Rahmetli Şevket Eygi cemaate ve dindar kitleye tavsiyeleri arasında icazetli şeyhe veya icazetli alime tabi olmak vardı. Onları icazetli şeyhe veya alime yönlendirirdi. İcazetli zevat bir silsileyi takip eden kimseler demektir.
Kur'an ve Sünnet bazı branşların genel kurallarını ve ilkelerini belirlemiştir. İlgili branş bu kurallar bütünü içinde zamanla şekillenir ve açılır, tafsil olur. Fıkıh, hadis ve tasavvuf branşları hepsi zamanla böyle tekamül etmiştir. Tasavvuf genel hatlarıyla Kur'an ve Sünnete dayalıdır. Lakin tarikatlar esasta olmasa bile usulde ve pratik olarak silsile ve hırkaya dayalıdır. Tasavvuf ile onun pratiğe geçirilmesi olan tarikatlar arasında fark budur. Dolayısıyla meşruiyetini silsile ve hırkadan alır. Lakin hırka ile silsilenin sübutu tartışmalıdır. Rüya ve keşfiyata dayanan manevi yolun dışında belgelendirilmesi zordur. Evet fıkhı ekollerin de hadis rivayetlerinin de silsileleri vardır. Fıkhın silsilesi zahiri olarak bellidir. Irak ekolü ve diğerlerinin silsilesi açıktır. Lakin çıkarımları geneldir. Hadiste rivayet zinciri ve silsile esastır. Zincirin dışında kalan rivayetler zayıf senet kabul edilirler.
Mesele esbab-ı nüzülle alakalı bir kuralda olduğu gibidir. El ibretü biumumi'l lafz la bi hususi's sebep. Lafzın umumu dikkate alınır sebebi nuzül değil. Benimsenen ekol nasların anlaşılmasında bir mecra olabilir ama sonuçta çıkarımlar naslara bağlıdır. Tarikatların silsilesini ispat noktasında sağlam bir senet/belge bulunmuyor. Daha ziyade yazılı kültüre değil şifahi kültüre dayanıyor. Bu da zahiri yolla ispatını zorlaştırıyor. Genellikle tarikat silsileleri Cüneyd-i Bağdadi ve Hasan el Basri yoluyla devam ediyor. Hasan el Basri'nin rivayeti hadisler mürsel tarzıkabul edilmektedir. Merfu değildir. Kaldı ki tasavvuf silsilesi buna dahil değildir.
Kısaca silsile veya hırka üzerinden tasavvufu ispat etmek mümkün görünmese de Kur'an ve Sünnet üzerinden ispatı mümkündür ve ispatı da doğrudur.
Tarikatların adabı, muhtevası Kur'an ve Sünnet üzerinden ispat edilebilir. Zincir üzerinden ispat tekellüfüne ihtiyaç yoktur. Lakin bu durumda icrasıyla ilgili şeyhlik makamı, hırka ve silsile biraz havada kalacaktır. Değerler ispat edilecek ama değerlerin icrası noktasında bazı hususlar havada kalabilecektir. Nitekim, Abdullah Herevi gibi zevat çeşitli kitaplarında ta'sil adı verilen yöntemle yani asla müracaat ederek tasavvuf veya tarikat erkanını, değerlerini ispatlamaya çalışmışlardır. Şeyhülislam Abdullah Ensari el Herevi Menazil es Sairin adlı eserinde tövbe, inabe, tevekkül gibi yaklaşık 100 kadar tasavvufi kavramını ele alıyor ve şerh ediyor. Huşu, vera ve tevekkül gibi kavramları tasavvufi anlayış veya batini fıkıh olmadan derinlemesine kavrayamazsınız. Fıkıh nasıl ki Kur'an ve Sünnetten süzülmüş ise keza tasavvuf da öyledir. Zorlama ile haricinde ispatına lüzum yoktur. Elbette terimlerde veya ıstılahlarda çekişme lüzumsuzdur (la müşahhate fi'l ıstılah). Önemli olan kavramın muhtevasını ispatlamaktır. Tasavvuf ifadesi yerine muterizlere karşı Kur'an kaynaklı tezkiye, zühd