Soru kipiyle ortaya atılan bu başlık benim seçtiğim veya ihtiyar ettiğim bir başlık değil. Ama temenni ettiğim bir çığır veya süreç. Ürdün'de yayınlanan As Sabeel elektronik gazetesinde yazan Ali Saadet isimli yazarın bir yazısının başlığını aksettiriyor. (https://assabeel.net/article/2020/10/8/) Tartışılması gereken bir başlık olduğundan ben de izinden gidilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu başlığa alternatif surette, Azerbaycan'ın 'tarihi buluşturma misyonu' veya 'İslam dünyasının açık iki yakasını bir araya getirme arayışı ve çabası' olarak alt başlıklarla da konuyu zenginleştirebilir ve ele alabilirdik. Esasında Azerbaycan Türkleriyle Şiilik kaynaşmış durumdadır. Özellikle de güney Azerbaycan'da. Bununla birlikte Azerbaycanlılar arasında laiklik eğilimi arttıkça mezhebi aidiyet biraz geriliyor ve arka plana atılıyor. Laiklik araya girdikçe mezhep bağları gevşiyor. Nasirüddin Şah döneminde veya önceki devirlerde böyle değildi. Nasirüddin Şah ve Babiler başlıklı eserinde Süleyman Nazif Musul'da İran'dan gelen bir Azeri ahund veya molla ili konuşmasını aktarıyor. Ona Azeri kimliğiyle Şii kimliği arasında bir kıyaslama yapmasını istiyor. Azeri molla veya din adamı şunu söylüyor:" Şiilik ruhumu Azerilik bedenimi temsil eder…" Şimdiye kadar Irak, İran iklimlerinde durum böyle idi. Lakin velayet-i fakih doktrinine geçilmesi tarihte kırılma noktasını teşkil etmiştir. Bir şey haddini aşarsa zıddına döner (ize tecaveze'ş şey'u haddehu inkalebe zıddehu) kuralı burada da geçerli olmuştur. Molla rejimi İran'ın Şiileşmesinden daha derin akisler meydana getirmiştir. Bu yeni süreçte İran halkı din adamlarıyla perdesiz yüz yüze geldiğinden büyük çapta dinden soğudu ve seküler eğilimler hakim olmaya başladı. Askeri diktatörlüklerin halkı askeri rejimlerden usandırması ve nefret ettirmesi gibi dini diktatörlükler de halkı dinden soğutmaktadır. İlginçtir Kürt halkını dinden soğutan Marksist ve ulusalcı akımlar olmuştur. İran halkını dinden veya mezhepten soğutan ise molla egemenliği ya da velayet-i fakih doktrini oldu. Kemal Karpat'ın da bahsettiği gibi bu etkiye zıt etki de denmektedir. Kimse istibdadı sevmez. Dini istibdat da hiç sevilmez. Batı dini istibdadı temsil eden kilise hakimiyetini yıktı geçti. Dini eğilim yerine dünyevi eğilimin hakim olması Batı'yı maddeten ayağa kaldırsa da Batı tanrı yerine bizzat kendisine tapınmaya başladı. Her türlü aykırılık mübah hale geldi. Haram helal kalmadı. Yanlış kalkmadı, yer değiştirmiş oldu.
İran ve Şii ülkelerde de dinin yerine dünyeviliğin geçmesi çözüm olmayacaktır. İfrat ve tefritin birbirinin yerine geçmesi olacaktır. Nitekim bu ülkelerde zemin Batılılaşmadan yana kaymaktadır. Gençlik akımları batıya özenmektedir. Zıt etki ile İran gençliği Batıya kaptırmaktadır.
İki Azerbaycan olması ve milliyetçilik dalgalarının kabarması İran'ı tedirgin ediyor. İran yukarı Azerbaycan yokken de varken de Ermenileri desteklemektedir. Belki reşit hareket etse yani en azından haklıdan yana olsa belki de açılan arayı kapatabilecek. Lakin İran rejimi reşit bir rejim değil ve sağduyu ile davranamaz. 40 yıldır bölgeyi felaketten felakete sürüklemesi yapısındaki bozukluğu ortaya çıkarmıştır. Manevi kodları gereği tutarlı davranmak yerine kaypak davranmayı yeğliyor. Bundan dolayı da hem dini hem de mezhebi beraberliği olduğu Azerbaycan halkını arkadan hançerliyor. Kuzey Azerbaycan'ın içindeki Azerilere bir çekim merkezi olmasını istemiyor. Halkının molla egemenliğinden nefret ettiği ve kurtulmak istediği bir ortamda kendisinin Azerbaycan halkı için bir model ve çekim merkezi olması zor. Tersi daha doğru bir formül olarak ortaya çıkıyor.
