Ehlisünnet: Dünya ne satranç, ne de tavladır
Eski bir Hint oyunu olan satranç, ana fikri itibarıyla determinizm içerir. Kare biçimindeki satranç tahtası üzerinde iki rakip arasında taşların sırayla hareket ettirilmesiyle oynanır. Her iki tarafın amacı, kurallara uygun bir hamle ile rakibe saldırmaktır. Bunu başaran taraf rakibini şah-mat yapmış olur ve oyunu kazanır. Mutezile'nin insan fiillerine yönelik düşüncesi bir bakıma satranç stratejisine benzetilmiştir. Bu metafora göre satrançta oyuncu kendi sahasını ve rakibinin tuzaklarına karşı kendini korumak için uyanık olmalıdır. Oyuncu nasıl hareket edeceği konusunda ihtimalleri ve isabetli fikirleri seçmede güç (karar) sahibidir. İsabetli kararlar aldığı takdirde kendi sahasını koruması ve oyunda galip gelmek için gerekli düzeni sağlaması kolay olur. Bunun hayata ve insan davranışlarına izdüşümü ise şöyledir: Kişinin lehine ya da aleyhine bir durum meydana geldiğinde o konuda tedbir alır ve isabetli tasarruflarda bulunarak hayatını düzenler. Böylece zararları def ve menfaatleri celp için çalışır. Bir diğer açıdan satranç, iki kralın birbirine karşı savaşına benzer. Oyun Şah'ın alınmasıyla son bulur. Bu da "Şah-mat" tabiri ile ifade edilir. Bu durum şunu temsil eder: Kişi tebaası, askerleri olan bir kral da olsa sonunda acziyet ve ölüm muhakkaktır. Satranç oyununda icbar (cebr) ve şans yoktur. İnsan kendi iradesi ve kararı ile oyunu yönlendirir. Bu bakımdan mutezili düşüncede savunulan "insanın fiillerinde hür olduğu" görüşünü andırmaktadır. Nitekim Mutezile'ye göre kişi fiillerini bizzat kendi irade ve gücüyle yapar. Teknik tabiriyle "kul fiilinin hâlikıdır." Çünkü Allah insanı, bu güçte yaratmıştır ve ona herhangi bir müdahalede bulunmaz.
İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan bunun tam karşıtı görüş ise "insanların kendilerine has bir iradeye sahip olmadığını, zihnî ve amelî bütün fiillerinin ilâhî gücün zorlayıcı tesiriyle meydana geldiğini savunan" Cebriyye'nin görüşüdür. Teftâzânî'nin de ifadesiyle Cebriyye'nin insan fiillerine dair görüşü bir bakıma tavla oyunundaki oyuncunun durumuna benzer. Tavla eski bir İran oyunu olup, bilinmezlikler ve olasılıklar içerir. Bu metafora göre tavla hakikat olarak tasavvur edildiğinde yaratılmış âleme misal olur; yani oyunun tamamı nazar-ı dikkate alındığında dünyaya benzer. Bir defalık oyun, sanki insan ömründen bir yıl geçmesi gibidir. Tavlada 12 aya karşılık, 12 kapı (bab) vardır. Zar ise levh-i mahfuzu ve ezeli takdiri yani kaderi temsil eder. Pul denen aletlerin hareketi ise hariçte mevcut insan davranışlarına (ef'âl-i ibâd) benzer. Oyundaki hareketlerin tamamı ilk harekete göre şekil alır. Yani oyuncu ikinci aleti koyarken birinci alette belirlenen duruma göre hareket etmeye mecburdur. Çünkü ilk alette yazılı olana muhalefet edemez. Bu da şuna remiz olur: Allah'ın onun hakkında ömür boyu takdir ettiğine ve levh-i mahfuzda yazdığına kulun kudreti muhalefet edemez. Oyunun tamamı ise fena ve yokluğu temsil eder. (Öztürk, M. B. "Şeyhülislam Mehmed Mekkî'nin Risâle fî şerhi Mukaddimâti'l-Erba'a min Kitâbi't-Tavzîh Adlı Eseri: Neşir ve Tahlil". Tahkik İslami İlimler Araştırma ve Neşir Dergisi 1/2 (Aralık/December 2018): 1-47).
Mevlânâ, cebrî düşünceyi şu beyitlerle tenkit etmiştir.
- Mümin: Ey Cebrî, sözümü dinle, söyleyeceklerini söyledin, işte sana cevap veriyorum, dedi.
- Ey satranç oynayan, kendi oyununu gördün; şimdi de uzun uzadıya hasmının oyununu gör.
- Kendi özür mektubunu okudun, Sünni'nin mektubunu da oku, ne diye kalakaldın öyle?
- Kaza ve kader konusunda cebrîce nükteler söyledin. Şimdi olup biten işlerde onun sırrını benden dinle.
- Şüphe yok ki bizim bir ihtiyarımız (tercih hakkımız) vardır. Duyguyu inkâr edemezsin, bu apaçıktır.
- Hiç kimse taşa "Gel buraya" demez. Hiç kimse bir kerpiç parçasından vefa ummaz.
