Genelde salgından sakınıyordum hatta düğün derneklere de katılmıyordum. Ailem de beni bu gibi münasebetlerden uzak tutuyordu. Lakin sakındığın göze çöp batar misali ne kadar sakınsak da bu gibi hallerden kaçınamıyoruz. Ailem de benim adıma titizlik gösteriyor ve beni her yere götürmüyorlardı. Dolayısıyla Covid 19'a yakalanmam dikkatsizlik eseri değildi ama başkalarının bu yönde katkısı olabilir. Bununla birlikte yaşadığımız Şirinevler semti kalabalık olması hasebiyle salgın ortamının üremesine pek müsait. Bazen Şirinevler'e doğru yürüyüşe çıkıyordum. Yolda seyir halinde insanların bazılarının salgına karşı dikkatsiz olduklarını da görüyordum. Ekim ayı sonlarına doğru havalar değişti. Bir ara yağmur yağdı ve ertesinde de hava ısısı birden düştü. Bunun üzerine üzerimde grip ya da Covid 19'un bazı arazlarını ve semptomlarını görmeye başladım. Beden ısısı/ateşi yükselmeye başladı ve durum en azından dört beş gün bu minval üzere seyretti. En sonunda öksürük nöbetlerine yakalandım ve bunun üzerine kendi çabamızla bu işin üstesinden gelemeyeceğimizi anladık. Durum kontrolden çıkmıştı. Öksürük hastaneye müracaatımızı hızlandırdı. Öncesinde eczanelerden tedarik ettiğimiz bazı ilaçlarla grip varsaydığımız illetten kurtulmaya veya kontrol altında tutmaya bakıyorduk, çalışıyorduk. Onun öncesinde de birkaç defa gayri ihtiyari bir şekilde hapşırdım. Hatta eşim beni uyardı.
Bir de Covid 19'a yakalandığımın ek işaretlerinden biri olarak baldırımda ve sırtıma yakın bölgede iki sivilce çıktığını müşahede ettim. Banyo esnasında farkında olmadan el attığımda sivilceden kan geldiğini gördüm. Eşimin sonradan hatırlattığı şekilde boynumun bir tarafının da ağrıdığını hissettiğimi söylemişim. Bunun üzerine daha fazla işkillendim. Sonunda 25 Ekim Pazar günü Bahçelievler Devlet Hastanesine müracaat ettik. Önce ciğerlerden film çektiler ardından da kan alarak tahlile gönderdiler. O gün işlemlerimiz sabahtan akşama kadar sürdü. Beni hastaneyle yatırmaya karar verdiler. Akşam saatine kadar test yapmamışlardı. Test olup olmadığımı sordular olmadığımı söyleyince ilaveten test de yaptılar. Böylece tam teşekküllü muayeneden geçmiş oldum. Sıra hastaneye yatırılmaya gelmişti. İşte ilk talihsizlikle burada karşılaştım. Bahçelievler Devlet Hastanesinin yeraltındaki ikinci katına getirdiler. Ben hiçbir şeyin farkında değildim. Sadece hastalardan değil dünyadan da yalıtılmış bir mekana getirilmiştim. Buna tam izolasyon denebilir. Beni oraya getiren kişi –kimse- bir de alay eder gibi kapıyı arkadan kilitleyeyim mi diye sordu. Böylece bize sadece çocuk muamelesi yapmakla kalmıyor moralimizi de bozuyordu. Hemen yoğun bir ilaç trafiği başladı. Serum ve haplar veriyorlardı. Bu haplardan birisi ciğerleri takviyeye matuf olmalıydı sekiz adet birden alıyordunuz. Bir çırpıda yutuyor, içiyorduk. İlk günler iyi geçti ardından tedavi rutine binince ben sıkılmaya başladım. İki olay cesaretimi kırmaya başladı. Doğumhaneden çevrilmiş ikinci zemin kata yerleştirildikten sonra bana iki şey söylendi ikisi de hilafı hakikat çıktı. Birincisi, beş günle sınırlı tedavi süreciydi. Ötekisi ise tedavi süreci uzayınca doktor bir kaç defa beni üst katlara yani en azından güneş gören katlara naklimi sağlayacağını söylemişti. Bir iki defa bunu söylediği halde bu yönde hiçbir gelişme olmadı. Bu da moralim üzerine son derece olumsuz bir etki meydana getirdi. Eşim de yatırılmadan evvel doktordan bana 5 günlük bir tedavi süreci uygulayacaklarını duymuştu. Bana da aktardı. Bundan dolayı dişimi sıkıyor ve beş günlük süreyi atlatmanın derdine bakıyordum, sürenin dolmasını iple çekiyordum. Bu arada içeride de ruh sağlığım giderek geriliyordu. Orada kaldığım 11 günlük süre içinde gözüme uyku girmedi sadece bazen dakikalar halinde sızıyordum. Gece ile gündüzüm birbirine karışmıştı. Zaman uzadıkça duş olmam veya banyo yapmam da lüzum arz ediyordu. Lakin banyo ihtiyacı ile birlikte banyo yapmam halinde üşütmekten de korkuyordum. Neyse ki bu zaman zarfında evden elektrikli kurutucu makine getirttim ve bir duş aldım ve sonrasında da kurulandım. Bu beni rahatlattı. İlk günler banyo yapamadım sebebi de su sıcaklığının çok yüksek oranda seyretmesiydi. Ilıştırma imkanı da bulunmamasıydı. Daha sonrasında ise su ısı seviyesi düştü hatta bazen tamamen musluklardan soğuk su akar oldu. Su sıcaklığında istikrar yoktu.
