oluyorsa "kelime-i tevhid" de o şekilde faydalıdır.
Kelime-i tevhid ise imanın evvel şartıdır. Şeyh Sâfî de mümini ve onun mümin olmasını temin eden imânını bir ağaca benzetir. Bu benzetme ile de bize gerçek bir imânın nasıl olması gerektiğini öğretir.
Şeyh Sâfî'ye göre bir ağaca benzeyen imânın aslı Allah korkusudur. Her şeyin başı Allah korkusu değil midir? Kitaplarda üzerinde en çok durulan konuların başında bu gelir. Bu korkudan kimileri Allah'ın azabından korkmayı kimileri de de onun sevgisine nail olamamak, rızasını kazanamamayı anlar.
Şeyh Sâfî imanın yerinin müminin gönlü olduğunu söylerken şüphesiz şu ayet-i kerimeye bir gönderme yapıyordu:
Bedevîler "İman ettik" dediler. De ki: "İman etmediniz. (Öyle ise, "iman ettik" demeyin.) "Fakat boyun eğdik" deyin. (Hucurat 14)
İman için "Ben Müslüman'ım" demek yetmemekte, imanın kişinin kalbinde yer etmesi gerekmektedir. Bu da ancak amellerle anlaşılır. İmanın gönlü yani ağacın özü Kur'an'dır. Kur'an müminlerin gönlüne hâkim olmalı, ağacın özünün dalına budağına sirayet ettiği gibi Kur'an da müminin her davranışına, her huyuna sirayet etmeli, sinmelidir. Böylece iman gönlün süsü olur.
Deri ve ten ağaç söz konusu olduğunda kabuktur. Ağaçların dış ve iç olmak üzere iki kabuğu olur. Dış kabuk ağacın koruyucu derisidir ve ağacı olası dıştan gelen tehlikelere karşı korur. Sessiz bir nöbetçiye benzetilen dış kabuk ağacın içini koruyup yaşamasını sağlar. Mümini dışarıdan gelecek tehlikelerden koruyacak kabuğu onun hayasıdır. Haya ise nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesidir. Haya sahibi biri kötü bir işin yaptığında veya iyi bir işi terk ettiğinde yüzü kızarır ve sıkıntı çeker. Dolayısıyla haya kişiyi kötü iş yapmaktan alıkoyar ve iyi işlere devam için teşvik eder. Haya aynı zamanda peygamber hasletidir ve mümine çok yakışır.
İmanın teni ise ağacın iç kabuğu olmalıdır. Dış kabuğun altında bulunan iç kabuk ağacın ihtiyacı olan besini emer ve ağacın her tarafına dağıtarak ağacın büyümesini, bakımını ve hayatta kalmasını sağlar. Şükür de insanı diri tutar, besler. Şükür hem Allah'tan veya insanlardan gelen nimet ve iyilikten dolayı minnettarlığını ifade etmektir hem de nimete söz ve fiille mukabelede bulunma, Allah'a itaat edip günah işlemekten uzak durmaktır. Dolayısıyla kişiyi günah işlemekten koruyarak yaptığı hayırlı amellerin etkisinin devamını sağlar.
Ağacın yaprakları takvaya benzetilmesine gelince; takva Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunmak şeklinde tarif edilir. Takva, imanın başındaki Allah korkusunun incelmiş ve rafine olmuş halidir. Bu korku sıradan bir korku olmayıp Allah'ı gücendirmekten duyulan korkudur Amelleri samimiyet ve zevk içinde şevkle yapmaktır. Bu da müminin davranışlarında görülür. Mümin amelinde samimidir ve asla bıkmaz, şikayetçi olmaz. Yaprağı olmayan ağaç olmayacağı gibi takvası olmayan mümin de olmaz.
Budak ağacın yeni çıkan ince dallarıdır. Ağacın büyümesi ve gelişmesinin alametidir. Budak tevbeye benzetilirken ağaç için budak ne kadar önemli ise iman için de tövbenin o kadar önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Tevbe olmadan terakki olmaz. Tövbe, dinin yasakladığı şeyleri terk edip övdüklerine yönelmektir. Mümin dervişin tövbesi günahlarını unutmasıdır. Tövbe tasavvufa girilen kapıdır. Ancak tövbe kapısından geçildikten sonra içeri girilebilir. İçeri girdikten sonra da tövbe hâli son nefese kadar devam eder. Ancak başlangıçtaki tövbeden farklıdır. Tövbesi olmayanın manevi terakkisi de olmaz.
Şeyh Sâfî'nin benzettiği son kısım ağacın meyveleridir. İman ağacının meyvesi Allah'ın yardımıdır. Çünkü Allah'ın yardımı olmasa kul hiçbir menzile erişemez, maddi-manevi gelişemez. O yüzden gülbanklarda "feth-i fütuhâtlar kerem ve inâyet eyleye…", "cümle Kemerbestegân-ı Âl-i Âbânın himmet ve inayetleri üzerimize hâzır ve nâzır ola…" "Ümîdim vardır, ben fakîre, ben zaîfe, ben miskîne inâyet eyleyip, kapısından mahrûm eylemeye." şeklinde geçtiği gibi nefeslerde de zikredilir:
Olunca ben kula Sen'den inâyet,
Habîb'in Mustafâ kılur şefâat.
Nizâmoğlu'nun çokdur günâhı,
Ânın afvın diler Sen'den İlâhî!
Kısaca Allah'ın inayeti, yardımı, ihsanı olmasa kul hiçbir şeye nail olamaz, erişemez. Meyve nasıl ağacın son hali ise inayet de imanın son halidir ve Allah korkusunu hissetmeden, imanı ve Kur'an'ı gönle yerleştirmeden, hayâ sahibi olmadan, devamlı şükretmeden, takva sahibi olmadan yani amelleri samimiyetle yapmadan, her dair tövbe etmeden iman tamamlanmaz ve Allah'ın lütf u inâyeti gelmez.
Cenâb-ı Mevlâ bizleri lütf u inâyetinden mahrum bırakmasın niyazıyla, huuuu.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Türkçenin de Türkçesi: Râşid Efendi’nin Sırf Türkçe Divân’ı (19.10.2024)
- Şeyh Yavsı’nın tasavvuf tarifi (12.10.2024)
- Somuncu Baba’nın somunları (05.10.2024)
- Biz ne ara böyle olduk? (28.09.2024)
- Bülbül Yuvası: Yakova (21.09.2024)
- Derviş Cenazesi (14.09.2024)
- İlahiyatçı olmak hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı (07.09.2024)
- Üniversite ve Klasik Düşünce Okulu (31.08.2024)