İslâm âlemi olarak bir Mevlid Kandili'ni daha ihya ettik. Özellikle ülkemizde camilerin bu gece dolup taştığına; Peygamber Sevgisi'nin bütün canlılığıyla toplumda yaşadığına; Ona olan engin muhabbetin geçen zamana rağmen artarak devam ettiğine bir kez daha şahit olduk. Bu güzel ve olumlu; bu takdire şâyân ve sevindirici gelişmeler yanında, geçen Cuma günü Mısır'da yaşanan katliâmın geride bıraktığı hüznün yasını tutuyor İslam âlemi aynı zamanda… Cuma namazı için bir araya gelen, her biri Kâbetullah'ın şubelerinden biri olarak kabul edilen camilerden birinde Cuma namazı için bir araya gelen Müslümanları, bombalarla kurşunlarla katletti, insaftan; şefkat ve merhametten yoksun zâlim ve câniler… Acı üstüne acı ve hüzün üstüne hüzün… Çünkü bir "proje" olduklarının artık gizlenecek tarafı kalmayan bu katillerin, kendilerini İslam ile irtibatlandırmaya çalışmaları ve dünya kamuoyunda "İslam-Terör" ilişkisinin kurulmasına sebep teşkil etmeleri, Müslümanları ve tüm İslam âlemini derinden yaralıyor; ve bu acının böylece sürüp gitmesine aracılık ediyor.
Değerli okuyucum.
Şu anda bu kaos ve karmaşanın, bir diğer ifadeyle "fitne" halinin tüm acımasız şekliyle İslam coğrafyasında hüküm sürdüğü ve hükmünün sürdürülmeye çalışıldığı ortamda, Müslümanın, doğru bilgilerle donanmasının; yaşananları tahlil etmek, yorumlamak ve değerlendirmek durumunda kaldığı zamanlarda isabet edebilmesinde önemli bir önşart olduğunu söylemeliyiz. Yazımız işte bu amaçla kaleme alınmıştır ve Velâdet-i Nebi'nin yeni bir yıldönümünü yaşadığımız şu günde O Yüce Peygamberi tanıma adına bir çaba sarf etmenin mütevazı bir ifadesidir.
Enbiya Suresi'nin 107.ayet-i kerimesindeki ifadesiyle, "Âlemlere Rahmet" olarak tüm evrene; canlısıyla-cansızıyla bütün varlıklara bir rahmet vesilesi olarak gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in şefkati ve merhameti de evrenseldi. Yaratılmışlar içinde, Allah Teâlâ'nın isimleriyle vasf edilmek, sadece Onun mazhar olduğu bir ayrıcalıktı. Çünkü Onun özelliklerini bizlere anlatan Rabbimiz, Tevbe Suresinin 128. ayetinde şöyle buyurmaktaydı:
"And olsun ki, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir, sizlere karşı çok düşkündür. Bütün müminlere de çok şefkatli ve çok merhametlidir." Ayette geçen Raûf ve Rahîm sıfatı, aynı zamanda Allah Teâlâ'nın "Güzel İsimleri"ndendir; ve sadece peygamberimize özgü bu durum, Onun şefkat ve merhametinin en çarpıcı işaretidir.
Bir hadis-i şerifinde de kendisini "Rahmet Peygamberi" olarak nitelendiren bu Yüce Elçi'nin, bir şefkat ve merhamet mürebbisi olarak bütün insanlığa yönelik tavsiyelerinden biri aynen şöyleydi:
"Merhametli olana Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösterin ki, göktekiler de size merhamet etsinler."
Hayatı boyunca yaşadıklarıyla tüm evreni kuşatacak enginlikte bir şefkat ve merhametin sahibi ve mürebbisi olan Peygamberimizden aktaracağımız örnekler, bu konuda bir fikir sahibi olmamıza yetecektir kanaatindeyiz.
EN ZOR ANLARINDA BİLE…
Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav), Cenâb-ı Hakk tarafından kendisine bahşedilen şefkat, merhamet ve sevgi dolu yüreğiyle insanlık âlemi için hep ümitvar olmuştu. Kendisine zulmeden insanlara bile lânet etmemiş, onların helâki için beddua etmesi teklif edildiğinde her defasında şu cevabı vermişti: "Hayır, ben lânet okumak için değil, âlemlere rahmet olmak için gönderildim."
O'nun insanlar hakkında beslediği bu duyguların en çarpıcı örneği Tâif yolculuğu esnasında yaşanmıştı. Tâif'teki yakınlarından destek almak ve bir anlamda onları vasıta kılarak tebliğini insanlara ulaştırmak maksadıyla, yanında mânevî oğlu Zeyd b. Hârise ile birlikte bu şehre doğru yola çıkan Sevgili Peygamberimiz, İslam dinini anlatmaya çalıştığı Taiflilerden sert tepkiler görmüş, şehir halkının tahrikiyle çocukların taş yağmuruna hedef olmuştu.
Zorlukla bir bahçeye sığınan Resûl-i Kibriyâ (sav) Efendimiz, yorgun ve bitkindi. Dahası, kaybettiği eşi ve amcasının acısı hala yüreğini kanatıyordu. Hüzün üstüne hüzün yaşadığı bu anlarda, ellerini açıp şöyle yalvardı Rabbine, sonradan gelecek ümmetine örnek olacak tazarru ve niyaz cümleleriyle…
"Allah'ım! Güçsüzlüğümü, çaresizliğimi, insanlar tarafından hor ve hakîr görülüşümü Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi!.. Herkesin zayıf görüp üzerine yüklendiği çaresizlerin Rabbi Sensin… Eğer bana karşı bir gazabın söz konusu değilse, başıma gelen bu belâlara, çektiğim bu sıkıntılara aldırmam!.. Ancak Senin rahmetin bunları da göstermeyecek kadar geniştir..."
