Elbette herkes kendine göre bir Mehmet Fırıncı abi portresi çizebilir ve onun değişik etvar ve eşkaline tanık olabilir. Benim de kendime göre onunla ilgili bir portrem var.
Bu arada asıl adı Mehmet Nuri Güleç.
Benim yazacaklarım da onunla ilgili çok sınırlı bir alanı kapsayacaktır. Çünkü muarefem yani tanışıklığım sınırlı düzeyde idi. Bu sınırlı zaviyede bildiklerimi paylayacağım. Bununla birlikte 25 yıldır Fırıncı abiyi bilir ve karşılaşırdık. Özellikle de Risale-i Nurların dünyayı tanıtılması noktasında büyük himmet ve gayretleri olmuştur. Kibarlığı ve çelebiliği ile adeta bir Risale-i i Nur diplomatı gibiydi. Tanıtım faaliyetleri çerçevesinde her yıl ya da yılaşırı bir biçimde sempozyumlar vesilesiyle karşılaşıyorduk. Bu vesile ile misafirlerin gelip gitmesiyle ve ağırlanmasıyla ilgilenen Kenan Demirtaş bey gibi isimlerle de mülaki oluyorduk. Sempozyumlar halka açık olduğundan panayır gibi oluyordu. Herkesle hemhal olmak ya da buluşmak ve karşılaşmak müyesser oluyordu. Hayatımıza feyz ve zenginlik katıyordu. Bu etkinliklerin gölgesinde edindiğimiz manevi azık bizi bir müddet idare ediyordu. Son yıllarda toplantıların eski revnakı kalmadı. Üzerimize kuraklık çöktü.
Elbette Nesil camiası tarihi boyunca birçok fitnelerle karşılaşmış ve ateş çemberinden geçmiştir. Kardeşlik hukukuyla imtihan olmuşlardır. Dolayısıyla bu fitnelerin de etkinlikler üzerine yansımaları oluyordu. Şayet Risale-i Nurlar üzerine ayrılıklar ve dolayısıyla iç kargaşa ve fitneler gölge etmeseydi bir de mutedil bir siyasi çizgi tutturulsa idi yani siyaset topuzu yerine kardeşlik hukuku öne geçirilse ve egemen kılınsa idi Risale-i Nurların parlaması ve inkişafı daha başka olabilirdi.
Geçmişte Nesil ile Yeni Asya'nın bir olduğu günlerde Sakarya'dan arkadaşım ve onun ötesinde memleketlim olan Şükrü Çeliktaş beni 80 öncesinde Yeni Asya'nın neşrettiği romanlarla tanıştırdı. Tarihi ve güncel romanlarının tiryakisi olmuştum. Elimden düşmüyordu. Lakin o yıllar siyasi atmosfer çok gergindi yine Risale-i Nur meşrepli zevat siyasetle yakından ilgileniyorlardı ve onların ilgileri de bizi pek memnun bırakmıyordu. Sakarya'da Yeni Asya'nın uzantısı kabilinden Zafer dergisi ve nezaret edenleri vardı. Onlarla da zamanla yaren ve ahbap zümresine katılmıştık.
Bununla birlikte Risale-i Nur talebeleri ekseninde siyasi kıvam bir türlü tutturulamıyordu. İfrat ve tefrit salınımları vardı. Dolayısıyla ortadaki insanlar onlara siyasi zaviyeden bakıyorlardı. O dönemde siyasetin bütün uçları keskin işliyordu. Dingin ve mutedil bir ortam yakalamak adeta imkansızdı. Sonrasında Yeni Asya'da damarlar çatallaşmaya başlamış ve Demirel ile Özal yıllarında keskinleşmişti. Daha doğrusu son noktasına gelmişti.
Yıl 1989 yılı olmalı Yeni Asya'nın Yeni Bosna'daki merkezinde bir ayrışma yaşanmış Mehmet Kutlular ile Mehmet Fırıncı abilerin ekipleri birbirinden ayrışmıştı. Bu zor bir süreç olmuştu. Kardeşler arasında ayrışma insana en zor gelen hallerdendir. Esasında bu çok parçalı bir ikiye ayrılma olmuştu. Yeni Asya ile Yeni Nesil veya Nesil birbirinden ayrılırken bazıları da iki tarafta da yer bulamamıştı. Mesut Zeybek bunlardan birisi olmalı. Bilahare her iki taraf da kendi yolunda ilerledi, yürüdü. Konuyu daha fazla yarayı deşmeden burada noktalıyorum. Zaten detaylara da muttali değilim ve olmak da istemem. Dinler tarihinin umum ve ortak noktası budur yani ayrılık. Kardeşlerin doktrin ya da ayrıntılar nedeniyle birbirine girmeleri ve düşmeleri. İlk ayrılıklardan birisi Okuyucu-Yazıcı ihtilafı idi. Hüsrev Altınbaşak Yazıcılar adı verilen bir grubun başına geçmişti ve öbür talebelerden ayrılmıştı. Risale-i Nurların yazarak inkişaf edeceğini düşünüyordu. Bediüzzaman farklı mizaçlardaki bu talebeleri kanatları altında topluyordu lakin onun yokluğunda ihtilaflar yeniden gün yüzüne çıkmıştır. Bununla birlikte zaman en iyi ilaç oldu ve Yazıcılar grubu da zamanla okuyucu adı verilen gruba yaklaştı ve aradaki farklar eridi.
Zaman zaman kitap almak hatta bazı arkadaşları görmek için Nesil'e giderdim. Bazen onların uhdesinde olan Moral FM'de de programlara katılıyorduk. Aynı semti paylaştığımız için bazen sohbetlerine ya da tertipledikleri konferanslarına da katılıyorduk.
Mehmet Fırıncı abi ile birkaç defa gezilerde beraberliğimiz oldu. Bu gezilerden birisi Fas'ta/Rabat'ta bir üniversitede yapılan Risale-i Nur sempozyumu olsa gerek. Geçmiş gün detayları aklımda kalmadı. Hatta hafızamda kaldığına göre Fırıncı abi bir rüyasını paylaşmıştı. Rüya başka birisine de ait olabilir. Bir ağacın gölgesinde duran şapkalı bir adam ağacın üzerine devrilmesiyle ölüyor. Rüya bu kadar!
Fas ziyaretinde farklı bir kafile halinde rahmetli Mustafa Sungur abi de gelmişti. Biz de hem bu vesile hem de Fas'ı gezmek için gelmiştik. Yanımızda din dersi öğretmenlerinden Urfalı Hazret adıyla maruf bir zat da bulunuyordu.
En son görüşmemiz Bursa'da olmalı. Kendisi de zaten Bursalı idi. Bursa Risale-i Nur talebeleri bir konferans tertiplemişler bizi de konuşmacılar arasına katmışlardı. Fırıncı abi de misafirler arasında idi. Geniş bir halka halinde sohbetimiz oldu. Sohbet sonrasında arkadaşlar hazirunu bir lokantada ağırladılar. Bursa'nın klasik lokantalarından birisinde öğle sonrası yemeğimizi yerken hanım kulağıma eğilerek 'Fırıncı abi sana çok dikkatli bir şekilde baktı. İstersen haber at' kabilinden bir şeyler fısıldadı. Ben de kendisiyle görüştük, görüşmek niyetiyle baktığını zannetmem diye karşılık verdim ve mevzuyu kapattım. Evet! O bakış Fırıncı abinin bana son bakışı idi. İlişkilerimiz bu son bakışta sabitlenmişti.
Allah rahmetini esirgemesin…
Mustafa Özcan