Mustafa Özcan

Nükleer mengene!

İslam alemi, İran nükleer programına ya da 1989 yılından beri bu program yürütenlerin ileri gelenlerinden olan nükleer fizikçi Mühsin Fahrizade'nin Tahran'da bir suikastla öldürülmesine nasıl bakmalı? Suikastı, sadece İsrail yaptığı için Fahrizade ve İran'a mağdur gözüyle mi bakmalı? Yoksa kendi değerlendirmesini müstakil bir surette ve çerçevede mi yürütmeli? Üçüncü etkenlerden bağımsız olarak İran'ın nükleer programına Pakistan nükleer programdan farklı ve aksine İslam dünyasını da hedef alan bir program olarak mı görmeli ve bu yönde farklı bir yaklaşım mı benimsemeli, sergilemeli? Kasım Süleymani suikastında olduğu gibi bu meselede de hatlar ve kartlar birbirine karıştı. Çatallaşma oldu. Hattın bir tarafında Katar'da ahlak dersleri veren ve hocalığı yapan Moritanya asıllı Muhammed Muhtar Şankiti var. Onun Şiilikle Sünnilik arasındaki zıtlaşma konusunda özgün bir bakış açısı var. Esasında nokta-i nazarının ne kadar özgün olduğu da tartışılabilir. Doktorasını Şiilik Sünnilik ihtilafı üzerine yapmış birisi. Haçlı Savaşlarının Sünni-Şii İlişkileri Üzerine Etkisi başlığını taşıyan bu çalışma Türkçeye de çevrilmiş bulunuyor. Buradaki temel tezlerden birisi esasında Şiilik ve Sünnilik arasındaki çatışma veya zıtlaşma alanının siyasi olduğudur. Çekişmeyi bu alana hapsettiğinizde üstesinden gelmek kolaylaşıyor ve ihtilafın cevheri veya özü basitleşiyor. Halbuki ihtilaf siyasi başlasa bile orada kalmamış ve derinleşmiştir. Muhammed Abduh'dan beri böyle bir kanaat ve tez var. Bu kanaatin sahipleri İslam mezhepleri arasındaki çekişmeyi tamamen siyasi anlaşmazlıklara indirgiyor ve bağlıyorlar. Bu Şiilikle Sünnilik, Hristiyanlık, İslam ile Yahudilik arasında doğru ve açıklayıcı olsa da genelleştirilemez. Kısmen isabetli bir yaklaşım sayılabilir. Lakin Mutezile, Haricilik gibi mezheplerin çıkışını, doğuşunu tamamen siyasi nedenlere bağlamak yersizdir. Dr. Ali Avde gibiler Şankiti'nin bu yöndeki tezlerini nakzetmiş ve 'Abatil ve Ahta Tarihiyye/Tarihi Hatalar ve Yanılgılar' adıyla cevaplar kaleme almışlardır. İhtilafların kökenini tayinde bazı farklı bakış açları elbette var. Kimileri menfaatlerin çekişmesine kimileri siyasi nedenlere kimileri de daha farklı nedenlere bağlıyorlar. Birisinin dediği gibi insanoğlu dışında doyduktan sonra kavga çıkaran başka bir canlı türüne rastlanmamıştır! Halbuki, mezheplerin doğuşundaki temel karakteristik özellik nefsin tutumunu beğenmek ve onun peşinden gitmektir. Siyasi beklentiler Yahudiler arasında Mesih'in peygamberliğini reddetmenin bir nedeni olabilir ama genelde Peygamberleri reddetmenin siyasi bir yönü yoktur! Hatta Kureyş ileri gelenleri Hazreti Peygamberi siyasi rüşvetle etkisiz hale getirmek istemişlerdir. Varsa hastalığı (cin çarpması)tedavi hatta saltanat teklif etmişlerdir! O da 'bir elime güneşi öteki elime ayı verseniz de kabul etmem' demiştir! Dini ret ya da mezheplerin zuhur nedenlerinden birisi tevil yoluyla da olsa heva (ehva) yani nefsin eğilimini Allah'ın buyruklarına tercih etmektir. Başka vadilerde gezinmektir. Veya anlayış kıtlığıdır. Çeşitlilik değil ama zıtlaşma ihtilafı buradan doğmaktadır. Anlaşmazlık insanoğlu arasında cibilli ve kaçınılmazdır. Bununla birlikte bir zararlı ve kötü huylu anlaşmazlık bir de iyi huylu anlaşmazlık türü vardır.

Muhammed Muhtar Şankiti bakış açısını, kısmen Katar'da bulunmasının etkisiyle yani siyasi amille kısmen de Muhammed Abduh'un çizgisi ve mezheplerin doğuşuna dair tahlili üzerinden oluşturmaktadır. Fahrizade'nin öldürülmesinin ardından şöyle bir tiwit paylaşmıştır: Siyonist varlık veya İsrail, mezhebine ve ülkesine bakmadan ümmetin güç ve caydırıcılık unsurlarını hedef almıştır. Fahrizade ile birlikte Mesut Muhammedi, Mecid Şehriyari, Mustafa Ruşen gibi İranlı atom bilimcilerini öldürmeden veya hedef almadan evvel nükleer alanda faaliyet gösteren Arap ilim adamlarını da tasfiye etmiş ve hedef almıştır. Bunlardan birisi Irak'ta çalışan Mısır asıllı Yahya Müşad, Iraklı İbrahim ez Zahir'dir. Çekişen, boğuşan ve gafil kimselere geçmiş olmasın ve teselli bulmasınlar! Burada Şankiti'nin unuttuğu bir boyut daha var o da şudur: İsrail ile İran Irak'ta ayın zümreyi aynı ilim adamlarını hedef almıştır. Burada Muhammed Muhtar Şankiti İslam dünyasının kalanı ile İran'ı aynı kefeye koymakta, aynı cephe ve aynı gemide göstermektedir. Bu arızalı ve pürüzlü bir bakış açısıdır.