Hiç kimse insana "Hadi uç bakalım" demediği gibi köre de "Gel, beni gör" demez. (Mesnevî, V, Beyit 2965-2970)
Bu iki aşırı düşüncenin karşısında ehlisünnet yer alır. Ehlisünnet, dinin temel konularında Hz. Peygamber'in, ashabının, müctehid imamların ve Müslümanların büyük çoğunluğunun (sevâd-ı a'zam) takip ettikleri yolu benimseyen büyük Müslüman cemaatidir. Nitekim İslam düşünce tarihinde insanın iradesi ile Tanrı'nın iradesi arasındaki ilişkinin nasıl izah edileceği üzerine tartışmalar oldu. Ehlisünnet Mutezile'nin mutlak özgürlük görüşü ile Cebriyye'nin insanı rüzgar önündeki yaprak mesabesinde gören cebr düşüncesini reddetti. Sünni düşüncenin büyük kurucu düşünürü Ebû Hanîfe, kullara ait fiillerin ilâhî ilim ve iradeye göre vuku bulduğunu ve Allah tarafından yaratıldığını kabul etti. Bununla birlikte bunların meydana gelişinde insanın gücünün de etkili olduğunu söyledi.
Eş'ariler kişinin irade ve kudretinin yanı sıra fiillerinin de Allah tarafından yaratıldığını savunur. Bu, ilk bakışta cebri andırmaktadır. Ancak onlar mutlak cebri benimsemeyip, mutedil bir cebr-i mütevassıt anlayışına yönelerek fiillerin meydana gelişinde insanın kısmen de olsa bir etkiye sahip olduğunu kabul etmişlerdir. Bu açıdan tavla oyunundaki pulları hareket ettiren oyuncunun tercihlerinin oyuna etkisi dikkate alındığında bu görüş de tavlaya benzetilebilir.
Mâtürîdîler ise -kendi içinde bazı problemler taşımakla birlikte- insanın sorumluluğunu daha mantıklı bir temele dayandırmak istemişlerdir. Mâtürîdî âlimlerinin çoğunluğuna göre insanlara ait fiillerin aslı Allah'ın kudretiyle, hayır-şer gibi vasıfları ise insanın kudretiyle meydana gelir. Bu sebeple fiili yaratan Allah, kesp eden ve yapan insandır. Nitekim İmam Mâtürîdî de konuyu işlerken insanın sorumluluğu yanında ilahi irade ve kudreti de dikkate alan bir yöntem takip etmiştir. Ona göre bir fiilin oluşmasında biri yaratmak, diğeri yapmak (kesb) olmak üzere iki yön vardır. Fiil yaratılış yönüyle Allah'a, kesp ediliş yönüyle de insana nisbet edilir. (Yazıcıoğlu, "Fiil", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/fiil (31.07.2019).
Ehlisünnete göre bir mümin, insanların fiillerinin tamamının Allah tarafından yaratıldığına iman eder. Yani bütün fiillerin yaratıcısı Allah'tır. Bununla birlikte kulun da bir nevi kudret ve tercihi vardır. Bu tercihe "kesb"; Allah'ın fiili yaratmasına ise "hâlk" denir. Külli-ilâhi iradenin yönü, cüzi-ihtiyari iradeye dönüktür. İnsanların bütün fiilleri zorunlu olmayıp ihtiyari olanlar da vardır. Merdivene çıkan ile ayağı kayıp düşen kimselerin hareketlerinde tercih ve zorunluluk farkı açıkça görülür.
Meselenin felsefi, ontolojik ve epistemolojik vs. birçok yönü bulunmakla birlikte bu yazıda mesele sadece temsili bir açıdan gündeme alınmıştır. Kader ve insanın fiillerindeki özgürlüğü sorunu tarihte olduğu gibi günümüzde de tartışmaların devam ettiği bir konudur. Netice-i kelam bu konuda herkesin ikna olacağı bir izahı bulmanın güçlüğü ortadadır. Kanaatimizce örneklem ve izah bakımından bazı güncellemelere ihtiyaç duymakla birlikte klasik Ehlisünnet-Mâtürîdî yorumu hala geçerliliğini sürdürmektedir.
Doç. Dr. Murat Şimşek
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Fıkıh ve mezhep yazıları (II): Fıkıh üretiminin meşruiyet zemini olarak mezhep (17.07.2019)
- Fıkıh ve mezhep yazıları (I): Mezhep ne işe yarar? (26.06.2019)
- Fıkıh yazıları: Fıkıh ve Sosyal Realite (11.06.2019)
- Fıkıh yazıları: Külli kaideler pedagojik (mi)dir? (28.05.2019)
- Fıkıh tarihi yazıları (VI): Dönemlendirme sorunu (11.05.2019)
- Fıkıh Tarihi Yazıları (V): Bir Prosopografik Deneme (22.04.2019)
- Fıkıh Tarihi Yazıları (IV): Fakih ve Medrese (01.04.2019)
- Fıkıh Tarihi Yazıları (III): Fıkhın Coğrafi(k) Tahlili (15.03.2019)