Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Allah’ın güzel isimlerinden: el-Vedûd (c.c): “Seven ve sevdiren”

Dün 14 Şubat idi… Sıradan bir gün, sıradışı bir güne dönüştürüldü. Zira o gün, "Sevgililer Günü" olarak ilan edilmişti günler öncesinden… Çiçekçiler, kuyumcular ve AVM denilen "para harcama" merkezlerindeki her türden işyerleri, sıkı hazırlanmışlardı bugüne, hem de büyük bir heyecanla…

Geldi ve geçti… Sevenler sevgilerini ilettiler sevdiklerine, çeşitli vesilelerle… Peki ya bugün? Bugün ne olacak?.. Kapitalist düşünce onu düşünmez! Düşünmek zorunda hissetmez kendini!.. O, sadece dünün satışlarındaki istatistik verilere bakar, geçen yıla göre vaziyet nedir, diye… Sizin bugünkü durumunuzla ilgilenmesini hiç beklemeyin!..

Değerli okuyucum.

Genel tablonun, Müslüman ülkeler de dahil, tüm dünyada boşanma hadiselerinin çok yüksek düzeylerde olduğu bir acı gerçekle karşı karşıyayız. İslam'ın boşanma konusuna son derece hassasiyet gösterilmesini emreden hükümleri, asırlarca bu hususta eşlerin dikkatli olmalarını sağlamış ve düşük düzeylerde gerçekleşen boşanma hadiselerine karşılık Müslüman Aile'nin sağlam yapısı, toplumlardaki huzur ve saadetin temel taşı olmuştur.

Yirminci yüzyılın getirdiği pek çok olumsuzluklardan biri de sekülarizm denilen dünyevileşme'nin tüm dünyayı; özellikle de derin bir şekilde İslam dünyasını etkilemesi söz konusu olmuştur. İslam âlimleri, dinî kaynaklardaki bilgilere dayanarak şu önemli tespiti yapmışlardı: "Zenginliğe sabır, fakirliğe sabırdan daha zordur!" İlk başta insana, kabullenilmesi zor bir durum olarak gelse de gerçek böyledir. Nitekim, çeşitli zorluklar içindeki anne-babalarımız; dede-ninelerimiz çok zaman günümüz insanından daha mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamışlardır, denilebilecek örneklere sahibiz… O halde, "parayla saadet olmaz!" sözünün pekâlâ, paranın tek başına saadet ve mutluluk veremeyeceğini ifade ettiğini söyleyebiliriz.

Günümüzde boşanmak amacıyla mahkemelere başvuran nice evli gençler, yetişkinler var… Hakimlerin, "Yaz kızım!" diyerek kararı açıklarken, tek bir gerekçe yazdırması evlilik kurumunun yıkılması için yeterli: "İmtizaçsızlık"… Evet, eşler arasındaki uyumsuzluk, yani iletişim yokluğu anlamına gelen bu kavram, evliliğe son vermek için yeterli bir gerekçe teşkil ediyor…

İletişimin olmayışı, uyumsuzluğu; uyumsuzluk, iletişim bozukluğunu körüklüyor ve nice hayallerle kurulan bir yuva dağılıyor!.. Çoğunlukla, sonraki hayatında "ayrı yaşamak" durumunda kalan eşleri, olumsuzluklarla dolu bir hayatla baş başa bırakarak…

Kıymetli okuyucum.

Dikkat çekmek istediğimiz husus şudur: Bir Müslüman ailede, kadın ve erkek, özellikle evlilik öncesi dönemde; sözlü ve nişanlı olduğu zaman diliminde, sözlerine ve söylemlerine; tavırlarına ve davranışlarına dikkat etmelidir. Kendini ve eşini tanıma noktasında çaba sarf etmeli, kuracakları bu yuvada mutlu olmak adına nasıl bir sorumluluk ve yükümlülük üstleneceğinin bilincinde olmalıdır.

Nikâh, bir yönüyle dinî bir uygulamadır, yani ibadettir… Bir yönüyle de eşlerin kişilik haklarını güvence altına alan bir anlaşmadır. Verilen söz ve atılan imza, her hal ü kârda, tarafları bir sorumluluk altına sokmaktadır. Ve İslam, her konuda olduğu gibi nikahta da bu sorumluluğun yerine getirilmesini Allah'ın bir emri olarak, müminden beklemektedir.

Yine İslam, Müslüman bir ailede, kişilik haklarına saygının yanında, eşlerin birbirlerini "Allah için sevmeleri"ni öğütler. Her ne kadar insanlar bu sevginin kendilerinden kaynaklandığını düşünseler de!..