Peki fiiliyatta durum nasıl? Şankiti ümmet bağı etrafında İran ile ortaklığımız, beraberliğimiz olduğuna temas ediyor. Bununla birlikte Dr. Lika Mekki gibiler onun bu tezini reddediyorlar. İsrail kalıcı, İran geçici düşman olmakla birlikte bu tasnifin doğru olmadığını düşünüyorlar. Nedenleri de var. Irak'ın ABD ile birlikte İran tarafından ortaklaşa işgal edilmesi ve Iraklı ilim adamlarının ve nükleer fizikçilerin Nuri Maliki döneminde (onun sağladığı istihbari destekle) ve sonrasında İsrail ile birlikte İran tarafından öldürülmeleridir. Mossad ve Devrim Muhafızları Muhammed Faruk İmam'in müstakil bir makalede değindiği gibi Irak'ta 350 kadar ilim adamı ve nükleer fizikçiyi öldürdükleri gibi özellikle İran da intikam amacıyla, saikiyle 80 kadar Iraklı pilotu ortadan kaldırmıştır. Bu fiziki tasfiyelerde Amerikan istihbaratı ile Peşmergelerin de kolaylaştırıcı rolü olmuştur. Kısaca Şankiti'nin iddia ettiği gibi aynı cephede değiliz. Fiili anlamda İran ile ümmet arasında manevi bir bağdan ziyade İran'ın elinde ümmetin kanı vardır. Hangi cephede bulunduğumuzu tayin etmek için bir taraftan İran ile İsrail ilişkilerinin kimyasına öbür taraftan da İslam alemi ile İran'ın ilişkilerinin karakterine bakmak lazım. Ondan sonra ortak cephe taayyün edecektir. Dr. Lika Mekki bu hususta İran ile İsrail arasındaki ilişkilerin doğasını şöyle tarif etmekte ve tanımlamaktadır: İsrail ile İran arasında ölümcül bir düşmanlık yok, nüfuz çekişmesi vardır. Bu nüfuz çekişmesinde rahatlıkla birbirlerine alan açabilmektedirler. Irak ile Suriye buna tipik bir misaldir. Ona göre aralarında düşmanlık değil nüfuz çekişmesi vardır. Elbette İsrail bir yönüyle Şankiti'nin dediği gibi İran Şii olduğu için nükleer faaliyetlerine takmış değil. Bu hususta Şii-Sünni ayrımı gözetmiyor. Bununla birlikte Arap rejimleri nasıl ki halkını gözetmiyorsa İran da ümmeti veya diğer İslam ülkelerini gözetmiyor. Bununla birlikte İsrail İran'ın nükleer silah edinmesi noktasında içi rahat değil. Hiçbir Arap ülkesinin ilaveten İran'ın da nükleer kulübe üye olmasını istemez. Bununla birlikte burada ikili değil üçlü bir denge var. İran nükleer silahlar edindiğinde komşu ülkeler daha büyük tehdit altına girecektir. Bölgeye sarkması daha selis ve rahat olacaktır. Dr. Lika Mekki'nin deyimiyle bölge bu durumda nükleer bir kıskaç ve mengene altına girecektir. Mengenenin bir ucu İran diğer ucu da İsrail olacaktır ve bu gerçek ışığında her ikisi de İslam dünyasını kendi şemsiyesi altında toplamak isteyecektir. Nükleer gücünü ayartma ve tehdit politikasına alet edecektir. Dolayısıyla Sünni dünya nükleer alanda bağımsız bir kimliktir. Kimsenin vekaletine güvenemez. Bununla birlikte İran geçici bir düşman ve bölgenin kalıcı bir ülkesidir. Asli unsurlarındandır. İsrail ise böyle değildir.

İran, Pakistan mıdır? Kimse bunu söyleyemez. Muhsin Fahrizade bir Abdulkadir Han, İran da bir Pakistan değildir. Pakistan şimdiye kadar nükleer silahlarıyla hatta askeri gücüyle hiçbir İslam ülkesini hedef almamış ve tehdit etmemiştir. Afganistan'a ilgisi Türkiye'nin Suriye'ye ilgisinden farklı değildir. Hatta İslamabad İran dahil nükleer sırlarını saklamadan İslam ülkeleriyle paylaşmıştır. İran için böyle bir şey söz konusu değildir ve varsayılamaz! İran tarihi ve ideolojik nedenlerle İslam alemine hasmane bir tutum içindedir. Bunun için de aynı cephede değildir. Irak ile 8 yıl savaştığı ve 2003'de ABD ile bu ülkeyi işgal ettiği gibi Arap Baharından sonra halkların özgürlükçü iradesini de çelmeye odaklanmıştır. Bu hususta hem asaleten hem de vekaleten mücadele yürütmüştür. Kime vekalet ettiği malumdur. Arap Baharından sonra ABD ile İsrail Suriye'de öne çıkan tehdidi (Sünni dünya) İran ile savuşturmuş, bertaraf etmiştir. Mısır'da ise Suudi Arabistan ile BAE devreye girmiştir. Bu itibarla Şanktiti'nin hem temel hem de türev tezi yanlıştır.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.