Azerbaycan halkı da kardeş halk olarak gördüğü İran'ın duruşunu gözlüyor. Azerbaycan ülke olarak seküler bir çizgiyi tutturmuş durumda. Halkı da öyle. Güney Azerbaycan yani İran Azerileri de bu çizgiye çok yakın duruyorlar. Dolayısıyla İran'daki Azeri halkı rejimine karşı giderek yabancılaşıyor. Koptu kopacak bir mesafede. Yabancılaşmayı durduramıyor. Bu nedenle de İran rejimi, 'Azerilere selam Ermenistan'a desteğe devam' şeklinde özetlenebilecek bir formül geliştirmiş bulunuyor. Buna mukabil Ali Saadet isimli yazar zaten büyük ölçüde Şii-Sünni kalıplarını aşmış Azerbaycan halkının pratikte mezhebi konularla ilgilenmediğini varsayıyor. Güney Azerilerine bakarak Kuzey Azerbaycan'da hatırı sayılır bir Sünni nüfusu da bulunuyor. Şii ve Sünniler bu ülkede ortak Cuma namazları kılıyorlar. Ali Saadet ilgili makalesini şu satırlarla kapatıyor: "Kimi raporlar İlham Aliyev'in ülkenin mezhebini Şiilikten Sünniliğe kaydırmayı planladığını haber veriyor..."
Gerçekten de böyle raporlar var mı? Böyle bir karar aşamasında olması halinde içteki topluluklardan tepki almaz mı? Keza Güney Azerbaycan'daki Şii Azerileri kendi aleyhine geçirmez mi? Bunlar muhtemel riskler veya meydan okumalar.
Azerbaycan'ın Şiilikten Sünniliğe geçmesini sadece varsayımlar üzerinden kabul edebilir ve tartışabiliriz. Ortada fol yok yumurta yok. Belki de İran rejimi buna gerek kalmadan halkların tazyikiyle içten çökebilir. Kısaca Şii dünyada Şiilikten bir kaçma gözleniyor. Sünniliğe gelmeyenler ara duraklarda dökülüyorlar, bekliyorlar. Abdulkerim Suruş gibi kimileri Mutezile çizgisini benimsediğini söylüyor kimileri de kendisini ateizm dalgasına kaptırıyor. Mutsuzluktan ve sefalet ve felaketlerden dolayı 1940 ve 1950'li yıllardaki gibi Şii topluluklarda mezhebe ve mercilerine yani kurumlarına karşı bir yabancılaşması söz konusu. Bu nedenle Kerbela gibi dini-mezhebi merkezler tekrar solun yükselişine sahne oluyor. İslam'ın doğru değil yanlış temsil edilmesi nedeniyle genelde İslam aleminde özelde ise Şii bölge ve havzalarda ateizm ve sola kayma yükseliyor, seziliyor.
Öyle ise şapkayı önüne koyarak tarihi bir muhasebe yapmanın vaktidir.
Öyle ise meselenin temeline inmemiz gerekir. Bu da bizi tevarüs ettiğimiz ve sahip olduğumuz kalıplar ne kadar sağlıklı sorusuna götürüyor? Sınandılar ve yanlışlıklarını kanıtladılar. Dolayısıyla eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal.
Şiilik ve Emevilik özünde çarpık bir siyasi ayrılığa dayanıyor. Emevilik olmasaydı belki Şiilik de olmayacaktı. Emevilik zıddını doğurmuştur. Yine burada bir zıt etkiden söz etmemiz mümkün ve hatta gereklidir. Emevilik bu anlamda zıddının kuluçkası olmuş bir tefrit zeminini temsil ediyor. Dolayısıyla Emevilikten hem Şiiler hem de Sünniler toplu bir şekilde tarihin mağduru oldular. Emeviler getirdikleri bidat ve şuradan uzak hanedanlık çığırıyla birlikte İslam'ın öngördüğü ilk siyasi rejimi yozlaştırdılar ve tahrif ettiler. Gerçekten de şuraya dayalı Sünni rejimi tahrif eden Emeviler olmuştur. Sünni rejim yerine bid'i rejimi esas almışlardır. Onların rejimi Kayzer ve Kisra rejimlerinden mülhemdir. Raşit halifeler rejimi özünde bir taraftan peygamberlik metodu üzerine hilafete diğer yüzüyle de şuraya dayanıyordu. İki vitesli bir rejimdi bir yandan halka dayanarak cumhuriyet rejimini akla getiriyor diğer taraftan da şeriata