Humeyni’den Mürsi’ye…
Din ile siyaset alemi arasındaki ilişkiler daima inişli çıkışlı ve sorunlu olmuştur. Profesyonel siyasetçiler tam olarak dindar olmazken dindarlar da siyasete yabancı kalmışlar ve bu sahaya pek girmemişlerdir. Bunun tarihi ve aktüel nedenleri vardır. Erken dönemlerde istibdadın yerleşmesi, kökleşmesi siyaset ilminin gelişmesini sekteye uğratmıştır. Teori gelişmediğinden pratiği de fazla gelişmemiştir. İkisinin gelişmesi birbirine bağlı bir durum arz eder. Sözgelimi iktidarın dikey ve yatay olarak sınırlandırılması günümüz siyaset bilimcileri tarafından ele alınan bir meseledir. Bu nedenle de geçmişte pederşahi siyaset kökleşmiş bulunduğundan iktidarın sınırlandırılması kimsenin aklından geçmiyor ve iktidar süresi ömür boyu telakki ediliyordu. Hazreti Osman döneminde isyancıların taleplerinin kulak ardı edilmesinin nedeni budur. Bu talepler 'Allah'ın giydirdiği gömleği çıkarmam" şeklinde karşılık bulmuştur. Ümmet karşısında sorumlu olmayan iktidar da keyfi yönetime alışıyor ve gölgesinde yolsuzluklar kökleşiyordu. Bu nedenle de siyaset deneyimi sarayın duvarlarının dışına taşmıyordu. Bu itibarla siyasi alanda bir literatür fakirleşmesi yaşanmıştır. Maverdi ve benzerlerin ahkam-u sultaniyye ve benzeri kitaplar daha ziyade statükoyu meşrulaştırmışlardır. Halbuki, İbni Haldun selef döneminde bozukluklara başkaldırının esas olduğunu ama halefin fitne gerekçesiyle bunu yasakladığını ifade etmiştir. İbni Haldun'un bu yöndeki tespiti bize Mutezile ile Zeydiye mezhebinin anlayışının selef anlayışına uygunluk arz ettiğini gösteriyor. Esasen Zeydiler siyaseten mutedil Şii, fıkıh anlamında Hanefi ve akait bahsinde ise Mutezile ekolüne mensup ya da en azından yakın idiler. İmam Zeyd Mutezile imamlarına çömezlik, öğrencilik yaptığı gibi Ebu Hanife de kalkışmasını gizli yollardan desteklemiştir. Teori ve pratik at başı bir biçimde gelişmediğinden ümmetin siyasi damarı körelmiş ve bu anlamda ümmetin yıllık kongresi ve buluşma noktası olan hac da fonksiyonlarını kaybetmiştir. Emevilerin İslami rejimden sapmalarıyla birlikte bu alan da fakirleşme başlamıştır.
Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte siyaset alanı dine yakın zümrelerin veya dini referans alan zümrelerin kontrolünden, elinden çıkmış ve ümmete yabancı unsurların eline geçmiştir.
Buna dair günümüzden iki çarpıcı misal vermek istiyorum. Bunlardan birisi Şia içinde yeni bir deneyime tekabül eden Humeyni hareketidir. Humeyni 1962 ve sonrasında Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin kalkıştığı toprak reformu dahil bazı reformlar öngören Ak Devrime karşı çıkmıştır. Ayetullah Burucerdi gibilerinin hilafına açıktan Şah'a cephe almıştır. Bu iki sonuç doğurmuştur. Muntazeri'nin ayetullah mertebesine yükseltmesiyle giyotinden kurtulan Humeyni önce hapishane ardından da sürgünle tanışmıştır. Ama bu yatışmaz adam iç ve dış amillerin yardımıyla daha sonra muzaffer olarak ülkesine geri dönmüştür. Humeyni 3/8/1963 tarihli gazetelere gönderme yaparak o gazetelerin din adamlarının siyasetten uzak durmaları, kaçınmaları gerektiğini kaydeden yazı ve makalelere işaret etmiştir. Bu zaman zarfında hapishanede bulunan Humeyni ile bir pazarlık yürütülmüştür. Humeyni adını vermediği Şah adına hapiste kendisini ziyarete gelen bir müzakereciden bahsetmektedir. Humeyni adını vermese de bunun Şah'ın güvendiği isimlerden SAVAK başkanı olduğu açıktır. Dönemin Savak Başkanı hapisteki Humeyni'ye şöyle hitap edecektir: " Sayın Humeyni! Siyaset yalan, aldatmaca, kandırmaca, nifak ve kaypaklık üzerine kuruludur, müessestir. Bela ve lanettir. Uzak durmanızı tavsiye ederim. Bu kirli işi bize bırakın…" Humeyni ise muktezayı hale uygun olarak şu karşılığı vermiştir: "Biz baştan beri siyasete dalmadık. Bahsettiğin siyaset tarzıyla hiç ilgilenmedik. Bugün ise şartlar bunu (siyasete girmeyi) gerektiriyor. Ben diyorum ki: Bu iddianızın İslam'la bağdaşır tarafı yok. İslam'ın tamamı siyasettir. İslam'ı size yanlış olarak anlatmışlar. Medeni siyaset İslam'dan kaynaklanır. Ben benzerlerine alışık olduğunuz molla ve şeyhlerden değilim. Onlar gibi oturmuş tespih ile meşgul olan birisi değilim. Ben Pazar günü ayin yöneten sair günler işine gücüne bakan papa numunesi olamam! ( El İmam el Humeyni, El Hukumetü'l İslamiyye/Velayetü'l Fakih, 2005 baskısı Tahran, s: 167-168)…"
Humeyni'nin özendiği ve öykündüğü Cemaleddin Afgani'nin ismini taşıyan Cemaleddin Kaplan ondan mülhem ulema merkezli benzeri bir harekete kalkışmış, Köln'ü karargah ve merkez seçmiştir lakin evdeki hesap çarşıya uymamıştır. Köln sürgünü Paris ile aynı sürgünü yani filizlenmeyi vermemiştir. Tarihi süreç iki ülkede farklı geliştiği gibi Cemaleddin Kaplan'ın postundan bir Humeyni de çıkmazdı ve nitekim de çıkmamıştır! Humeyni ile kıyas maa'l farık bir durum arz etmiştir.
