Ortadoğu politikalarına dair Fransız Cumhurbaşkanı veya yeni Napolyon müsveddesi Macron adım adım Putin'i taklit ediyor. Putin Macron'un rol modeli. 1860 yılında olduğu gibi bölgesel çekişmelerden medet umuyor. Nitekim, henüz netliğe kavuşmayan Beyrut patlamasından sonra durumdan vazife çıkardı ve Fransa'nın sömürgeci geçmişini ve varlığını yeniden hatırlattı. Hortlatabilirse de hortlatacak! 1860 tarihinde Cebel-i Lübnan'da Marunilerle Dürziler büyük bir çekişmeye, kamplaşmaya girmişlerdi bu Osmanlı otoritesi sarsarken yabancı ülkelerin müdahalesine de zemin hazırlamıştır. Bu ülkelerin başında da Katolik Fransa gelmektedir. Bilindiği gibi kapitülasyonların kökleşmesi sonucu Osmanlı tebaası olan azınlıkların her birinin yabancı hamileri oluşmaya başlamıştır. Şimdi Putin ile birlikte Macron bu eski politikaları diriltmek istiyor. Bugün Osmanlı yok ama Osmanlı bakiyesi çoğunluk yani Sünniler var. Sünnilerin otoritesini aşındırarak azınlıkları güçlendirme politikası izleniyor. Zaten Fransa 1946'da Suriye'den çekilirken geleceği azınlıklar üzerinden, Nuseyriler üzerinden kurgulamıştı. Böylece bölgenin potansiyel olarak dirilişinin de önü kesilecektir. 2015 yılından itibaren Putin Sünnilerin önünü keserek bu politikayı Suriye'de bir kez daha hayata geçirmiştir. Kah Nuseyri azınlığa sahip çıkma yönünde niyet ve irade beyan etmiş kah Hrıstiyan azınlıklardan ve Ortodokslardan bahsetmiştir. Yeteri kadar Ortodoks azınlık yoksa yerlerine Nuseyrileri veya İslam içinde sayılan diğer azınlıkları ikame etmiştir.
Buna karşılık illa da çoğunluğun siyasi rolünü devralması ihtimaline karşı çıkmıştır. Ermeni asıllı Lavrov Suriye'de Sünnilere bir daha siyasi rol vermeyeceklerini ve iktidar yüzü ve imkanı göstermeyeceklerini söylemiştir. Bu Rusya'da Ruslara siyasi hak verilmeyeceği anlamına gelen bir cümleye benziyor. Velhasıl bölgede 1860 yılında yaşanan olaylar tekerrür ediyor. 1860 bir milattır. Sünnilerin ve Türkiye'nin hedefi 1860 öncesine dönmek yani çoğunluk eksenli bir politikayı hayata geçirmek ve işlerlik kazandırmak olmalıdır. Bu, azınlıkları dışlamak değil ama yabancıların yordamıyla çoğunluğun haklarını müsadere etmelerine imkan tanımamak olacaktır. Rusya ile Fransa'nın amacı ise 1860 sonrasına geçmek ve bölge politikalarını azınlıklar lehine dizayn etmektir. Şimdi iki zıt istikamette, güzergahta bölge bıçak sırtında bulunuyor. Ya sömürgeciler azınlıklar dalgasına binerek bölgeyi yeniden kurgulayacaklar, sömürgeleştirecekler ya da çoğunluk haklarına sahip çıkacaktır. 1860 senaryosu 1976 Lübnan iç savaşında yeniden tekerrür etmiştir. Dürziler Filistinlilerle ittifak kurarak Maroni siyasetine karşı çıkmışlardır. Baba Esat ise uluslararası güçlerin işaret ve işmarıyla Lübnan'a Maroniler lehine müdahale etmiştir. Velit Canbolat'ın babası Kemal Canbolat'ı öldürmüştür. Kemal Canbolat Sünnilerin müttefiki olan Şekip Arslan'ın damadıdır. Şekip Arslan sünnileşmiş bir dürzidir damadı Kemal Canbolat da Filistinlilerin müttefiki olmuştur. Akabindeki yıllarda otorite çekişmesi nedeniyle Michael Aoun ile Hafız Esat çarpışsa da yeni dönemde Maroniler ile Hizbullah ve Suriye rejimi ortak hale gelmiştir, ötesinde sarmal olmuştur. İşte Macron bu kampa göz kırpmakta ve hami olmak istediğine dair işaret göndermektedir. Bütün derdi Putin gibi yaparak Ortadoğu'da çoğunluk aleyhine rol kapmaktır. Macron'un bütün derdi bölgede basacak zemin (foothold ) edinmektir. Bunun için Lübnan'da Şiileri ve Marunileri ayartırken, Doğu Akdeniz'de Yunanlıları ve Libya'da Hafter güçlerini kullanmaktadır.