Duasından sonra kendilerine üzüm ikram eden Addas isimli bir kölenin imanına vesile olan Resûl-i Kibriya (sav), karşılaştığı muameleden dolayı buruk bir şekilde Mekke'ye doğru yola çıktığında Vahiy Meleği Hz. Cebrâil gelerek şöyle dedi: "Allah, insanların senin hakkında söylediklerini işitmiştir. Onların seni korumaya yanaşmadıklarını da biliyor. Sana, dağların sevk ve idaresinden sorumlu şu meleği gönderdi. Ne istersen emrine âmâdedir."
Melek, Peygamber Efendimize selam vererek şöyle dedi: "Ey Muhammed! Evet ben bunun için buradayım. Sen istersen eğer, şu iki yalçın dağı üzerlerine çöktürüp onları helak ederim. Emredersen eğer, bunu hemen yaparım…"
Eşsiz şefkatin ve merhametin timsali Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, o günden bugüne tüm tarih kitaplarını süsleyen güzellikteki ifadesiyle şöyle buyurdu:
"Hayır! Bunu kesinlikle istemem… Ben Rabbimden, onların neslinden gelecek insanlardan, sadece Allah'a ibadet eden ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil lûtf etmesini diliyorum."
ŞEFKATİ, CAN TAŞIYAN HER VARLIĞA…
İnsanlara karşı böylesine bir şefkat ve merhamet sahibi olan Sevgili Peygamberimiz, can taşıyan hayvanlara karşı da aynı duygulara sahipti. Aşağıda aktaracağımız hatıralar, bu konuda asırların eskitemeyeceği güzellikle ışıldayıp duruyor karşımızda…
Çok farklı alanlarda inkılaplar gerçekleştiren Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, hayvanlara muamele konusunda da toplumunda önemli bir değişimin yaşanmasını sağlamıştı. Çoğu cahiliyye döneminden kalan; hayvanları dövüştürmek, işkence ve eziyet etmek, yüzünü dağlamak gibi davranışları yasaklamış, onları canlı nişan hedefi haline getirenleri ise lânetlemiştir. Yine, develer üzerinde uzun uzun şiir okuma yarışmaları yapılmasına karşı çıkarak, "Allah, bu hayvanları sizin hizmetinize yalnız güçlükle gidebileceğiniz yerlere rahatça ulaşabilesiniz diye tahsis etti. Yeryüzünü de sizin için yarattı. Bu sebeple diğer ihtiyaçlarınızı her yüzünde giderin…" diyerek gereksiz yere hayvanlara eziyet vermeyi uygun görmemiştir.
Zevk için avlanıp sonra hayvanı bir kenara atmayı "haram" olarak nitelendiren Şefkat Peygamberi'nin şu uyarısı ne kadar anlamlıdır!: "Haksız yere bir serçeyi veya daha küçük bir hayvanı öldüren insandan Allah bunun hesabını mutlaka soracaktır."
Mânevî torunu sayılan Üsâme b. Zeyd'e yaptığı tavsiyede de aynı hassasiyeti görmekteyiz:
"Üsâme! Senin sorumluluğunda olan hayvanlar konusunda aman dikkatli ol! Yoksa kıyamet gününde onlar tarafından Allah'a şikayet edilirsin."
Hayvanlara şefkatle muamele konusunda Sevgili Peygamberimiz öylesine hassastır ki, sırf onlara acı vermeleri ihtimaline karşı, hayvan sağan kimselerin tırnaklarına özen göstermelerini ve mutlaka tırnaklarını muntazaman kesmelerini emretmişti. Öte yandan yavrusunun da yeterince beslenebilmesi için hayvanın sütünün tamamen sağılmaması hususunda uyarılarda bulunmuş ve bir defasında keçisini sağmakta olan bir adama rastlayınca, "Aman, yavrusu için de süt bırak" diye tembihlemişti…
Bir başka gün rast geldiği bir deveyi, açlıktan karnı sırtına yapışmış bir halde görünce dayanamamış ve şu uyarıda bulunmuştu: "Bu dilsiz hayvanların haklarını verme hususunda Allah'tan korkun."
Peygamberimizin konuyla ilgili hassasiyetine şahit olan ve Onun müstesna terbiyesinde yetişen Ashab-ı Kiram'da bu tavsiyeler anlamlı bir yankı bulmuştu. Sözgelimi kaynaklar, Hz. Enes'den (ra) şu sözleri nakletmişti: "Bizler seyahat esnasında bir yerde konakladığımızda, develerimizin üzerindeki ağırlıkları indirmeden ne namaz kılar ne de yemek yerdik!..."
Yine tarihe not düşen tarihçiler, ecdadımızın uzun bir göç yolculuğu yapan yaralı ya da bakıma muhtaç leyleklerin ve diğer kuşların bakımı ve tedavisi için "Gurebâhâne-i Laklakân" isimli kuş bakım evlerinin ve bu evlerin giderleri için vakıfların kurulduğunu zikrederler.
Tüm bunlar, merhamet mürebbisi Hz. Muhammed (sav) Efendimizin, getirdiği ilahi mesajlar ve hadis-i şeriflerinin topluma ve tarihe yansımalarıdır.
Bizim üzerimizde ne oyunlar oynadılar ki, kuşlar için ev yapan bir medeniyetin yüksekliklerinden, İslam âlemi olarak bu acıklı hallere düştük?..