Hz. Musa'nın (AS) memleketine dönüş yolculuğunda Tûr Dağı'nda Allah Teâlâ (CC) ile konuşması ve bu esnada yaşadıklarını bundan önceki yazımızda ele almıştık. Bugünkü yazımızda ise Allah Teâlâ'nın (CC), kendisine bu mukaddes vazifeyi tebliğ ettikten sonra Hz. Musa'nın (AS), Rabbinden neleri talep ettiği hususunda konuya dair ayetler ışığında inceleme ve değerlendirmelerde bulunacağız.
Hz. Musa'nın (AS) Rabbinden istedikleri…
Kendisini peygamberlik görevi için seçen ve bu ulvî görevinde onu destekleyecek, üstün kılacak iki mucizeyi de bizzat kendisine göstererek tebliğ eden Allah Teâlâ (CC) "artık iyice azgınlaşan Firavun'a gidip" vahy ettiği emirleri bildirmesini istemişti…
Hz. Musa (AS) çocukluğundan beri gönlünde taşıdığı iman, peygamberler nesli ailesinden tevarüs ettiği sahih akide ve Hz. Şuayb'dan (AS) aldığı manevi terbiye ile Rabbinin emirlerine boyun eğen bir mümindi her şeyden önce… Kalbinde taşıdığı imanını perçinleyen bir yakîne dönüştüren bu tarifi imkânsız güzellikteki sesi de Rabbinin kelamını da bizzat işitmişti, o söyleşide… Dolayısıyla, Rabbine iman ve emrine itaat hususunda bir sıkıntısı yoktu ve olamazdı da… Ancak ayetlerde, Hz. Musa'nın (AS), Firavun'a giderek Rabbinden kendisine vahyedilenleri iletmesi istendikten sonra onun şu sözlerle Rabbine arz-ı hâlde bulunduğu görülmektedir:
Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Gönlüme bir ferahlık ver. İşimi kolaylaştır. Ve dilimdeki bu bağı çözüver ki, insanlar sözlerimi iyi anlasınlar. Ailemden birini; kardeşim Harun'u da bana yardımcı kıl. Onunla gücümü pekiştir. Onu da görevime ortak et... Ki seni birlikte çokça tesbih edelim. Ve seni çokça analım. Kuşkusuz sen bizi görmektesin." (Tâ-Hâ, 25-35)
Hz. Musa'nın (AS) dikkat çeken hususlar ihtiva eden bu isteklerine dair bilgileri başka surelerdeki ayetlerde de görmek mümkündür. Onlara da yeri geldikçe değineceğiz. Ancak açık bir şekilde gözlenen hakikat şudur ki, Hz. Musa (AS) öncelikle ve her şeyden önce Rabbine arz etmiştir hâlini ve O'ndan istemiştir isteyeceklerini…
"Küçük yaştan itibaren Allah Teâlâ'nın (CC) gözetiminde büyütüldüğü için" (bkz. Tâ-Hâ, 39) Hz. Musa (AS) her zaman ihtiyacını O'na arz etmiştir. İstemeden karıştığı cinayetten sonra da pişmanlık içinde affını istemiş, kaçarak geldiği Medyen suları mevkiinde de aç ve açıkta kalışını O'na bildirmiş ve yardımını talep etmişti… Bu gece de bir kutlu elçi olarak tayin edilişinin hemen akabinde, taşıdığı hâlet-i ruhiyeyi, endişelerini Rabbiyle paylaşmış ve birtakım dileklerde bulunmuştu… Onun yaşadıkları ve sonradan gelen müminlere "kıssadan hisse" kabilinden bıraktığı hakikatler üzerinde yoğunlaşınca ortaya çıkan dersleri şu maddelerle ifade edebiliriz:
1-İnsanın yaşadığı hayat içinde nelerle karşılaşacağı, nasıl bir davranış sergileyeceği önceden kestirilebilecek bir durum değildir. Öngörülerin kesinliğinden bahsedilemeyen bir hayat yaşadığımızı kabul ederek, kul olarak tedbiri alıp, takdir sahibi Mevlâ'ya hâlini arz etmekten geri kalmamalıdır. Her ne şekilde olursa olsun hataya düşen insan, kendisini ümitsizliğe sevk eden ve hatasında ısrarını sağlayan Şeytan'ın aldatmalarına kulak asmamalı ve affı için Allah'a (CC) yönelmeli, bağışlanmasını yine O'ndan dilemelidir. Rabbiyle irtibatı sağlam ve sürekli olan kişinin, O'ndan bir şeyler isteme ve dilekte bulunma hususunda kolaylık yaşayacağı bilinen bir gerçektir.