Hastanede beş günü aştığımızda sabırsızlanmaya başladım ve eşimden ve dost çevrelerden az çok aşina olduğum baş hekime ulaşmalarını ve bu suretle tahliye olmamı sağlamalarını istiyordum. Eşim ise dahili telefon hattı üzerinden beni teskin ediyor ve 'seni bugün yarın salarlar merak etme' diyordu. Ama günler de akıp gidiyordu. 'Seni daha fazla tutmazlar, salarlar. Müsterih ol' diyordu. 'Bu kadar salgın varken ve sırada yeni hastalar dururken ne diye seni fazladan tutsunlar' diyordu. Ben de nokta-i nazarına hak veriyordum ve rahatlıyordum.
Personel
Hastane personeli teker teker iyi insanlardan oluşuyor. İnsani anlamda hiçbir kusurlarını görmedim. Bana karşı iyi ve müşfik idiler. Lakin bazıları iş takibinde yavaş davranıyor veya titizlenmiyor, işini aksatıyordu. Sözgelimi sürekli olarak serum takıyorlar. Bununla birlikte serumun bitiş anını dikkate almıyorlar hastanın yanına bir hayli sonradan uğruyorlar. En azından benim şahsi gözlemim bu yönde. Böyle olunca serum insanın lavaboya gitme ihtiyacını hızlandırıyor. Yani serum takılı vaziyette iken ya da serum bittikten sonra lavaboya gitme ihtiyacı hissediyorsunuz. Hastabakıcı veya hemşireler uğramayınca da pratik çözüm olarak serumu boş veya dolu haliyle çıkartıyorsunuz onunla birlikte lavaboya gidiyorsunuz. Elinizde veya omzunuzda taşıyordunuz. Bu gibi aksaklıkların dışında personel insan olarak bana karşı çok sıcak ve iyi davrandı. Bunu söylemezsem olmaz. Bazıları daha da yakın davranıyor ve bazen kısa da olsa sohbet ediyorduk. Bu beni rahatlatıyordu. Personel kısaca yakın ve nazik davranıyordu.
Yemekler
Benim için hastanede rutine bozan en önemli hususlardan birisi yemek saatiydi. Yemek saati hepsinden dakik işliyordu. İlk günler bazen kahvaltının kalitesi konusunda tereddütlerim oldu. Lakin hem öğle hem de akşam yemekleri fevkalade idi. Tiryakilik yaptı. Yalnız birkaç defa iştahım kesildi ve öğün yiyemeden geride kaldı. Lakin ardından iştahım açıldı ve hastanenin yemekleri yetmemeye başladı, evden takviye almaya başladım. Hastanede iştahım açıldığı zamanlarda bazen evden mantı gibi şeyler istiyordum. Ev ile hastane arasında bu yönde trafik iyi çalışıyordu. Hiçbir aksama olmuyordu. Bu da benim tahammülümü kısmen kolaylaştırıyordu.
'Üç günden beri buradasın!'
Sabahları doktor baş başhemşire ile birlikte koğuşları ziyaret ediyordu. Bana da halimi soruyordu ben de genelde iyi olduğunu söylemekle mukabele ediyordum. Lakin beş günü doldurduktan sonra bende endişeler belirmeye başladı. Bir gün yine sabah ziyaretlerinden birisinde bu aşamadan sonra tedavimin evde sürdürülmesinin daha iyi olacağını zira artık tahammül gücümün kalmadığını söyledim. Doktorun o gün garp bir hali vardı. Bana buraya geleli daha üç gün olduğunu söyledi ve Mustafa Özcan yerine bana Tuncay gibi bir isimle hitap etti. Ben de tutanaklara bakabilirsiniz ben buraya yatalı haftasını çoktan devirdim diye karşılık verdim. Artık taburcu edilmemle alakalı olarak doktorla pazarlık aşamasına gelmiştim. O da benim taleplerimi karşılıksız bırakmıyordu. Durumu az çok anlıyordu. Bir de güneş gören odalara çıkarma sözünü de yerine getirememişti.
