Değerli okuyucum.
Pazartesi günkü yazımızda, önce gazi sonra şehid olan Filistinli 28 yaşındaki İbrahim Ebu Süreyya'dan bahsederek başlamış ve şöyle bitirmiştik sözlerimizi: "Siz bu satırları okuduğunuzda bugün bir başka genç Filistinli mahkemeye çıkarılacak, neyle suçlandığını bilmediği bir halde ama çeşitli işkencelere maruz kaldığı süreç sonrasında… Bir haftadır tutuklu olan 15-16 yaşlarındaki Fevzi el-Cüneydî'den söz ettiğimizi tahmin etmişsinizdir. Hani direnişin son sembolü olan, gözleri bağlı ama dik duran... Tek kişiyken, 22 İsrail askerinin gönlüne korku salan Fevzi'den… Cüneyd, "küçük asker" demek Arapça'da… İsmiyle müsemma Fevzi tam da böyle bir rol üstlendi âdetâ… Kendisi bile farkında değildi, tüm dünyaya nasıl bir muhteşem mesaj verdiğinin…"
Pazartesi günü "küçük asker" Fevzi el-Cüneydî'yi mahkemeye çıkarmadılar. Savcı bir kez daha gözaltı süresinin uzatılmasını istedi... Fevzi, işkencelere maruz kaldığı gözaltındaki günlerini geçirirken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi aynı günlerde, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın oybirliği ile almış olduğu kararı, 14 üyenin kabulüne karşılık sadece ABD'nin vetosuyla reddetmek durumunda kaldı… İşgal ettiği topraklarda hemen her gün muhtelif bahanelerle Filistin şehirlerinde zulmüne ve saldırgan tutumuna devam ediyor İsrail… Korkarız ki, İslam dünyası bir kez daha bütün bunlar yaşanırken son dönemde yaşananları da yavaş yavaş "unutmaya" başlayacak…
Aziz okuyucum.
"Hafıza-i beşer nisyan ile ma'lûldür" denilmiş ve insan hafızasının "unutma" gibi bir hastalığı olduğuna dikkat çekilmiştir. Hele hele günümüzde hemen her gün değişen dünya gündeminin, karşımızda ve elimizdeki ekranlar vasıtasıyla bizi meşgul edip yaşananları unutturmak için sıraya girdiğini düşünecek olursak, bazı şeylerin bize sık sık hatırlatılmasına muhtaç olduğumuz aşikârdır. Öte yandan, Allah Teâlâ'nın, Sevgili Peygamberimize hitaben, "Ey Resûlüm! Müminlere öğüt vererek hatırlatmada bulun. Çünkü senin öğüdün de hatırlatman da onlara fayda sağlar." (Zâriyât, 55) buyruğu da bu hatırlatma işleminin emr-i ilâhi gereğince bir sünnet-i nebevî olduğunu ortaya koyar.
O halde, bu hatırlatma işleminin aslında her bir Müslüman üzerine bir "vecibe" olduğu düşünülecek olursa, bu görev gereği, biz de bu yazımızda, yıllardır devam edegelen Filistin, Kuds-ü Şerîf ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti meselesinde, Müslüman kişi ya da kuruluşlar olarak yapılabilecek bir şeylerin olduğunu hatırlatmak ve bu husustaki görüşlerimizi paylaşmak niyetindeyiz.
İlk olarak, yıllarca ve belki asırlarca bir süreyi kapsayacak süreçte, İslam dünyasında inceden inceye işlenerek Müslümanlara yapılan maksatlı telkinlerle onlar üzerinde oluşturulan yanlış algı ve hatalı anlayışlardan bahsetmek ve buna dair örnek vermek istiyoruz.
İSLAM DÜNYASINDAKİ MAKSATLI TELKİNLER VE ETKİLERİ
Yahudilerin, ustaca kullandıkları söylemler, birer toplumsal algıya ve yanlış anlayışa dönüşmüştür İslam dünyasında… Bunun en bariz örneklerinden biri, "sen Hacc'a gittin hacı oldun. Artık tartıyı, ölçüyü, metreyi bırakmalısın." telkinidir… Müslüman bir kimsenin Hacc'a giderek bu kulluk vazifesini yerine getirdikten sonra artık ticaretle uğraşmaması gerektiği konusunda algı oluşturarak Müslümanların özellikle uluslararası ticaret alanından çekilmesini sağladılar. Bugün küresel ticaretin önemli bir kısmını elinde tutan Yahudi tüccarlardır. Sözgelimi, dünya elmas ticaretinin merkezi konumunda bulunan Belçika'da bu alandaki ticaretin %80 oranındaki büyük kısmı Yahudiler tarafından yönetilmektedir. Sadece elmas değil, pek çok alanda Yahudi şirketlerinin büyük cirolarla uluslararası ticaretin en önemli aktörleri olduğunu bilmeyen yoktur. Peki, ticaret alanında bize biçilen rol, bu mu olmalıdır? Hacı olduktan sonra ticaretten el-etek çekilmeli midir? Ticaret, insanı günaha sokan bir şey midir? Dürüstlük, sadece hacı olanların mı vazifesidir? Bu soruların her birinin cevabını siz kıymetli okurlarımız da elbette biliyordur. Ancak kanaatimizce, yeterince bilmediğimiz ve idrak etme hususunda sorun yaşadığımız husus; ticaretin, bir Müslüman için gerçekte nasıl bir değer taşıdığıdır/taşıması gerektiğidir.
