Sufilerin veya eskilerin şöyle bir ifadesi, sözü vardır: Allah'a giden yollar insanların nefesleri sayısıncadır. Dolayısıyla beşeri düzeyde Allah'a ulaşmanın yolları namütenahidir yani sınırsızdır. Allah kuş uçmaz kervan geçmez ücra bir köşedeki mağarada İbrahim'e kendini tanıtır. Keza Hira Mağarasında da Hazreti Peygambere tecelli eder. Neden mağaralar? Allah yalnızlarla daha çok beraberdir. Allah kuluna şah damarından daha yakındır. Şeytan insanın hücrelerinde gezer de Allah'ın inayeti ve rahmeti gezmez mi? Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir. Son sıralarda Akyazı/Kuzuluk istikametinde faaliyet gösteren Fatih Nurullah isimli şahsın etrafında dönen tartışmalar sırasında kimileri ima ya da sarahatle bu sapmalara karşın çözümün İslam içi değil dışında olduğunu söylemeye başlamışlardır. Fatih Alltaylı, Erol Mütercimler isimli yazarlar bu vadide kalem oynatmakta, başı çekmektedirler. Sapmalardan kurtulmak için İslam çeperini yıkmak ve dışına çıkmak mı gerekir? Çözümün adresini laiklik veya Kemalizmin vazettiği yol olarak taktim ediyorlar.
Bize göre burada çözüm İslam dışına çıkmış değil. İslam değerleri ve kriterleri açısından aşınmazdır. Aşınan tabir caizse onun yanlış yorumları ve versiyonlarıdır. İslam, el kıstas el müstakimi temsil etmektedir. Peki Fatih Nurullah gibileri İslam'ı temsil etmiyorlar mı? İslam'a gölge ettikleri doğru olmakla birlikte İslam'ı temsil etmiyorlar. Neden? Muhyiddin Arabi'ye atfedilen bir söz vardır. Şöyle ki, insanlar sayısınca Allah tasavvuru vardır. Buradan hareketle bu sözün alt basamağı olarak şunu söyleyebiliriz: Müslüman sayısı kadar İslam tasavvuru vardır! Bu doğru olmakla birlikte genel ve cami yani toplayıcı ve toparlayıcı bir tasavvuru da ya da gerçeği de vardır. Bu tasavvuru İslam metinlerinden öğreniyoruz. Kişilerin farklı Allah veya İslam telakkisi olabilir. Lakin İslami metinler ortak bir telakki de üretmiş, getirmiştir. İslam Allah'ı tanıtmak için bir marifetullah getirmiştir. Kelam ve tasavvuf kitapları dantel gibi bunu işler. Kelam kitapları yüzeyden tasavvuf kitapları içeriden ve derinden işlerler. Allah'ın zatı namütenahi ve ihata edilmez olduğundan dolayı insan aklı ve gönlü yetersiz olmakla birlikte bu ortak marifetin üzerine çıkabilir ve üstüne ilaveler yapabilir, özel idrakler ve tasavvurlar geliştirebilir. Dua yoluyla herkesin Allah'a ulaştığı bir ipi, kapısı ve merdiveni vardır. Dua Allah'a ulaştıran en kestirme ve doğrudan kanaldır. Allah bu yolu kimseye emanet etmemiştir. Dolayısıyla Allah ile insan arasında mahrem ve doğrudan bağlar ve ilişki vardır. Din bunu kanalize eder. Doğru istikamete sevk eder. Lakin Allah ile kul arasında deruni bir bağ vardır. Bu bağ ruhanilerin kontrolü dışındadır.
Kimileri, tasavvuf ve tarikat demeyelim de sülük (davranış) noktasındaki sapmaların ancak İslam dışı bir yolla tamirinin mümkün olduğunu seslendirmektedirler. Muhyiddin'i Arabi'nin metaforundan yola çıkacak olursak aslında ferdi veya her düzeyde sapmaları yine İslam aynasında düzeltmek mümkündür. Zira bu sapmalardan İslam değil insanların tasavvurları ya da eylemleri veya davranışları sorumludur. Bu davranışlarının İslam saykalında tezkiye ve terbiye edilmesi gerekir. Binaenaleyh durum ayette ifade edildiği gibidir 'Ey iman edenler! İman edin!' Yani sürekli olarak değişmez asılla beşerin değişen anlayışlarını mukabele ederek, karşılaştırarak bali/ pejmurde hale gelen anlayışları düzeltir, yeniler. Bir zamanlar dünyanın düz olduğunu savunan kelamcılar çıkmıştır. Sonrakiler bu anlayışları tashih etmiştir. İslam dinamiktir ve dahili süreçte bu yanlışları temizler. Bu Medine ile ilgili bir hadisi hatırlatır. Medine körük gibidir ve kirini pasını atar. Nitekim, İslam da öyledir. İslam da iç dinamikleri yoluyla ayıklama ameliyesi gerçekleştirir ve kendinden olmayanları, yabancı unsurları atar.
