“Şüpheniz olmasın: Zalimler iflâh olmaz!..”
(Kudüs ve Mescid-i Aksâ Üzerine Düşünceler-5)
Yazımıza serlevha yaptığımız bu cümle, Kur'an-ı Kerim'de dört yerde geçen ayetlerin ortak anlamı… Allah Teâlâ, Son Peygamberi Hz. Muhammed'e (sav) indirdiği ayetlerle (Bkz. En'am, 21,135; Yusuf, 23; Kasas,37) işte bu gerçeği vurguluyor: Zalimler iflah olmaz!..
Malum olduğu üzere, 21 Aralık 2017 Perşembe günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na Türkiye ile Yemen'in verdiği, "Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak kabul edilmesinin geçersiz sayılması" yönündeki karar tasarısı, 128 lehte oy ile kabul edildi. Bu, ABD'nin tüm çabası, tehdit ve kışkırtmalarına rağmen 2/3'lük bir çoğunlukla dünya devletlerinin, haklı davasında Filistin'in yanında olduğunun işaretiydi. Öte yandan, maddi güce sahip olmakla her şeye hükmedeceğini düşünen Amerika'nın ve haksız yere koruyup kolladığı İsrail'in düştüğü ibretâmiz durumun net göstergesiydi… Bir kez daha adl-i ilâhi tecelli etmiş ve zâlimler iflah olmamışlardı…
Aziz okuyucum,
Şüphesiz bu gelişme, İslam dünyası olarak son zamanlarda yaşadığımız gam ve hüzün yüklü günlerin üzerine büyük bir teselli vesilesi oldu. Bu netice, gösterilen çabaların, harcanan mesainin ve verilen mücadelenin boşa gitmediğinin en bariz işareti oldu. Yine bu olay, "İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır." (Necm, 39) hükmünün, değişmez bir hakikat olarak günümüzdeki ifadesi oldu.
Her ne kadar, bizler "küçük asker" Fevzi el-Cüneydî ve onun akranı Ahed Tamimî'nin hala İsrail hapishanelerinde olduğunu biliyor ve bir an önce hürriyetlerine kavuşacaklarını bekliyor olsak da; her ne kadar bizler, ajanslardan aldığımız bilgilerle her gün zalim İsrail askerlerinin açtıkları ateşlerle Filistinli Müslümanların birer-ikişer şehid olduklarını ve onlarcasının yaralandığını öğreniyorsak da BM Genel Kurulu'nda alınan bu tarihi kararın önemine binaen, İslam dünyasının, Allah'a hamd ü senâlarla bu sevinci yaşaması gerektiği düşüncesindeyiz. Zira bu sevinç aynı zamanda "Tevhîd" anlayışının bir uzantısı olarak bir ve beraber olduğu zaman İslam ülkelerinin nasıl bir güç olduğunu tüm dünyaya gösterebileceğinin sevincidir… Hiç şüphesiz gelinen bu noktada, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın dönem başkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin sayın Cumhurbaşkanı ve devlet ricalinin çabası, gayreti ve emeği, son derece önemli rol oynamıştır. "Dünya beşten büyüktür" söylemiyle, "güçlünün değil, haklının güçlü olması gerektiğini" tüm dünyaya ilan eden Cumhurbaşkanımız, hem ülkemizi hem de kendisini İslam dünyasında "lider" kılmıştır.
Değerli okuyucum.
Bu müspet ve güzel gelişme, Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksâ meselesinde önemli bir dönüm noktasıdır elbette… Ancak ne bu tasarının kabulü, ne de Amerika ve İsrail'in düştükleri durum, yıllardan beri yaşanan ve müzmin hale gelmiş Filistin meselesi üzerinde dikkatle ve özenle düşünmemiz gerektiğini ortadan kaldırmaz. Geçen yazılarımızda da değindiğimiz gibi bu problemin çözümü hususunda hem Müslüman fertler hem de kuruluşlar olarak yapılacak pek çok şey var. İsrail, günümüze gelinceye kadar planlı-programlı ve sistemli bir şekilde çalışarak ve pek çok şey yaparak-üreterek bugünlere geldi. İslam dünyası ise bu nitelikteki çalışmalara ve yapılan uygulamalara, maalesef kınamalarla, slogan ve gösterilerle karşılık verdi!.. Ancak bu kısır döngü, yaşanan son gelişmelerle kırılacak gibi. Yeter ki, bu konuda ilim ehli ve bilirkişiler, üzerine düşeni yapsın ve Ümmet-i Muhammed'i uyarsın. Yeter ki, İslam ülkelerinin yöneticileri bu manada sorumluluklarının gereğini yerine getirsin… İşte tam da burada, bu konuda ümitvâr olmamızı gerektirecek bir durum tespitinde bulunmak istiyoruz.
