İslâm âlimi kimdir? Özellikleri nelerdir?
Bir önceki yazımızda 26 Eylül 2022 tarihinde rahmet-i Rahman'a kavuşan merhum Prof. Dr. Yusuf el-Karadâvî'nin 170 civarında esere imza atan velûd bir İslam âlimi olduğuna dikkat çekmiştik. Sözlerimizi tamamlarken de "İslam kültüründe ve medeniyetinde neden "İslâm âlimi" kavramı üzerinde duruluyor? Ayet-i kerimede üzerine vurgu yapılan âlimler (ulemâ) kimlerdir ve özellikleri nelerdir? Allah'a gerçek manada saygı duyan ve O'nun yüceliği karşısında ürperen kişilerin ulemâ yani "âlimler" olarak vasıflandırılmasındaki hikmet nedir?" sorularını sormuştuk, hatırlarsanız… Geliniz bugün Fâtır suresinin 27-29. Ayetlerini bir bütün olarak ele almak suretiyle Kur'an-ı Kerim'e başvuralım ve söz konusu sorularımıza cevaplar arayalım…
Âlim, ulemâ ve haşyet kelimeleri neler anlatır bizlere?
Adı geçen surenin 28. Ayetinde Allah Teâlâ (CC) bilen kişileri, "ulemâ" kelimesiyle tarif etmektedir bizlere… Ancak bu ayeti en manidâr şekliyle anlayabilmek için ayetin bağlamını göz önünde bulundurmak gerekmekte; bu sebeple surenin 27. Ayetinde anlatılan hususlara da bakmak icab etmektedir. Önce ayette anlatılan bilgilere dikkat kesilelim isterseniz:
"Allah'ın gökten su indirdiğini görmez misin? Sonra biz o suyla, renkleri ve çeşitleri farklı olan ürünler çıkardık. Dağların da farklı renklerde; beyaz, kırmızı, simsiyah yolları, kısımları vardır."
Burada muhatap her ne kadar Sevgili Peygamberimiz (SAV) ise de onun şahsında tüm müslümanlar ve bütün insanlıktır. Önce gökten yağmur damlacıklarından oluşan suyun indirildiğine ve onunla renkleri birbirinden farklı pek çok ürün çıkarıldığına dikkat çekilmektedir. Adetâ, tonlarca suyu bulutlarda depolayarak onlara hükmeden, bulutları gökyüzünde gezdirip irade buyurduğu yere yağdıran Cenab-ı Hakk'ın kudretini görmemiz ve fark etmemiz istenmektedir biz insanoğlundan… Hemen ardından gelen ifadelerde, dağların da farklı renklerde -tıpkı meyve ve sebzelerde olduğu gibi- yollara ve kısımlara sahip olduğu hatırlatılmaktadır. Bu ayet-i kerimede renkler üzerine vurgu yapılıyor gibi görünse de aslında gökten inen aynı vasıftaki yağmur sularıyla sayılamayacak kadar sebze ve meyve çeşitlerini topraktan yaratarak çıkaran ve insana ikram edenin Allah Teâlâ (CC) olduğuna işaret edilmektedir. Bir önemli nokta da şudur ki, öylesine yüce bir kudretin sahibidir ki Yüce Mevlâ, renklerde bile ton farkını yaratan ve insanlara ikram ederek onların bediî zevklerini okşayan, bu hususta bile insanoğluna ikram ve ihsanda bulunandır O…
Ardından gelen 28. âyette ise şöyle buyurulmaktadır:
"Aynı şekilde, insanlardan, binek hayvanlarından ve eti yenen hayvanlardan da farklı tür ve renklerde olanlar var. Kulları içinden ancak bilenler, Allah'ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar. Şüphesiz Allah üstündür, çokça bağışlayıcıdır."
