Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Önce “toptancı” yaklaşımı terk etmek gerek…

İnsanoğlunda genelleme yapmak sanki bir genetik durum gibi… Bazı toplumlarda ise daha bariz hale gelebiliyor bu durum. Özellikle doğu toplumlarında genelleme işleminin çok kolay bir şekilde yapılabildiği "toptancı" bir yaklaşım daha çok görülebiliyor diyebiliriz…

Bunun yanlış bir düşünce, davranış, tutum veya işlem olduğunu bildiğimiz halde neden böyle düşünür ve davranırız? Galiba bu bizim "insan" oluşumuzla alakalı bir durum… Ne var ki, din müessesesi de, kadim medeniyet de, felsefe de, kültür de, "genellemeler"de bulunmanın ve toptancı bir zihniyeti benimsemenin doğru bir şey olmadığını söyler bize…

Farkında olmadığımız, önemsemediğimiz veya unuttuğumuz bu hakikati zaman zaman hatırlatmak, önemsetmek ve farkındalık oluşturacak birtakım çalışmalar yapmak ise bireysel ve toplumsal anlamda yine insana/insanlara düşüyor galiba…

EVRENSEL VE "EN SON DİN" OLAN İSLAM BU HUSUSTA BİZLERE NE SÖYLER?

İslam, gerek mukaddes kitabı Kur'an-ı Kerim ve gerekse peygamberi Hz. Muhammed (sav) aracılığıyla bu konuya dair insanlara uyarıcı bilgiler verir. Dikkatle baktığımız ve incelediğimiz zaman bu hususa değinen ayetlerle karşılaşırız. Sözgelimi, tarihe geçmiş kadim medeniyetler kuran insanlardan söz eden ayetler, "onların bir kısmının iyi kimseler; bir kısmının ise kendilerine de diğer insanlara da kötülük eden zalimler" olduğunu haber verir. (Bkz. Fâtır, 32) "Her bir toplumun yaptıkları iyi şeylerin kendi lehlerine, kötülüklerin de yine kendi aleyhlerine olduğunu" bildirir (Bakara, 134, 141) bize… Dolayısıyla insanlık tarihinde gelmiş geçmiş toplumları da, ânı yaşayanları da, gelecek insanlık neslini de objektif-tarafsız bir şekilde değerlendirmenin yolunu gösterir bizlere…

Kendisini Kur'an-ı Kerim'in "Âlemlere Rahmet" olarak nitelediği Son Nebi Hz. Muhammed (sav) Efendimizin hayatı, sözleri ve davranışları da bu konuda bizlere aynı minval üzere bilgiler sunar… Mesela, Sevgili Peygamberimiz (sav) "bir kişiyi severken ölçülü sevmeyi, bir gün bu sevginin kaybolabileceğini düşünerek sevgide ölçüyü kaçırmamayı; yine bir kişiye kızgınlık duyguları beslerken de ölçülü olmayı, gün gelip de bu kızgınlığın ortadan kalkması söz konusu olduğunda dostluk kuracağın bu kişiye karşı pişmanlık ve mahcubiyet duymamak için kızgınlıkta bile ölçüyü aşmamayı" tavsiye etmiştir. (Bkz. Tirmizî, Birr ve's-Sıla, 60) Görüldüğü üzere sevgide ve nefrette bile ölçülü ve mutedil olmaktır bizden istenen…

Özellikle sonradan Müslüman olan ve bir dönem cahiliye devrini yaşamış kimselerin bile insani özellikler bakımında iyilik ve güzellikler taşıyabileceğine dikkat çektiği hadis-i şerifler son derece önemsememiz gereken bilgi ihtiva ediyor diyebiliriz. Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin bir sahâbîye "Câhiliye çağında yaptığın faziletli şeylere İslâm devrinde de devam et; misafiri ağırla; yetime ikram et ve komşuna iyi davran!" (Müsned, III, 425) şeklindeki tavsiyeleri yanında "İnsanların Câhiliye devrinde hayırlı olanları İslâm devrinde de hayırlıdır" (Buhârî, "Enbiyâʾ", 8, "Menâḳıb", 1) tespiti, o dönemi yaşayanlar içinde de hayırlı insanların olabileceğine işaret etmektedir.