21 Ağustos 1969 tarihinde Church of God Kilisesi mensubu fanatik Evanjelist Dennis Michael Rohan Mescid-i Aksâ'yı kundaklamıştı. Tarihî özelliğe sahip Selâhaddin Minberi'nin kül olmasına sebep olan bu meş'um hadisenin, İslam dünyasında meydana getireceği infiali düşünerek "uykusuz geceler" geçirdiğini ifade eden dönemin Başbakanı Golda Meir, beklediği tepkinin İslam ülkelerinden ve Müslümanlardan gelmediğini görünce "korkularım boşa çıktı" diye beyanat vermişti. O gün tepki vermeyen İslam Dünyası, bugün kendinden beklenen aynı "tepkisizliğin" aksine, bir ve beraber olarak ortak şuurla hareket edebiliyorsa eğer geleceğe dair ümitvâr olmak zamanının da geldiğini düşünebiliriz. İşte bu sebeple, "zalimleri iflah etmeyen" Allah, "çalışanın da mükafatını verecektir" hakikatleri üzerinde düşünerek çalışmak ve ortaya bir şeyler koymak mecburiyetindeyiz. Önce, sahip olduğu/oldukları maddi güç sebebiyle kendilerinde güç vehmeden ABD misali ülke ve ülkelerin durumunu değerlendirirken, Kur'an-ı Kerim'in bize verdiği "anlamlı" örneğe dikkatinizi çekmek istiyoruz. Bu olumsuz örnek Karun'dur. Geliniz Kur'an-ı Kerim'e kulak verelim ve onunla günümüzdeki bazı devletlerin ve kendini devletten üstün gören "kişi"lerin benzeştiği noktaları tespit edelim. Bu tespit önemlidir; zira "zalimler iflah olmaz" hakikati, geçmişte kalan değil, ahirete dek hükmünü sürecek bir ilahi fermandır!
"Karun, Musa'nın kavminden idi. Ne var ki onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki, Allah şımarıkları sevmez.
Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).
Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.
Nihayet biz, onu da, ikametgâhını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avânesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek bir durumda da değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar.
İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir." (Kasas suresi, 76-83. Ayetler)
Bu manidar ayetler, hiçbir fâninin, sahip olduğu maddi imkanlarla şımarıp böbürlenmemesini, kibre kapılıp azgınlık ve taşkınlığa kapılmamasını öğütlüyor. Bu ayetler aynı zamanda gerçek güç ve kudretin el-Cebbâr ve el-Kahhâr olan Allah Teâlâ'ya ait olduğunu ferman ediyor, asırlar öncesinden asırlar sonrasına… Bu ayetler aynı zamanda şu formülü veriyor tüm müminlere: Allahu Ekber!..
Bağımsız Filistin, özgür Kudüs ve Mescid-i Aksâ için neler yapılabileceği noktasında gelecek yazımızda konuya devam edeceğiz. İsrail hapishanelerindeki Müslümanlara hürriyet; Kudüs ve diğer İslam beldelerinin cümlesine selamet ve esenlik niyazlarıyla…
"Allah'a dayan sa'ye sarıl hikmete ram ol. Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol."
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Maksatlı telkinlerin İslâm Dünyasındaki olumsuz etkileri (21.12.2017)
- Önce gaziydi, şimdiyse şehidlerden biri: İbrahim Ebu Süreyya (18.12.2017)
- Aşkın Kanatları: Hz. Mevlânâ… (16.12.2017)
- “İman varsa imkân da vardır…” (14.12.2017)
- Kudüs ve Mescid-i Aksâ üzerine… (11.12.2017)
- Hayırlı bir evlât olarak Hz. Peygamber (sav) (07.12.2017)
- Peygamberimizin engellilere tesellisi (04.12.2017)
- Âlemlere rahmet: Hz. Muhammed (sav) (30.11.2017)