Fashkol adlı twitter hesabı Macron'un Beyrut Limanı patlamasından sonraki ziyaretini değerlendiren iletisinde ezcümle şöyle yazmıştır:" Chirac hayatta olsa şöyle yapardı: Beyrut'a indiğinde ilk olarak Refik Hariri'nin kabrine yönelirdi. Özellikle de Uluslararası Mahkeme'nin Refik Hariri'nin katillerini yargıladığı mahkeme safhasından sonra. Peki! Macron niye böyle yapmadı? Aksine Hizbullah'a övgüler düzdü ve İran ve milislerinin müttefiki gibi davrandı? Onlara göz kırptı!" Bu sorunun cevabı bize göre basit. Chirac döneminde Refik Hariri Fransa'nın dostuydu ve Chirac sadece Türkiye'nin değil aynı zamanda Filistinlilerin de dostuydu. Lakin onun dışındaki Fransız liderlerin tamamı farklı telden çalıyor. Valéry Giscard d'Estaing, Mitterrand, Sarkozy Hollande ve sonunda Macron hepsi birbirinden beter. Bunlar arasında tek parlayan yıldız Chirac idi. Ötekilerin ortak vasfı sadece İslam düşmanı olmaları değil aynı zamanda köklü Türk düşmanı da olmalarıdır. Macron'un derdi Hizbullah ve Lübnanlı Şiileri Haçlı katarına katmak ve ittifakının parçası yapmak ve Marunilerle ittifakını pekiştirmektir. Macron ziyareti sırasında Trump'tan Hizbullah'a yönelik yaptırımlarını gözden geçirmesini yani kaldırmasını da istemiştir. Trump üzerinden bir de Hizbullah'a bedavadan iyilik yapıyor! Bu yolla Hizbullha'a 'isterseniz haminiz olurum' mesajı göndermiştir. Beyrut ziyareti sırasında Hizbullah milletvekillerinden Mustafa Raad ile baş başa görüşmüştür. Böylece Lübnan'ı yıkıp yakanlara avans vermiştir. Kültürel zeminde ise Lübnanlılara Feyruz ziyareti üzerinden sempatik görünmek istemiştir. Macron'un İran eksenine kur yapmasına ne demeli! Sahte kurtarıcı ile sömürgeci kardeştir!
Belli ki Macron adımı adım bölgede ABD'nin boşluğunu doldurmak ve Rusya'nın ardından ikinci oyuncu haline gelmek istiyor. Bunu yaparken çoğunluğun ayağına basıyor. Yunanistan, Lübnan ile Libya siyaseti açıkça bunu gösteriyor. Ne diyelim: Hesapta Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var. Çok yakında Fransa bu yaptıklarından dolayı Notre Dame kilisesi gibi cayır cayır yanabilir. Zira her an patlamak üzere olan büyük bir volkan ve yanardağın üzerinde oturuyor. Macron iyi kumarbaz olabilir ama kaybedeceği kesindir.