ya da sünnet kaynaklı ihsan kavramını kullanabilirsiniz. İbnü'l Kayyım Medaricu'l Salikin adlı eserinde Menazil es Sairin kitabını şerh ediyor. Herevi'nin yaptığı Kur'an kaynaklı bir yapılandırma veya ta'sil yani asla gönderme asılla mukabele etmektir. Sabır, şükür, tevekkül gibi makamlar esasında Kur'an ve Sünnet kaynaklıdır. Diğer kostüm türü unsurlar ise tamamlayıcıdır ve tarikat boyutuyla alakalıdır. Öz ile değil görüntü ile irtibatlıdır. Vazgeçilebilir. Zamanla giyim kuşam ve adetler tarikatlara göre de şekillenmiştir. Bunların bir kısmı miadını doldurmuş ve asrın ve hatta asırların algısının dışına çıkmıştır. Dolayısıyla kitleye sevimli değil sevimsiz gelmektedir. Zaman zaman tarikat veya tasavvuf kavramları arasında muhteva itibarıyla tartışmalı olan kısımlar vardır. Bunların en bilinenlerinden birisi rabıta meselesidir. Bu, kavrama yüklenen anlama göre meşruiyet kazanır ya da meşruiyetini yitirir. Müteşerri olur ya da şeriat dışı kalır. Şeyhin güzel halleriyle hallenmek, onun güzel huylarıyla bezenmek olursa asla uygunluk arz eder. Aksi taktirde şeyhi perestiş anlamı taşıyorsa veya o anlama geliyorsa elbette ki sadet dışı kalır ve yanlış olur. Bu arada tasavvufa bulaşmış bazı bidatların ayıklanmasında fayda var. Tarikatlar içinde bidatlardan en fazla uzak kalabilen iki tarikattan birisi Nakşibendilik diğeri de Şazeliye tarikatıdır. Bidatları kökleyen veya yok edebilen değil nispeten uzak kalabilen.
Tarikatların sınırlarını nasların kaldırabileceği alana indirgemek gerekir. Böylece haşviyattan da arınmış olur, kurtulması mümkün hale gelir. Dolayısıyla icazetli şeyh ifadesi kurumsal bir yapıyı akla getirmektedir. Halbuki, kurumsal yapının teşekkülünde de veya en azından tarihi sürecinde sorunlar vardır. Lakin elimizde bir tasavvuf mirası da bulunuyor. Bunun içinde benimsenmesi gereken doğrular olduğu gibi ayıklanması gereken yanlışlar da bulunmaktadır. Mesele Muhammed Gazali (Es-Saka)'nin dediği gibidir. Tasavvuf toprağa benzer içinde altın dahil her türlü maden bulunur. Bunların bir kısmı da değersiz ve işe yaramaz aksamdan ibarettir.
İcazet ve mucaz olmak meselesi tartışmalıdır. En azından dönem dönem yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Arap Yarımadasında Haniflik gibi tasavvufta da Üveysilik yolu vardır. Bu tayyı zaman ile eslafa bağlanmak ve onlardan terbiye almaktır. Üveysilik Veysel-i Karani tarikini benimsemektir. O Yemen illerinde davar otlatırken ve anasına bakarken manevi olarak kalbi Medine'ye bağlıdır ve oradan feyz almaktadır. Yani uzaktan terbiye görmektedir. Bu manevi anlamda uzaktan eğitim almaktır. Günümüzde uzaktan öğretim bir tarz olmuştur. Yüz yüze değil zihin ya da gönül yoluyla tekamül etmektedir. Bu zamanla bir tarz haline gelmiştir. Tasavvuf aktabı sayılan ve muasır şeyhlerden ru be ru (yüz yüze) ders aldığı halde Emir Külal veya benzerleri gibi Üveysi yolunu benimseyen ve ona tabi olanlar vardır. Bunlar zülcenaheyn olabilirler. Bir taraftan yaşayan şeyhten icazet alırlar bir taraftan da ilk asırların mürebbilerinden terbiye alabilirler.