HUMEYNİ'DEN MÜRSİ'YE!
2012 yılında Mısır'da cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mürsi'nin başına da aynı şey gelmiştir. Nitekim kendi diliyle kendisine yapılan teklifi şöyle hikaye etmiştir: Hüsnü Mübarek döneminde iktidar partisi Hizb el Vatani'nin ileri gelenlerinden Kemal el Şazeli bana şunları söyledi: Siyaset necasettir, pislik çukurudur. Bırakın bu kirli işi biz yapalım. Siz temiz insanlarsınız, temiz kalın. Ellerinizi kire, pisliğe bulaştırmayın (https://www.youtube.com/watch?v=TPwBswZ7cng)…"
Gerçekten de mevcut siyaset kirli bir siyaset. Bu nedenle de Muhammed Abduh, Hazreti Ali'nin dünyayı üç talakla boşaması gibi o da siyaseti üç talakla boşamıştır. Siyasetten şeytandan sığınır gibi Allah'a sığındığını söylemiştir. Günümüzde bunun yansımaları sürmektedir. Ayiz el Karni ve Muhammed Halid Muhammed de bu söylemden etkilenmişlerdir. Lakin daha sonra Muhammed Halit Muhammed İslam'da Devlet kitabıyla siyaset meselesine geri dönmüştür. Burada gerçekten de Şah veya Hüsnü Mübarek gibi siyaseti entrika üzerine bina edenler vardır. Bunların gölgesinde siyaset çamura yatmak olacaktır. Günümüzde hem şark hem de garp siyasetçileri bu tipi çağrıştırmaktadır. Kötüler sorumluluk taşımadıklarından dolayı gözlerini kırpmadan zulme ve mezalime bulaşabilmektedirler.
Sorumluluk sahibi insanların siyasete yaklaşımında da iki tarz vardır. Birincisi, Hazreti Yusuf tarzı yaklaşımdır. Hazreti Yusuf darboğazdan geçen Mısır ve Mısırlılara yardımı olması için ' ben bilge ve gözeten biriyim/inni hafizun alim' diye kendi sıfatlarını anlatarak yönetime talip olmuştur. Esasında yönetime talip olmak istisnai bir tutumu teşkil eder. İkinci tarz ile Ömer Abdulaziz'in tarzıdır. Süleyman Bin Abdulmelik'in teklifine karşı mütereddit kalmış, bundan kaçınmıştır. Dostlarının yüreklendirmesi üzerine zoraki olarak bu makamı kabul etmiştir. Reca bin Hayeve gibiler onu ikna etmişlerdir.
Denilmiştir ki, Allah sorumluluk gereği makam ve mansıptan kaçınan kuluna yardım eder, talep edeni de kendisi haline, başına bırakır!
Allah talep etmeyen, başına geldiğinde de sebat eden, hakkını veren kullarının sayısını artırsın.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Kendi aşırılığını gemlemek (26.07.2019)
- İkinci tanker savaşı kapıda mı? (22.07.2019)
- Tanıdığım üç Şevket (18.07.2019)
- Tevfik Fikret’ten Merkel’e… (15.07.2019)
- Ulusalcıların Suriye ezberi ya da Türk seçeneği ile İran seçeneği (13.07.2019)
- İsrail barış yapabilir mi? (08.07.2019)
- Vehhabilikten hedonizme Suudi Arabistan (05.07.2019)
- Napolyon Hafter, Türkiye’ye savaş ilan etti! (30.06.2019)