20'nci yüzyılın tecdit hareketlerinden Müslüman Kardeşler ile Risale-i Nur'da başkalarında gözükmeyen iki meziyet vardır. Bunlardan birisi müspet harekettir, yapıcı harekettir. Yani herkesin iyiliğini istemektir. Müspet hareketi anlatan en iyi menkıbelerden birisi Maruf Kerhi'ye atfedilen bir kıssadır. Yarenleriyle birlikte Dicle üzerinde bir kayık sefasındadırlar. Hemen ötelerinde başka bir kayık belirir. Bunlar da işret ehlidirler yerler içerler ve eğlenirler. Maruf Kerhi dışındakiler bu durumdan rahatsız olurlar. Maruf-u Kerhi'den muktezayı hale göre bir söz söylemesini beklerler. O da dile gelir ve onlara dua eder. Yarenler 'bu olmadı' gibisinden terslenirler. Bunun üzerine izah etme gereği duyan Maruf Kerhi şunları söyler: Allah'ın cenneti geniştir. Onların kazanmasıyla biz kaybetmeyiz. Orada herkese yer vardır. İkincisi bu halle cennete girmeleri mümkün değil. Islahı hal göstermedikçe bu duamız onlar için geçerli olmaz. Muallakta kalır. Dolayısıyla bizim duamız süreci kapsayan bir dua olmuştur. Bu duanın içinde zımnen 'Allahım onları ıslah eyle' yakarışı da vardır. Duayı tayyetmiştir. Esasında belki de Musa ile Hızır kıssasında akla gelmeyen bir boyut, olayların iç yüzünün farklı olması ve hep iyi yöne evrilmesidir. Süreçler kötü geçse de sonuçlar yüz güldürmektedir.
Müslüman Kardeşler ile Risale-i Nur'da önemli ikinci kaide ise doğru İslam vurgusudur. Kimse ayranım ekşi demez. İnsanlar İslamiyeti kendi algılarına göre tartabilirler veya istismar edebilirler. Burada ölçü doğru İslamiyet olacaktır. Sağlamayı hariçten aramaya gerek yok. İslam'ın külli ve ebedi düsturları veya kriterleri veya kıstasları fazlasıyla bunu karşılar. Bediüzzaman bu doğrultuda şunları söylemiştir "Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti gösterebilsek, bundan sonra o gayri Müslimler fevc fevc İslam'a dahil olacaklardır."
Doğru İslamiyet veya istikamet meselesi Hasan el Benna'nın da gündemindedir. Müslüman Kardeşlerin kurulmasındaki gayeyi Hasan el Benna şöyle tasvir eder: "İslam'ın yüce değerlerini ve doğru İslamiyeti (el İslam es sahih) temsil eden örnek bir nesil vücuda getirmektir." (Müzekkerat ed- Daveti ve'd Daiyeti, Hasan el Benna, Mektebetü Afak, s: 308). Demek ki Fatih Nurullah'ın İslam anlayışı doğru değil yanlış İslam tasavvuruna çıkmaktadır.
Tecdit imbiğinden geçmiş yani doğru yorumlanmış İslami ilkeler herkes için tiryak mesabesindedir. Çözüm İslam'ı nefsine alet eden sahtecilikte veya sahtecilerde değil aksine nefsini hizmet bineği haline getiren fedakar zümrelerdedir. Doğru İslam'dan çıkan, yanlışın adresi haline gelir. İslam'ı istismar edenlerle İslam'ı tanımayanlar birbirinin değirmenine su taşır. Nurullah gibi zevatı İslam'ın temsilcisi yerine koymak ve onun üzerinden İslam'a sataşmak, sorgulamak dar alanda paslaşmak olur. Müslüman Alimler Birliği'nin Başkanı Ahmet Reysuni'nin ifadesiyle, dinin karalanması, dini atıl bırakmak yani işlevsiz nale getirmekten daha az zararlı ve tehlikeli değildir. Mevzumuzla bağlayacak olursak; Nurullah ile Mütercimler birbirini tamamlıyor. Şöyle ki Nurullah nefsine uyarak İslam'ı karalamış olurken Mütercimler de onun üzerinden dini mübini İslam'ı atıl ve işlevsiz hale getirmek istiyor. Tamamlayıcı misyonları var. Bozacının şahidi şıracı!