Kısaca bu yolda da icazetin dışında otodidakt olma yani kendini yetiştirme yolu vardır. Ahlak, hüsnü sülük yani güzel davranış insanlığın ve imanın temel ihtiyaçlardan olduğundan tasavvuf da meşruiyetini buradan alır. Fıkıh organlara isabet eden bir ilim dalı ise tasavvuf da kalbe karşılık gelen bir ilim dalıdır. Hal ve ihtiyaç buna gerekliği dayatır. Bu anlamda ilmihalin mevzularından birisidir. Akait, ibadat, muamelat ve ahlak ilmihalin dört rüknüdür ve dolayısıyla tasavvuf da bu ihtiyaca cevap verir ve karşılar. Bir zata 'bu güzel ahlakı nereden edindin?' diye sormuşlar. O da ahlaksızlardan edindiğini söylemiş. Zira ahlaksızın topluma verdiği zarar bundan kaçınmanın gereğini öğretmiş.
Şevket Eygi'nin ikinci tavsiyesi ise icazetli alimden meşk etmek veya ilim almak. Halbuki, köhne hale gelmiş ve zaman aşımına uğramış yani anakronik kurumlar kime ne yarar sağlayabilir? Ali Şeriati Şii havzalarında okumamıştır ama binlerce Şii havzasına bedeldir. Bir nebze dahi olsa onların köhneliklerini aşmıştır. Hangi mercinin icazeti Ali Şeriati'nin yerine geçebilir veya tutabilir? Hiçbiri. Burada havza asabiyeti yapmak kurumsal enaniyettir. Kurumsal çıkarları koruma amaçlıdır. Yoksa gerisi boş lakırdıdan ibarettir.
Keza edebiyat dışında dini ilimler alanında otodidakt zevattan olan Seyyid Kutup'un bakış açısını ve ilmini Ezher'in hangi diploması karşılayabilir? Dolayısıyla icazetli alim veya şeyh bulmak ve onların önünde diz kırmak, dizinin dibinde yetişmek sırasını savmış bir tavsiyedir. Zamanın baskısının altında kalan kurumlar çökerken onlardan medet ummak pek akıl karı olmasa gerek. Geçmişte Üveysiliğin yerini günümüzde otodidakt olma durumu almıştır. Kendi kendini yetiştirme veya alaylı olma keyfiyeti ya da isamiliktir. Kimi Ezher hocaları Ezher koridorlarından geçmediği için Seyyid Kutup'un ilmini sorgulamışlardır. Elbette eksiksiz kul olmaz. Bununla birlikte Seyyid Kutup Ezher revaklarından geçmeyerek onun tortularından korunmuş ve açılım yapabilmiştir. Yani Ezher dershanelerinden geçmenin artıları varsa eksileri de vardır. Seyyid Kutup eksileri artıya çevirmiş madut şahsiyetlerden birisidir. Sözgelimi İkbal Batı'ya giderek Batı'nın olumsuzluklarına muhatap olmuş ama mukayese yoluyla olumlu yönlerini de devşirmiştir. Seyyid Kutup da aynıdır, Ezher yerine Amerika'ya gitmiştir. Orada Doğu ile Batı arasında mukayese imkanı elde etmiştir. Seyyid Kutup kurumun ruhu yerine İslam'ın ruhuyla bezenmiştir. Ezher kendisine perde olamamıştır. Seyyid Kutup ile Ezherliler arasında ışık hızı mesafe teşekkül etmiştir. Keza İran'daki mollalar veya ahundlar da aynısını Ali Şeriati için söylemişlerdir. Bunu söyleyenler ancak kendilerini kandırırlar. Onların nefesleri havzaların dışına zor taşar.
Elbette Ezher'de Muhammed Hıdır Hüseyin, Muhammed Mütevelli Şaravi, Muhammed Hasaneyn Mahluf, Muhammed Abdullah Draz gibi büyük kameler, allemeler yetişmiştir. Ama bunların varlığı Seyyid Kutup'u anlamsız kılmaz.
İcazetli meşayıh olarak günümüzde Mahmut Sami Ramazanoğlu, Mehmet Zahid Kotku gibi zevat göz doldurmuştur. Onlar son postnişin olarak görev yaptılar. Bununla birlikte kimse ismet sıfatına haiz değildir. Zaten kula yakışan pür kusur olmaktır!
Dolayısıyla icazetli şeyh veya hoca meselesini gözden geçirmek gerekir. Hem kalmadı hem de gerçekten de olanlar anıldığı gibi miydi? İcazetin yerine ehliyeti koyarsak yozlaşan kurumların da yetersizliğinden ve gölgesinden kurtulmuş oluruz.