Uluslararası alanda tanınmış birkaç Türk'ten bahsedecek olursak bunlardan birisi muhakkak ki Mikdat Yalçın olurdu. Daha ziyade Arap aleminde ünlenmiş, tanınmış birisiydi. Diğerleri arasına Fuat Sezgin, Aziz Sancar, Covid 19 aşısını bulan Uğur Şahin ve Özlem Türeci'yi saymak mümkün. Bu isimler insanlığa hizmet etmişlerdir. Bunlar arasında belki de en az tanınan isim Mikdat Yalçın olmalıdır. Zira bütün ömrünü Araplar arasında geçirmiştir. Varlığı bu nedenle Türkiye'de fazla bilinmemiştir. İslami ilimler sahasında Faysal Ödülünü alsa da Türkiye'ye akisleri cılız olmuştur. Ama en önemli alanda kalem oynatmıştır. Bu eğitim ve ahlak alanıdır. Bu alanın ehemmiyetini arz etmek için en son okuduğum kitaplar arasında olan Hasan Basri Çantay'ın Kara Günler ve İbret Levhaları adlı eserini tanık göstereceğim. Sathi değil derin bir analizde bulunuyor. Balıkesir'de Ses gazetesini çıkarırken bazı jurnalciler kendisini İstanbul'da Damat Ferit Paşa kabinesi ve İngilizlere şikayet ediyorlar. Bunun üzerine bir takibat başlıyor ve hayatını altüst ediyorlar. Balıkesir ve havalisi kendisine dar geliyor. Bu şakası olmayan ve aylar süren bir kovalamaca. Sürek avı dense sezadır. Kitabında yer yer 4.5 yıl süren Birinci Dünya Savaşı günleri sırasında yaşadığımız acılar ve felaketler zincirini anlatıyor. Küçük hırsızlar ve çetelerinin zamanla ve savaşın gölgesinde devleşerek nasıl eşkıya sürüsü haline geldiklerini ve askerde olan erlerin evlerine, mallarına ve avratlarına tasallut ettiklerini gözlemliyor. Elbette anlattıklarından Rum palikaryaları da fazlasıyla nasibini alıyor. Ama bir yerde meseleyi ahlaka bağlıyor. En önemli nokta burası. Kitabının birçok bölümünde bu vurgu var. Bir yerinde şöyle diyor: "Bu savaş o kadar felaketler doğurdu ki düşündükçe insanın adeta beyni patlayacak. Eğer harp şanlı bir zaferle bitseydi herkes umumi şenlikler arasında evlat ve baba acılarını unutacak, bu şenliklere sevinçle katılacaktı. Fakat iş fena bir şekilde neticelendi. Bizi bu kara günlere, bu cehennem azaplarına sürükleyen sebepler pek çoktur. Bunları siyah satırlarla bilhassa tarih yazacaktır. Fakat biz peşin söyleyelim ki felaketimizi doğuran birinci sebep ahlaksızlığımızdır. Bizi can evimizden vuran düşman ne İngiliz, ne Fransız, ne Moskof, ne de Alman'dır. Kendimiz, kendimiz ve kendi ahlaksızlığımızdır. Her çektiğim kendi cezayı amelimdir…" (Kara Günler ve İbret Levhaları, Hasan Basri Çantay, Naşiri Mürşit Çantay, s: 46)
Demek ki ahlaksızlık manevi düşmandır ve bütün düşmanlardan daha beter ve tehlikelidir. Mikdat Yalçın günümüzde bu en önemli alana el atmıştır. Ahlak nazariyatçısı idi. Bu hususta tarihte İmam Gazali ve İbni Ebi'd Dünya gibi müellifler öne çıkmıştır. Günümüzde ise bu alanda temayüz eden isimler arasında Türk asıllı Mikdat Yalçın ile birlikte Ezher hocalarından ve Sorbonne eğitimli Muhammed Abdullah Draz öne çıkmaktadır. Kur'an'ın yorumu konusunda yeni açılımlar getirmiştir. Keza İslam'ın diğer dinlerle ilişkisine dair mantıki temeller vazetmiştir. En önemlisi de Kur'an-ı Kerim'de ahlaki temellere dair çalışmalarıdır. Kur'an ahlakın temel kaynaklarından birisidir. Bessam Tıbi gibiler ahlaka seküler zemin bulmak istemişlerdir. İlahi kaynak yerine seküler kaynaklar vazetmek istemişlerdir. Halbuki, ahlak konusunda dinin önemli bir caydırıcılık alanı vardır. Buna vazi-i dini yani dini caydırıcılık denmektedir. Bu kavramın açılımı bir kitabın ismini çağrıştırmaktadır. Şafii alimlerinden İbniHacer el Heytemi'nin 'ez Zevacir min iktirafı'l kebair' kitabıdır. Büyük günahları işlemekten sakındıranlar ve dizginleyenler kitabıdır. Burada ez zevacir dizginleme anlamındadır. Yine vazi-i dini de o anlama gelmektedir. Laikliğin öyle bir yaptırım gücü veya caydırıcılık gücü yoktur. Zira ahlaki sorumsuzluklara uhrevi bir ceza getirememektedir. Uhrevi muhasebe boyutundan yoksundur. Tam tersine Muhammed Abdullah Draz ise ahlakın temellerini Kur'an'da keşfe çıkmıştır. Büyük çapta da bunu temellendirmiştir.