Doğrusu, bu olgunluğu herkesten, hele özellikle her şeyi kendisinin başarabileceğini düşünen genç nesilden beklemek gerçekçi olmaz. Ancak bir başka önemli gerçek de şudur ki: insanoğlu, kendisi fâni olduğu gibi, sevgisi de fânidir. Bu sevgiyi bâki kılacak olan, sadece kendisi de el-Bâki olan Allah Teâlâ'dır.

Konuya buradan devam etmek istiyorum. Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinden biri de el-Vedûd olarak geçmektedir, kaynaklarda… Kullarını çok seven ve kullarını da birbirine sevdiren anlamına gelen bu ismin tecellisi, bir ayette şöyle ifade edilir:

"O'nun varlığına işaret eden delillerden biri de sizlere huzur ve mutluluk bulacağınız eşler yaratmasıdır. Aranıza sevgiyi, aşkı ve merhameti veren de O'dur. Düşünen ve tefekkür eden insanlar için bunda nice ibretler vardır." (Rum, 21)

Şimdi şöyle sormamız gerekiyor: Yüce Mevlamız, el-Vedûd ismiyle kulları birbirine sevdirdiğine göre, bizim de bir mü'min olarak bu sevgiyi kaynağından, yani Mevlâmızdan istememiz gerekmiyor mu? Evet gerekiyor... Fakat çoğu zaman burada hata ediyoruz. Sözgelimi, bir delikanlı, nişanlıyken müstakbel eşine diyor ki: "Senin için çiğ tavuk bile yerim." Fakat evleniyorlar, kısa bir süre sonra "Bu tavuk pişmemiş." diyerek yemekte kusur buluyor ve bu söz aralarının açılmasına, iletişimlerinin kopmasına sebep olabiliyor. Demek ki, o dağlar kadar olduğunu zannettiği sevgisi, kendisine ait değilmiş kişinin… İşte bu sebeple, bir Müslüman ailede nikâh, ibadet anlayışıyla ama özellikle hak ve hukukun kaydı için yapılır, fakat iş sadece bununla bitmez. Bu ailede, Allah'tan istenen ve Allah için olan bir muhabbete de talip olmak şarttır. Bunun adı: Muhammedî Muhabbet'tir… Çünkü bir ailede bu Muhammedî Muhabbet olmazsa, eşlerde dünya sıkıntılarına dayanma gücü olmaz, birbirine katlanma sabrı kalmaz. Ebedi hayatı kazanacak cennet hayatına kanatlanacak kudreti kendisinde bulamaz eşler… Bu önemli sebeple, "Muhammedî Muhabbet"i önemsememiz gerekiyor.

Muhammedî muhabbetin yaşandığı aileden; Son Nebi Hz. Muhammed'in (sav) aile hayatından bir örnek vermek istiyorum. Sevgili Peygamberimiz (sav) Nur Dağı'nın Hira adı verilen küçük bir kaya kovuğunda inziva günlerini yaşarken, kendisini son derece farklı bir sevgiyle seven Hz. Hatice validemiz, (ra) hemen hemen her gün hizmetçisi ile beraber şehre pek de yakın olmayan o mesafeyi yürüyerek gidiyor ve Peygamberimizin kaldığı mağaraya çıkıyor, O'na yiyeceğini ikram ediyordu. Bu nasıl bir aşk, bu nasıl bir sevgi ve nasıl bir muhabbetti?..

İşte bu vefâ timsâli eşini kaybettiği yıl, Sevgili Peygamberimiz o kadar üzüldü ki, Ashab-ı Kiram, günü üzüntüyle başlayıp akşamı acıyla son bulan günler yaşayan Peygamberimiz için o seneye 'Hüzün Senesi' dediler. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, yıllar geçse de çok sevdiği eşi Hz. Hatice'yi hiç unutmadı ve Hz. Aişe'nin dikkatini çekecek kadar bahsettiği eşini "Rabbim onun sevgisiyle kalbimi rızıklandırdı." sözleriyle andı. Nihayet, Mekke'nin fethindeki gün kendisine, "Hangi evde gecelemek istersiniz Ya Resulallah?" denildiğinde şu cevabı verdi: "Cennetül-Mualla'nın (Mekke'de Hz. Haticenin de medfun olduğu kabristan) karşısında, Hatice'nin kabrine karşı bir yerde çadır kurun, orada gecelemek isterim."

İşte, Muhammedî Muhabbet örneği…

Konuya devam edeceğiz, huzur ve saadet dolu günler yaşamanız dileğiyle…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.