dayanarak peygamberliğin devamı olan hilafeti temsil ediyordu. Hilafet ile hazreti peygambere ve yoluna uzanıyor cumhuriyet niteliği ve kimliği ile de halkla buluşuyordu. Siyasi erk seçime hukuki erk ise şeriata dayanıyordu. Bununla birlikte Fransız tarzı cumhuriyet ile İslami anlayıştaki cumhuriyet rejimini birbirinden ayırmak gerekir. İslami cumhuriyet halkın rızasına dayalı olmakla birlikte onu aşan bir de hukuki ve ideolojik boyutu vardır. İkisi sarmaldır, birdir. Fransız cumhuriyetinin mekanizması benzer olabilir ama muhtevası ayrıdır. Bugün İslam dünyasında iki cumhuriyet modeli çarpışmaktadır. Birisi İslam cumhuriyeti diğeri ise Fransız tarzı Masonik cumhuriyet modeli. Mekanizmada beraberlik olsa bile Fransız cumhuriyeti İslami değerlere yabancı hatta düşmandır. Bununla birlikte İslam cumhuriyetini hatırlatan Fransız cumhuriyeti olmuştur. Bu da şu kabildendir: Bidaatuna rüddet ilayna yani malzememiz, değerimiz bize iade edilmiştir. Münevver Ayaşlı'nın ifadesiyle Fransız Devriminden sonra Osmanlı aydınları cumhuriyet rejimine meftun olmuşlardır. Bu cumhuriyetçilik akımında köklerle buluşmak vakit almıştır. Namık Kemal mutlak cumhuriyetçi Bediüzzaman ise İslam cumhuriyetçisidir. Mustafa Kemal, Namık Kemal anlayışı üzerinden Fransız anlayışı cumhuriyet modeline köprü kurmuştur. Bununla birlikte Müslümanlar zamanla fikir ve idarede köklerini hatırlamışlardır. Hanedanlıklar ilk İslam modeli olan cumhuriyet modelini küllemiştir. Büyük sahabilerden bazıları Emevilerin siyasi rejimdeki sapmalarını Kayzer ve Kisra tarzı bir yönetim modeline sapma olarak görmüşler ve bunu dile getirmişlerdir. Nitekim, Muaviye b. Ebi Süfyan'ın İslam siyaset geleneğindeki ilk mucidi olduğu veliahtlık sisteminin hilafet olarak isimlendirilip isimlendirilmeyeceği hususu, İslam siyaset felsefesinin en önemli problemini oluşturmaktadır. Halife ve hilafet kavramları, yöneticiden yöneticiye değişiklik göstermekte ve birbiriyle zıt uygulamaları ihtiva eden bir boyut kazanmaktadır. Şekilsel ve suri birer argüman olarak elde tutulmaya çalışılan bu kavramlara pratik siyaset yoluyla yüklenen içerikler, o günün siyaset dünyasında boy gösteren Kisra ve Kayzer kavramlarının içeriğinden ayırt edilemeyecek bir şekilde muğlaklaşmıştır. Cahız, aynı siyasal ruhu taşıyan ama farklı siyasal bedenler olarak tezahür eden bu durumun tespitini "İmamet, Kisra mülküne, hilafet de Kayzer makamına dönüştü" şeklindeki sözleriyle yapmaktadır. Emevilerle birlikte hilafet anlayışından mülk anlayışına geçilmiş oldu. Emeviler pratik olarak İslami rejimi tahrif ederken Şiiler de nazari ve teorik olarak tahrif etmişler ve Ehl-i Beyt hesabına hayali bir hanedanlık uydurmuş ve kurgulamışlardır. Arayı kapatmak için de iki gaybubet dönemi uydurmuşlardır. Şimdi tarihin açtığı bu çıkmaz süreçten çıkmanın vaktidir. Böylece İslam dünyasında ve tarihinde iki kanat ortaya çıkmış ve siyasi zıtlık üzerinden bu iki kanadın yakaları bir araya gelememiştir. Şimdi tamir zamanı.
Bunun için iki şey yapılması gerekir. Kur'an-ı Kerim'e dayalı Ehl-i Beyt muhabbetine devam etmeli ama Şiilik rafa kaldırılmalıdır. Şiilik Ehl-i Beyt adına uydurulmuş bir mezheptir. Ezher Şeyhlerinden Mahmut Şeltüt Caferiliği geçerli bir mezhep saysa bile onun akait açılımı ve on iki İmamcılık hem tarihi gerçeklere (anakronik) hem de İslami gerçeklere uymamaktadır.