Din ahlaka ahlak da dine muhasebe imkanı getirmektedir. Laiklik ise bu vasıftan yoksundur. Ezher'de eğitim gördükten sonra 1936 yılında Sorbonne Üniversitesine gönderilmiştir. Burada sosyoloji, felsefe, tarih, karşılaştırmalı dinler tarihi okumuştur. 1947 yılında Kur'an'da Ahlak adlı çalışmasıyla doktorasını tamamlamıştır, birinci dereceden mezun olmuştur. Doktora çalışmasını Fransızca olarak yapmış ve bu kitabı Kur'an'da Ahlak Düsturu namıyla Arapçaya aktarılmıştır. Muhammed el Behiy gibi bir ara Ezher müdürlüğü görevinde bulunmuştur. Draz Paris'te bulunduğu günlerde bilahare Hasan el Benna'nın ulaklarından biri haline gelen Cezayirli Fudayl Vertelani ile dost olmuştur. Keza Paris günlerinde Cezayirli düşünür Malik Bin Nebi ile dostluk köprüleri kurar. Fransızcasını ilerletme konusunda Malik Bin Nebi Muhammed Abdullah Draz'a yardımcı olmuştur. Bu dostluktan bazı ortaklıklar da türemiştir. Sözgelimi Malik Bin Nebi'nin Kur'an Fenomeni (ez Zahiretü'l Kur'aniyye)adlı kitabına Muhammed Abdullah Draz bir önsöz kaleme almıştır. Demek ki ikisinin ortak alanlarından birisi Kur'an-ı Kerim'e hizmet etmek ve hakkında incelemelerde (tetebbuat) bulunmaktır.
Mikdat Yalçın'a dönecek olursak; Türkiye'de 83 yılını aşkın bir şekilde vefat etmiştir. 1937 doğumludur. Suriye ve Mısır'a öğrenci sıfatıyla gitmiştir. Üç üniversitede birden okumuştur. Ezher'de Usulüddin fakültesi, Kahire Üniversitesinde Daru'l ulum ve Aynu Şems Üniversitesinde de eğitim fakültesinde okumuştur. 1970 yılında Kahire Üniversitesinde felsefe kısmında master eğitimini tamamlamıştır. 1976 yılında da doktora payesini elde etmiştir. Draz gibi eğitim alanıyla Kur'an-ı Kerim arasında karşılaştırma yapmış ve Kur'an'da Eğitim kitabını kaleme almıştır. İkinci olarak Olması Gerektiği Gibi Müslüman Evi kitabını telif etmiştir. 1980 yılında İmam Üniversitesi Sosyal İlimler Fakültesinde eğitmenlik yapmıştır. 1988 yılında ise Muhammed Kutup ile birlikte ortak bir biçimde İslami araştırmalar dalında Faysal Ödülünü kazanmıştır. Bu arada Muhammed Kutup ile yakın dosttur. İslam aleminin sorunlarına eğilmiş ve İslam ahlakına dair eserler telif etmiştir. Telif ettiği eserlerin sayısı 72 olarak kayda geçmiştir. Bu vasfıyla velut bir yazar unvanını da elde etmiştir. Mekanı cennet olsun.
Ondan önce Fuat Sezgin de aynı ödülü 1979 yılında kazanmıştır.
Bitirmeden, dindarlık bir iddia ise ispatı güzel ahlaktır.