2- Gönül ferahlığı, "inşirah-ı sadr" kavramıyla ifade edilmiştir, Kur'an-ı Kerim'de… Göğüste -sıkıntı değil- bir genişlik, bir ferahlık duymak anlamındaki bu kavram, ayetlerden öğrendiğimiz bir hakikattir. İşte Hz. Musa (AS) bunu istemiştir öncelikle… Peki neden? Çünkü o, istemeden karıştığı ve hiç beklemediği bir şekilde sonuçlanan hadiseden dolayı cinayetle suçlanmış ve bu sebeple şehrini terk etmişti… Şimdiyse Allah Teâlâ (CC) ondan şehrine geri dönmesini ve o topraklara hükmeden Firavun'a tebliğde bulunmasını istemekteydi. Bu sebeple Hz. Musa (AS) kendisini suçlu kabul ederek öldürmelerinden yana endişe duymakta ve bu endişe göğsünde bir daralma, ruhunda bir sıkıntı oluşturmaktaydı (Bkz. Şuara, 14). İlk duası işte bu durumun ortadan kalkması içindi: "Rabbim göğsüme bir genişlik bir ferahlık ver ve benim işimi kolay kıl…" Mekke'de nazil olan bu ayetler, hem Sevgili Peygamberimize (SAV) hem de sıkıntılar içinde bunalan müminlere bir teselli kaynağıydı… Bu ayetler, "Ulü'l- Azm", yani şanı yüce peygamberlerden biri olan Hz. Musa'nın (AS) duygularını, endişelerini, arzu ve isteklerini en yalın biçimde ortaya koyarken aynı zamanda bir gerçeğe de işaret ediyordu: Musa'ya yardım eden, onu üstün kılan Allah (CC) sizi de yardımsız bırakmayacak ve üstün kılacaktır!.. Nitekim İnşirah suresi de bu bağlamda zikretmemiz gereken bir suredir…
3- Hz. Musa'nın (AS) Allah Teâlâ'dan (CC) talep ettiği hususlardan biri de "dilindeki bağın çözülmesidir" Konuya dair tefsir kaynaklarında yazılanlar, Hz. Musa'nın (AS) daha bebeklik çağında yaşadığı bir kaza sebebiyle dilinde bir tutukluğa sebep olduğu, bunun da zaman zaman konuşmasında zorluk yaşamasına yol açtığı şeklindedir. Her ne suretle olursa olsun, ulvî görevini ifâ ederken yaşaması muhtemel bu konuşma zorluğunu Allah Teâlâ'nın (CC) kendisinden gidermesini, böylece anlattıklarını insanların daha rahat ve iyi bir şekilde anlayabileceklerini düşünmektedir, Hz. Musa (AS)… Bu husustaki yetersizliğinin farkında olan ve Rabbinden buna bir çâre lûtfetmesini isteyen bu aziz peygamber, aynı zamanda kendisinden sonra gelen tüm müminler ve özellikle insanlara va'z ve nasihatte bulunan vâizler için bir dua cümlesi bırakmıştır ardında… Çünkü vâizler, sözlerine başlamadan önce ilgili ayetleri okuyarak, "Rabbim, gönlüme ferahlık ver, işimi kolay kıl. Dilimdeki bağı çöz ki insanlara rahat bir şekilde anlatayım ve onlar da iyi bir şekilde anlasınlar" niyazıyla yalvarırlar; insanlara "konuşabilme ve beyan" özelliğini bahşeden Allah Teâlâ'ya (CC)…
4- Hz. Musa'nın (AS) son olarak Rabbinden isteği, kardeşi Harun'u kendisine yardımcı kılması ve ona da peygamberlik görevi vermesidir… Üç kardeşin yaşça en küçüğü olan Hz. Musa (AS) hem annesi hem de ağabeyi Harun ve ablası Miryam için çok değerlidir. Çünkü Allah Teâlâ'nın (CC), dünyaya geldiği andan itibaren onu koruması ve gözetmesine mazhar olmuş biridir. Ancak kardeşi Harun'a da peygamberlik verilmesini istemesini, kendisinden daha akıcı ve etkileyici konuşan ağabeyiyle birlikte daha güçlü olacakları, birlikte tesbihat ve zikirlerle kulluk görevlerini yerine getirecekleri gibi sebeplere bağlamıştır. Hayatının son yıllarını ülkemizde geçiren ve geçtiğimiz yıl Rahmet-i Rahman'a kavuşan değerli tefsir âlimi Muhammed Ali Sâbûnî'nin kaleme aldığı Safvetü't-Tefâsîr adlı eserde şu dikkat çekici bilgi vardır: "İslâm âlimleri ittifakla der ki, insanlar içinde hiç kimse Hz. Musa'nın (AS) kardeşine yaptığı iyilik benzeri bir iyiliği yapmış değildir, yapamayacaktır da… Çünkü o, Allah Teâlâ (CC) tarafından peygamberlik gibi yüce bir görevle görevlendirilirken "Rabbim! Kardeşim Harun'u da peygamber kıl" diye talepte bulundu. Allah Teâlâ (CC) da onun bu dileğini geri çevirmedi ve kardeşi onun sayesinde peygamber oldu…" Peygamberler Tarihi'nde Hz. Adem'in (AS) oğulları arasında yaşanan acıklı hikaye ve Hz. Yusuf'u (AS) kuyuya atan kardeşlerinden bahseden ayetler yanında Hz. Musa'nın (AS) takındığı bu tavır ve davranış son derece etkileyicidir… Tarih, Hz. Musa'yı (AS) bir peygamber olarak zikretmekle beraber aynı zamanda onu Hz. Harun'un (AS) peygamberliğinde velinimeti olarak da anmaktadır…
Hz. Musa'nın (AS) başından geçenler, bir muhacir peygamberin yaşadıklarının ve hatıralarının bizler için ne kadar kıymetli dersler barındırdığını ortaya koymaktadır. Allah'ın (CC) selamı, Hz. Musa (AS) ve Hz. Harun (AS) peygamberlerin ve ailelerinin üzerine olsun…
Selam ve esenlik dilekleriyle…
Mehmet Emin Ay