Bu ayette de yine renk unsuruna vurgu söz konusudur. İnsanların, binek hayvanları ve eti yenilen diğer hayvanların da bir önceki ayette zikredilen, sebze - meyveler ve dağlar üzerindeki yolları ve kısımlar gibi farklı renklerde olduğuna dikkat çekilerek ilahî beyanına başlıyor Allah Teâlâ… Ancak burada, ayetin ortasında tam ortasında, Allah (CC) bütün bunları zikrettikten sonra kulları içinde, bütün bu kudret-i ilahiye ile yaratılanları gerçek manada takdir ederek, her birinin, Yüce Mevlâ'nın eşsiz ve nihayetsiz kudretinin eseri olduğunu bilenlerin ancak "haşyet sahibi" kimseler olduğuna dikkat çekiliyor. Anlaşılan, "bilen" (âlim) ve "haşyet" kelimelerin çözmeden maksadımıza nâil olmak, mümkün olmayacak…
Peki nedir, haşyet?.. Haşyet kelimesi, zengin bir dil olan Arapçada bir nevi "korku" anlamı taşıyor olsa da onun alelade bir korku olmadığı ifade edilmektedir. Tefsirlerde bu kelime için, "büyüklük karşısında duyulan heyecan ve korku, zarar görmekten değil, hakkını verememekten kaynaklanan endişe" karşılığı verilmektedir. Bu sebeple ayetteki ilgili kısım, "Allah'tan ancak âlimler (ulemâ) O'nun büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar" manasını taşımaktadır. Konuyla ilgili aktaracağımız şu satırlar önemli bilgileri taşıyor:
"Muhataplarını doğadaki muhteşem görünümlerden hareketle akıllara durgunluk verecek incelikleri keşfetmeye yönlendiren Kur'an'ın, bu bağlamda "bilme"nin değerine vurgu yapması oldukça ilginçtir. Fakat burada kullanılan ve "bilenler" şeklinde çevrilen ulemâ kelimesinin kök anlamları arasında, bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak etme, bir konuda kesin bilgiye ulaşma, bir işin hakikatine nüfuz etme mânalarının bulunduğu göz önüne alınırsa, kendilerine gönderme yapılan ve Allah'a saygı duyma hususunda ön plana çıkarılan kişilerin, meslek olarak bilimsel faaliyet icra edenler veya birtakım bilgileri öğrenip belleklerine yerleştirmiş olanlar değil, "zihnî çabalarını Allah'ın evrendeki kudret delillerinden sonuçlar çıkarabilme düzeyine yükseltebilmiş kişiler" olduğu anlaşılır. Zaten sahâbe ve tâbiîn büyüklerinin birçoğundan yapılan rivayetlerde ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar Allah'a saygı yolunda mesafe alamamış kimselerin âlim olarak nitelenemeyecekleri belirtilmiştir." (Bkz. Kur'an Yolu Tefsiri, Fâtır 28. Ayet)
Bu hususta önemli bir nokta daha vardır: İslam kültüründe âlim, bildikleriyle amel eden kimsedir. Onun bilgisi sadece bir "taşınan yük" değil, benliğine sirayet eden ve onunla bütünleşen; amel olarak dışa yansıyan ve o kişiden tezahür eden bir varlıktır, en değerli servettir. Belki bu sebepten dolayı, ilim için bir nur, bir ışık ve aydınlık kaynağı; en güzel tezyinat vasıtası ve en cazibeli süstür, denilmiştir… Asr-ı Saadet günlerinden birinde Resul-i Ekrem (SAV) Efendimize sorulan: "Ya Resulallah! İçimizden hangimiz Allah'ı en iyi bilen kişidir?" Sorusuna şu cevabı vermişti: "Allah'tan en çok korkan ve Allah'a en saygılı olan kişidir. Zira Allah Teâlâ "Kulları içinde ancak âlimleri Allah'tan gereğince korkar." buyurmuştur."
Bu ayetten sonra gelen 29. Ayette ise "Allah'ın kitabını okuyanlar…" diye başlayan ifadeler, "namaz kılan, kendilerine verilen rızıktan gizli-açık infak edenler"den bahsedilerek devam etmekte, "bilmek, bilgi sahibi olmak veya bilgi üretmek" anlamlarına da gelen "ilm"in gerçek manada tamamlayıcısının "amel" olduğuna dikkat çekilmektedir. Anlaşılan odur ki, insanın "âlim" vasfına sahip olması için ondan istenen şey, hem bu "kâinat kitabı" denilen uçsuz bucaksız evreni ve ondaki varlıkları tefekkür süreciyle düşünmek ve anlamaya çalışmak hem de Allah'ın kullarına gönderdiği en son mesajını yani Kur'an-ı Kerim'i okumaktır. Bunlara ilaveten namaz, zekât gibi bedeni ve mali ibadetlerle de kulluğunu pekiştirmek ve bilgilerini zenginleştirmektir. Kısacası amelsiz ilim makbul bir durum değildir.
Son sözümüz, Sevgili Peygamberimiz (SAV) Efendimizin şu manidar hadis-i şerifi olsun: "Bildikleriyle amel eden kişiye Allah bilmediklerini de öğretir ve onu dinde fakih (derin bilgi sahibi) kılar."
Cuma gününün feyiz ve bereketi üzerinize olsun efendim…
Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Asrımızın kutup yıldızlarından bir İslam âlimi: Yusuf el-Karadâvî (27.09.2022)
- Ayette geçen “en koyu dalâlet” neye işaret ediyor? (19.09.2022)
- Amelleri kabul eden elbette O’dur… (16.09.2022)
- “Köşesinden kenarından tutarak” bir ibadetin değeri ne olabilir? (12.09.2022)
- “O erler ki…” (09.09.2022)
- Kalp neden “Nazargâh-ı İlahi”dir? (05.09.2022)
- “Kalbin ameli” olan niyet, neden önemlidir? (02.09.2022)
- Tûr Dağı’nda Hz. Musa (AS) Rabbinden neleri istedi? (29.08.2022)