Günümüzde bu çekişme ve ayrılığın bir nedeni kalmamıştır. İran'ın yaptığı gibi Şiilik kimi egemen çevreler tarafından istismar edilmektedir. Önemli olan makul çoğunlukta bir araya gelmek hem Emevi hem de Şilik kanatlarından (ifrat-tefrit) uzak kalmaktır. Yani fitneler öncesine dönmek ve İslam'ın saf halini yeniden yakalamak ve yaşamaktır. Kısaca tarihe değil Kur'an'a dönmektir. Bu indirgemecilik değil tesaffi etmek ve durulmaktır. Tarihi dolgulardan, haşviyattan kurtulmaktır. Tarihi İslam dünyası Hazreti Hüseyin ve Hazreti Osman öncesi asude iklime dönerken insanlık da kirlerinden arınarak Habil ile Kabil öncesine dönebilir. Bu ancak pusulayı düzeltmek ve adaleti sağlamakla mümkündür. Hazreti Hüseyin'in katli de Hazreti Osman'ın katli de yanlıştır ve İslam'a aykırıdır. Bu cinayetlerden sadece istismarcılar yararlanmıştır. İslam ümmeti ise zarar görmüştür. Ali Şeriati bu buluşmayı Ali Şiası ile Muhammedi Sünnilik adı altında kaynaştırmaya çalışmıştır. Lakin İran Devrimi teori ve pratiğiyle bu projeyi veya fikri silindir gibi ezmiştir. Azerbaycan köprübaşı olarak coğrafi olarak kenar ile merkezi buluşturabilir aynı zamanda parçalı tarih arasında kavuşturma köprüsü de kurabilir. İran'ın milli kimliği geriye doğru Perslik yani ulusalcılıktır ki buna şuubilik denmektedir. Sasaniler çöktükten sonra da bu damar kor altında yaşamaya devam etmiştir. Şiilikle yeniden uç vermiştir. İran'ın ikinci kimliği ise sekterizm olarak Şiiliktir ve zamanla şuubilik damarıyla birleşerek İran'ın milli kimliğini oluşturmuştur. Bu bileşime İngiliz oryantalist Montgomery Watt milli din demektedir.
Montgomery Watt, Şiiliği İran'ın milli dini olarak telakki etmektedir. Bu kimlik diğer Şii topluluklar için ayniyle geçerli değildir. İran merkezi yapısıyla nüfuzunu artırmak için diğer Şii toplulukları vasıta olarak kullanmaktadır. Şiilik makamında İran kullanma öteki Şii topluluklar ise kullanılma durumundadır. Dolayısıyla diğer Şii topluluklar İran hegemonyasından kurtulmak için Şiiliklerini tashih etmeli ve durulmalıdırlar. İslam ümmetinin ayrık iki yakasını birleştirme noktasında en uygun ülke Azerbaycan'dır. Hem Şii-Sünni terkibine haizdir hem de İran'ın ona yönelik politikası ortadadır. Sünni dünyanın Humeyni'den beklediği misyon bugün sekterizme mesafeli Azerbaycan üzerindedir. Humeyni sekterizme mesafe koyamamıştır. Tarihi şartlar bu misyonu Azerilerin omuzuna yıkıyor. Azerbaycan'ın yeni bir açılım yapması Türkiye'de Alevi-Sünni kitlenin uyumu noktasında da müspet akisler icra edecektir. Tarihi olarak Azerbaycan itidal yolunu tutarak Müslümanların iki yakasını bir araya getirebilir. Irak'taki Şiilere ve Türkiye ve Suriye gibi ülkelerdeki Alevilere de rol model olabilir. Böylece kaynaşmanın yeni harcı haline gelebilir. Azerbaycan'da bu özellikler bulunmaktadır. İran Şiilikten harici bir müdahale olmadan kendi iradesiyle kurtulamaz ve vazgeçemez. Et ile tırnak gibi birbirine geçmiştir. Azerbaycan ise bunu başarabilir.
Emevilik ile Şiilik ifrat tefrit basamaklardır. Rafizilik ile Nasibilik aşırılıklarını atarak; ehl-i beyt muhabbeti meşrebinde buluşabilir. Ehl-i Beyt ve muhabbeti Kur'an kaynaklı bir ödev ve kavramdır Şiilik ise tarihseldir.
İslam dünyasının fitneler çağı sonrasında manevi olarak buluşması teorik olarak mümkündür. Pratikte bunu gerçekleştirme potansiyeline sahip topluluk veya ülke de Azerbaycan'dır. Bu fitneciler hariç herkesin kazanacağı bir çığırdır. Fitne öncesine dönmek asli çizgiye dönmektir. Taha Cabir Alvani'nin Latinolara hitabında 'siz İslam'a girmekle eski dininizi terk etmediniz belki orijinal eski dininize geri döndünüz' demiştir. Fitne öncesi döneme dönerek Azerbaycan da hakiki İslam ve ehli beyt anlayışına dönmüş olacaktır.
Bu, İslam dünyasında büyük bir sinerji meydana getirir.
Mustafa Özcan