Taburcu olmama yakın günlerde kıdemli hemşirelerle hasbihal ettik ve durumu onlara da açtık. Doktorun çarşamba gün (8 Kasım)taburcu edeceğine dair sözlerini hatırlattım. Hemşire doktorun söz vermiş olabileceğini ama bunun yine de durumumun tam düzelmesine bağlı olduğunu söyledi. Kan değerlerinin vesaire düzeldiğinde elbette taburcu olacaksın ama öncesinde doktor dese bile bunu şarta bağlı bir söz olarak algılamalısın dedi. Bu ise son umut kırıntılarını da alıp götürdü. İçime karamsarlık çökmüştü. Ek süre kalmamın nedenini iki hususa bağlıyorlardı. Ev ortamında oksijen takviyesi sağlamak zor olurdu. Burada ise oksijen takviyesiyle birlikte nefes alma kalitende yükselme oluyor, yükseliyor. Henüz kan değerlerin taburcu olman için yeterli seviyede değil. Lakin ben de tezimde ısrarlıydım. Burada bazı değerler yükseltilse bile öte yandan manevi olarak çöküyordum. Fiziki ortam uzun süre kalmaya elverişli değildi. Tek yanlı bir karşılaştırma asla doğru değil. Ben daime şöyle düşündüm: Yoğun bakım hali yoksa hasta için beş günlük ilaç takviyesi yeter ve ardından kalanını evde tamamlamalı. Zira düzelmek için uygun ortam da gerekir! Lakin bazen işi haddinden fazla sıkı tutuyorlar hasta da mustarip oluyor. Benim ilk günlerden itibaren ateşim düşmüş ve öksürüğüm de kesilmişti. Durumum istikrar arz ediyordu ve buna binaen tedavimin kalanını evde sürdürmek istiyordum. Nedenler ortadan kalkmıştı yani ateşim düşmüş ve öksürüğüm kalmamıştı. Kan değerlerini ise bir iki günde yükseltmenin imkanı yoktu. Bunlar taburcu olduktan sonra evde tedavi sürecinde ikmale çalışılsa şüphesiz hasta açısından daha rahatlatıcı olurdu. Ben daha ziyade fiziki ortam nedeniyle rahatsızdım bu nedenle de rahat edemiyordum.
Biraz daha özen!
Hastaneye yatarken başkasının reçetesi üzerinden işlem yapmışlar bu da kargaşaya neden olmuştu. Belki salgın yoğunluğu nedeniyle bu tür hatalar tekrarlanabiliyor. Lakin taburcu olurken yapılan hata da yeterli özenin korunamadığını gösteriyor. Şöyle ki 7 Kasım tarihi olmalı. Yüzüm kireç gibi olmuştu. Sanki aynada bir hortlak vardı. Doktor ve hemşirelerin kanaati aksi yönde olsa da herhalde beni de fark ediyorlardı. Kan değerleri nedeniyle beni pek salmak istemeseler de ilgili hemşire bir ihsas- ı reyde bulundu ve sulandırıcı iğne yaptıktan sonra ertesi gün evde aynısını yapıp yapamayacağımı sordu. Bu ifadeler üzerine taburcu olacağımı anladım ve mutluluklar benim oldu. Aksi halde geceleri benim için kabus oluyordu. Son geceyi de zor atattım. Ben de sulandırıcı iğne vurulması noktasında evdekilerden yardım alarak da bu işin üstesinden gelebileceğimi söyledim. Böylece ertesi günü taburcu olacağımın müjdesini almış oldum. Çok sevindim. Son anda bir aksilik olmasından da ürküyordum. Zamanı iple çekiyordum ama zaman geçmek bilmiyordu. Ertesi gün geldiler ve acele etmemem gerektiğini ve saat 15 00/ 17 00 sularında taburcu olacağımı bildirdiler. Dahili telefondan bu haberi hemen eşime uçurdum. Eşim ve çocuklar benim yüzümden temaslı olmuşlardı. Bu yüzden de takibata uğramamak için beni almaya gelmeye yanaşmıyorlardı. Hastane önünde teftişe takılabileceklerini düşünüyorlardı. Dolayısıyla sadece hastaneye mahsus araçlarla tahliye imkanı kalmıştı. Ben de personele bunu bildirdim. Tedavimin evde sürdürülmesi için gerekli ilaç takviyesi yapılacaktı. Taburcu olma saati gelip çattığında imza verdim ve bana bir reçete uzattılar. Bayağı kabarık bir reçete idi.