Ayetler ve hadislerin ortaya koyduğu gerçeklerden yola çıkılarak İslam kültüründe "tamamı elde edilemeyen bir şeyin tamamının terk edilmesinin doğru olmadığı" düşüncesi muteberdir. Bir başka ifadeyle "ya hep ya hiç" toptancılığı doğru değildir, vesselâm…

Buraya kadar aktardıklarımız, bundan sonra söyleyeceklerimiz için bir temel oluşturması içindi… Söylemek istediğimiz şudur: Her toplumun içinde iyiler de vardır, kötüler de… Bazı toplumların ya da milletlerin iyileri; bazılarının ise kötüleri sayıca fazla olabilir. Ama bu durum iyileri fazla olanlarda hiç kötülerin olmadığı; kötüleri fazla olan toplumlarda da hiç iyilerin bulunmayacağı anlamına gelmez… Yine kötü insan örneklerinden yola çıkılarak bir meslek grubunun, bir toplumun, bir milletin veya bir ırkın, genelleme yapılarak toptancı bir anlayışla "kötü" olarak etiketlenmesinin doğru olmadığı açıktır. Buradan devam ederek sözlerimize şunu eklemek isteriz. Bugün ülkemiz toprakları üzerinde; derin güçlerin kötü emellerine muhatap olan, türlü operasyonlarına maruz kalan Türkiye'mizde bizlerle birlikte bu vatanın havasından suyundan ekmeğinden faydalanan 3.5 milyon Suriyeli sığınmacının olduğu bilinen bir hakikat… Afganistan'da yaşanan son olaylarla birlikte ailece yollara düşen düzensiz göçmenlere ait haberlerin de sık sık medyada yer almasıyla birlikte bugünlerde yine CHP ve İP mensubu başkan ve yetkililerin siyasi beyanlarına rastlar olduk. Ülkenin ekonomisinin gelen sığınmacılarla bozulduğunu, Türkiye'nin artık bu yükü kaldıramayacağını iddia edenler, münferit olaylardan yola çıkarak Suriyeli gençlerin şöyle-böyle olduklarını savunanlar, tamamen manipülatif ve toptancı yaklaşımlarla konuya çözüm getireceklerini düşünenler asla bilimsel gerçeklerle desteklenmeyen ve sosyal psikolojinin, ekonominin ortaya koyduğu hakikatlerle bağdaşmayan söylemlerle sadece güya siyaset yapmaya çalışıyorlar. Bugün basında yer alan bir haberde, "1927'de yapılan ilk nüfuz sayımında Türkiye'nin nüfusunun 13.5 milyon olduğu, bunun yarısının Misak-ı Milli sınırları dışından gelen göçmenlerden oluştuğu" ifade ediliyordu (Yeni Şafak, 26.7.2021). Araştırma mahsulü bu tarihi gerçeği kamuoyuyla paylaşan Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel, "yönetilebilen göçün, ülkeye güç katacağını ifade ederek, sanayi, tarım ve hayvancılık gibi sektörlere bakıldığında kimsenin yapmak istemediği yoğun emek gerektiren işlerde çalışanların göçmenler olduğuna" dikkat çekmekteydi…

DÜŞMEZ KALKMAZ BİR ALLAH!...

Geçen hafta Avrupa'nın birkaç ülkesinde meydana gelen ve yüzlerce insanın ölümüne sebep olan sel felaketi sonrasında "sosyal devlet" olarak anılan ve başta Almanya olmak üzere, alt yapı, üst yapı çalışmalarını yıllar önce tamamlamış, her şey tıkırında işleyen bu ülkelerin nasıl alt-üst olduklarını, felaket bölgelerinden gelen görüntülerden anlamak mümkün… Bugün sosyal medyadaki bir Türk gurbetçinin çektiği görüntüler ise Almanya gibi bir büyük devletin, yaşananlar karşısında ne denli âciz duruma düştüğünün de anlamlı bir göstergesiydi… Diyeceğimiz şudur: ABD ve koalisyon güçleri Irak'ı işgal ettiği dönemde, mülteci olarak en yakın komşu olan Suriye'ye sığınanlar sebebiyle enflasyonun arttığından ve fiyatların yükseldiğinden şikayet eden Suriyeliler, fazla değil sekiz yıl sonra ülkelerinin yangın yerine dönmesi sebebiyle evlerini-barklarını terk etmek zorunda kaldılar… Bu manidar tabloyu iyi okumak gerek. "Günlerin ne getireceğini kimse bilemez" derler. Her bir sığınmacı büyük bir sınav yaşarken, onlarla muhatap olan bizler de bir sınava tabi tutuluyoruz aslında… Birkaç "kötü" insan sebebiyle "iyiler"e ve "masumlar"a haksızlık etmeyelim. Unutmayalım, düşmez kalkmaz bir Allah'tır!... İnsana yaraşan ise "insanlık"tır…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.