BİR PEYGAMBER MESLEĞİ OLARAK TİCARETİN ÖNEMİ
Her peygamberin, kimseye el açmayan, çalışarak kendi ekmeğini kazanan ve elinin emeğini yiyen kişiler olduğu bilinen bir tarihi hakikattir. Marangozluk, terzilik, demircilik gibi sanatları, insanlar peygamberlerden öğrenmişlerdir. Hemen hepsinin ortak özelliği de çobanlık yapmaları olmuştur. Çünkü bu dilsiz varlıkları başarıyla sevk ve idare etmek, yöneticilik adına önemli bir tecrübe olarak görülmektedir. Ancak Allah Teâlâ'nın, gönderdiği Son Nebi'nin, peygamberlik öncesi mesleğini ticaret hem de uluslararası ticaret olarak takdir etmesinden, müminlerin almaları gereken mesaj nedir? Dürüstlüğü ve güvenilirliği ile kısa zamanda "el-Emîn" olarak anılan bu genç tacir, kumaş ve diğer ticaret mallarını getirip-götüren; ticaret kervanlarını başarıyla organize eden biriydi. Peygamberlik vazifesini üstlendikten sonra Medine'ye hicret ettiği zaman mescid-mektep ikilisinin yanına "Sûkul-İslam" adıyla "Müslüman Çarşısı"nı ekleyen de yine O idi… Bütün bunlardan, kendisinden sonra artık peygamber gelmeyecek Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimizin uluslararası ticaret olarak nitelendirebileceğimiz mesleğinden, biz Ümmet-i Muhammed'in önemli bir ders çıkarmamız ve mesaj almamız gerektiği ortaya çıkmaktadır. Burada, Ashâb-ı Kirâm içinde pek çok değerli ve önemli isimin ticaretle uğraştığını, sonraki asırlarda Müslüman tacirlerin, dürüstlükleri ve güzel ahlakî özellikleriyle farklı coğrafyalardaki insanların İslam diniyle şereflenmelerinde en önemli rolü oynadıklarını da eklemeliyiz.
Netice itibariyle, Müslümanları ticaretten uzak tutmak, onları ticarete hükmeden ve ticaretle kazanç temin eden ve servet sahibi kişiler olmaktan alıkoymak adına ustaca uydurulan ve uygulanan "Hacı olan artık ticaretle uğraşmamalıdır" telkini, maalesef yıllarca -özellikle ülkemizde- yapılmıştır. Halbuki, gerek Kur'an-ı Kerim ve gerekse Hz. Peygamber'in Sîreti ve Sünnet'i ise bunun doğru olmadığını ortaya koyan pek çok delil sunmaktadır bizlere… O halde bu yanlış algı ve hatalı anlayıştan kendini kurtarıp, her şeyde olduğu gibi ticaretinde de Allah'a güzel bir kul olabilmenin mümkün olduğunu; dürüstlüğün, hacca gidene de gitmemiş olana da her zaman bir vecibe olduğunu bir kez daha "hatırlatmış" olalım. Müslüman bir ferdin paraya ve servete mahkum olmadan, ona sahip ve yöneten biri olması kadar, Müslüman ülkelerin de ekonomik yönden güçlü ve sağlam olmasının da bugün için dünyada ne kadar önemli hale geldiği artık inkar edilemez bir gerçektir.
Son olarak konuyla alakalı bir bilgiyi paylaşmak isteriz sizlerle... Hac farizasını yerine getirmek maksadıyla mübarek topraklara gidilen 1990'lı yıllarda, Hac kontenjanları "turizm şirketlerinin ülkemize getirdikleri turist sayısına göre" hesaplanarak şirketlere dağıtılmaktaydı. Ne acıdır ki, en çok hac kontenjanına sahip şirketlerin ilk sıralarını "yabancı" sermayeli şirketler işgal etmekteydi. Müslüman bir ülkenin hacı adaylarını maalesef yıllarca bu dinî konularda hiçbir "hassasiyeti" olmayan bu şirketler taşıdı mukaddes beldelere…
Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti üzerine yazacaklarımız bitmedi. Gelecek sayıda konuya farklı açılardan bakmak suretiyle yazmaya devam edeceğiz.
Kudüs ve diğer İslam beldelerinin cümlesine selamet ve esenlik niyazlarıyla…