11 gün sonra ilk kez temiz hava ile ve dışarı ile temas halindeydim. Bedenim ise kırılgandı. Dışarıda hafif yağmur havası vardı. Ambulans beklerken biraz gecikme oldu ve dolayısıyla ayakta durmakta zorlandım. Birisi de yanımda sigara içiyordu hemen müdahale ettim zira kokusunu derinden hissettim. Sonra birlikte nakledilecek diğer hastaların da ilaç tedarikinden sonra gelmesiyle kadro tamamlandı. Ambulansa binerek önce Şirinevler istikametine gidildi ardından da bizim sokağa gelindi. Ertesinde ambulans Ateş Tuğla istikametine doğru seyre koyuldu.
Eve geldiğimde yardım almadan merdivenleri çıkamadım. Yüzüm kireç gibiydi. Sonra nihayetinde daireye vasıl oldum. Hemen reçetenin peşine düştük. Oğlum Fahri en yakın eczaneye gitti bir de ne görsün. Bana dahili reçete yazmışlar. Sanki ilaçları hastane ortamında kullanacağım gibi yazmışlar. Halbuki, hastane ortamında olsam zaten ilacı hastane yoluyla alıyorsunuz. Yatan hasta reçetesi yazmışlar. Halbuki ben taburcu olmuştum. Bunun harici reçeteye dönüştürülmesi gerektiğini söylemişler. Reçeteyi aynı gün değiştiremedik. bunun üzerine reçetenin değiştirilmesi ve ilaçların tedarik edilmesi ertesi güne sarktı, kaldı. Ertesi gün kan sulandırıcılara ulaşabildik. Şimdi iş bunların vücuda zerk edilmesine kalmıştı. Önce ortanca kızım başarılı bir şekilde sulandırıcı iğneyi yaptı. Ertesinde eşim iğneleri yapmaya devam etti. Böylece sektirmeden gerekli ilaçlar aldık ve kullandık. İlaçları kullanmakta hiçbir sıkıntı yaşamadık.
Bu satırları yazarken eve taburcu oluşumun onuncu günündeydim. Doktor Berrak hanım karantina süremin hastaneye yatışımdan itibaren işleyeceğini ve 14 gün içinde dolacağını söylemişti. Biz de o günü iple çekiyorduk. Sonuçta 8 Kasım tarihinde karantina günüm doldu. Lakin filyasyon ekibi takibe devam ediyordu. Doğrusu ayaklarımı güçlendirmek için dışarı çıkmam gerekiyordu. Ben yine de ihtiyatlı davranıyor ve hane dışına çıkmıyordum. Durumu aile hekiminden sorduk o da Berrak hanım gibi dedi. Lakin filyasyon ekibinin peşimizde hala dolaşmasına bir anlam veremiyorduk. Bu ekiple doğrudan bir temasımız da yoktu. Bizi kah Sakarya üzerinden kah evli kızımın üzerinden soruşturuyorlar ve temas kurmaya çalışıyorlardı. Bu kaç göç isi doğrusu canımı sıktı. Aile hekimi karantinanın bittiğini söylüyor ama hes kodu aynısını söylemiyordu. Durumumu riskli olarak tasvir ediyor ve bunu düzeltmek için de kimseye ulaşamıyorduk. Yani kurum içinde eş güdüm sağlanamıyordu. Kaç koldan faaliyet yürütülüyordu? Bunlar hasta takip kalitesini düşüren şeyler. Hürriyeti de gereksiz yere tahdit ediyor.
Koordinasyon durumunun olmaması can sıkıcı bir durumdu. Karantina ölçümleri neye göre yapılıyordu? Güne göre mi yoksa başka kriterlerde mi vardı? Gün üzerinden yapılıyorsa benim karantina günlerim çoktan dolmuştu. Başka kriter varsa bunları bizlerle paylaşmaları gerekmez miydi?
Elbette bunlar şikayet konusu değil ama hastalıkla mücadelede ders alınması gereken hususlar var ve bunlar ancak ders alınarak düzeltilebilir. Düzeltme ve en iyiyi yakalama süreci tekamül halinde sonsuza dek devam eder. Sürekli kalite geliştirilmeli. Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği gibi hatırlatma umulur ki faydalı olur diye bu mülahazaları paylaşma gereğini hissettim. Herkes için salgından uzak sağlıklı bir ömür dilerim.
Bu yazıyı hastaneye yatırılışımın 20'inci gününde kaleme aldım. 25 Ekim/13 Kasım.
Mustafa Özcan